* Popüler
kültürün en gözde yapımlarından biri olan ‘’Konuşanlar’’ eğlence-mizah
örtüsüyle, kırsal/kenar mahalle ilişkilerinden, 20-40 yaş grubu mensuplarının
şahsi halet-i ruhiyesine kadar ilginç bir çok veriyi gözler önüne seriyor. Ama…
Ragıp Duran
Televizyon artık herhalde en yaygın mecra olmaktan çıktı. Çünkü adı büyük çapı dar televizyon kanalları bile izleyicilere esas olarak masaüstü, dizüstü bilgisayarlardan, tablet ve cep telefonlarının ekranlarından ulaşıyor. Dolayısıyla izleyici yeni bir zaman boyutunda, ya da kurum ve yurttaş için sabit olmayan bir zaman diliminde, istediği yer ve zamanda görmek istediği programı seyredebiliyor. Oysa ki eskiden belirli bir saatte evde, kahvede ya da işyerinde TV ekranının karşısında olmak zorundaydık.
Bu durum bir yandan izleyiciye belirli bir özgürlük
sağlıyor, çünkü istediği programı, istediği zaman, istediği yerde
seyredebiliyor ama bir yandan da eskiden sayısı belli, yani sınırlı sayıdaki TV
kanal sayısının onlarca belki de yüzlerce misli sayıdaki platform ya da linkler
arasında tercih yapmak zorunda kalıyor. Bu yeni manzara olağanüstü bir rekabet
ortamı yarattı. Ama rekabet mazrufta değil zarfta gerçekleşiyor. Artık her şey
reyting, içerik hiçbir şey!
90’ların başından itibaren dünyada önemli bir
siyasal-ideolojik-kültürel akım devreye girdi. ‘’Tarih bitti!’’, ‘’İdeolojiler
bitti!’’ setleri piyasaya sunuldu. Yeni Dünya Düzeni (Reagan, Thatcher, Özal)
sonra global neo-liberalizm hakim oldu. Ardından alt-right (Trump, Putin, Erdoğan) sahne aldı. Son 30 yılda, kamusal
ve toplumsal olan neredeyse her olgu, her kavram törpülendi, erozyona uğratıldı
hatta kargılandı. Varsa yoksa birey parlatıldı. Çoğul yenildi, tekil kazandı.
Bu çağda artık sadece fabrikalar ve zihinler değil, her şey özelleştirildi.
Popüler kültürün en büyük, en yaygın ve herhalde en
etkili mecrası olan yeni ekranlar, egemen ideolojinin çoğu zaman kaba saba
nadiren de ince işlenmiş örneklerini milyonlarca yurttaşa enjekte ediyor,
pompalıyor. Yerli ya da yabancı dizi izlemediğim için popüler kültürün bu
pistinin içerik ve yöntemlerinden bihaberim.
Stand-up, comic show, topluca gırgır muhabbet
tarzlarının sentezi olarak nitelenebilecek ‘’Konuşanlar’’ programı, konseptini
yaratan, uygulayan ayrıca da esas oğlan konumunu üstlenen Hasan Can Kaya
sayesinde büyük ilgi topluyor.
Programa katılanlar, gayet rahat bir şekilde, kamera
önünde, bir yandan özel hatta mahrem sayılabilecek, kimi hakikaten gırgır kimi
deli saçması öykülerini anlatıyor. Aldatanlar aldatılanlar, evlenenler
boşananlar, ‘’sıçma hikayeleri’’, fanteziler, cinslikler, cintoşluklar,
gariplikler…vs…
Programın adı ‘’Konuşanlar’’, ‘’Konuşulanlar’’ değil.
Hazır cevap, kurnaz, sempatik görünümlü Kaya’nın
sunuculuğu ve moderatörlüğü hep baskın. O sadece programa katılanlara söz
vermekle, konuyu rayına oturtmakla yetinmiyor, esas esprileri o yapıyor,
konuşmaları özetleyip değerlendiriyor. Bol küfürlü konuşması kimilerini
rahatsız edebilir ama o, bir kenar mahalle delikanlısı olarak aslında doğal
davranıyor. Ne var ki ‘’Konuşanlar’’da
her şey hakikaten doğal mı? Ku
Ekrana çıkmak, adını duyurmak, eşe dosta hava atmak için kimi zaman haftalarca bekleyip nihayet salona gelebilen izleyiciler ise diyaloglarda Kaya’nın bazen yersiz ama galiba çoğu zaman yerinde takılmalarına hatta aşağılamalarına gık çıkarmıyor. Onlar çünkü sadece konu mankeni konumundalar.
Olumlu bir gözlem şimdi de: Genç kadın ve erkeklerin özellikle cinsel konulardaki rahat, liberal tutumları, açıklamaları örümcek ağı bağlamış gelenekçi söylemlerin ne kadar eskidiğini göstermesi bakımından önemli.
Katılanlar olsun ekran başındakiler olsun gerçekten
kahkahalar içinde boğuluyor bu programda. Herkes mutlu, herkes neşeli… İnsanlar
eğleniyor.
Divertir,
Fransızcada eğlendirmek demek. Kelime anlamı ise, yolunu saptırmak, yolundan
çıkarmak, başka bir istikamete yönlendirmek. Normal! Çünkü hele bugün bu
memlekette, olduğunuz yerde kalıp eğlenmek kesinlikle mümkün değil. Bu nedenle
eğlence programlarının ABC’si, izleyiciyi yaşadığı doğal ortamdan çıkarıp,
hafif, uçucu, fantastik hatta garip yani komik bir ortama götürmektir. Ay
sonunu getiremeyenler, yakınları trafik kazalarında, iş cinayetlerinde,
depremlerde ya da terör olaylarında ölenler, evsizler, işsizler, siyasi,
kültürel, dini baskıların altında bunalmış insanlar kendi doğal ortamlarında eğlenemez.
Halbuki ‘’Konuşanlar’’a katılırsanız ya da programı izlerseniz, orası neşeli,
gırgır, kikir kikir bir dünya. ‘’Belki kendime uygun birine de rastlarım’’
diyenler de vardır herhalde.
Mizah, sıradan insanlara bırakılamayacak kadar önemli bir
alan. Bizde klasik olarak bilinen Nasreddin Hoca (Ki bazı eserleri
yasaklanmıştı) ile Hacıvat’la Karagöz dışında Osmanlı tiyatrosundaki Ermeni
kökenli yazar ve oyuncuların komedi piyeslerini de işin içine katsak bile,
ciddi, çok boyutlu, derin köklü bir mizah geleneği olduğunu ileri sürmek
herhalde doğru değil. Tabi ki Aziz Nesin’i, Gırgır’ın ilk dönemlerini görmezden
gelmiyorum. Ama Osmanlı’dan hatta Orta Asya’dan bu yana, içinde yaşadığımız
toplumların ince zekaya, geniş kültürel hazineye dayalı, siyasi, toplumsal
yankıları aktaran, çok boyutlu, çok katmanlı bir mizah anlayışı geliştirdiğini
iddia edemeyiz. Asık surat ve resmiyet bizde ciddiyetin ölçüsü olarak kabul
görmüş sanki. ‘’Karı gibi gülme’’, ‘’Ne
sırıtıyorsun lan?!’’ gibi hem kadın hem de gülme karşıtı atasözü ve
deyimler çoktur Türkçe’de. Bugün sokağa
çıktığınızda, otobüse, dolmuşa, metroya bindiğinizde güler yüzlü kaç yurttaşa
rastlayabiliyorsunuz? Evde, okulda, iş yerinde bıyık altından güldüren ya da
kahkaha attıran kaç olay yaşadınız? Bu eksikliğin derin tarihi, siyasi,
ideolojik, ekonomik, toplumsal köken ve nedenlerini açıklamaya mezun olmadığımı
biliyorum.
‘’Konuşanlar’’ın bir çok bölümünü izledim. Güldüm ve
eğlendim. Ama her seferinde ‘’Bir şey eksik’’, ‘’Burada yanlış bir şey var’’
dedim içimden. Medya eleştirisi gözlüklerimle önemli bulduğum mizah örneklerini
bir araya getirince galiba bazı bulgulara ulaştım.
Charlie Chaplin’i
ölümsüz kılan nedir? Canard Enchainé,
her şeye rağmen yüzyılı aşkın bir süredir Fransa’da her hafta hala nasıl
yayınlanabiliyor? Yüz kurşunla vurulan Charlie
Hebdo neden hala dimdik ayakta? 80’li yıllardaki İngiltere’de Channel Four’daki ‘’Who dares wins’’programı neden hala konuşulur? Ben eskilerde
kaldım ama Fransız mizahının parlak yıldızlarından Raymond Davos’dan Guy Bedos’a
ama özellikle de Coluche’de ne var da
bizimkilerde yok?
Kaygılarımı kabartan bir kaç nokta:
- Konuşanlar’ın salona gelebilen izleyicilerini bir
casting ajansı mı seçiyor?
- Seçilenlere belirli konulara girmeme uyarısı yapılıyor
mu?
- Programın naklen yayınlanmamasının esas sebebi nedir?
Şimdiye kadar editing’de neler kesildi de biz göremedik?
- Kenar mahallenin bıçkın delikanlısının kostümü ne
anlatıyor? Kolları sıvanmış beyaz gömlek, lastik ayakkabı ve gevşek bağlanmış kravat?
Yuppie in Güngören?
- Bir Konuşanlar programının tüm script’lerini mesela İngilizceye
çevirip herhangi bir yabancı mizahçıya ya da sosyologa okutsak, programın
Türkiye’de çekildiğini anlayabilir mi?
Nihayet bu programın Acun Ilıcalı’nın Exxen kanalında yayınlanması
da beni düşündürdü. Ilıcalı, Türkiye’de sahibi olduğu televizyon kanallarından
haber bültenlerini kaldıran ilk yayıncıdır. Ayrıca global TV endüstrisinin
egemen ideolojisinin ‘’eğlendirici’’ (Divertisseur) programlarının tercümanı ve
yerel bayiidir. İktidarla ilişkileri de cabası. Toplumsal ve tabi ki siyasi olan
hiçbir alana 10 metre bile yaklaşmaz. Bu da zaten onun başka bir alana
yaklaştığının kanıtıdır. Dolayısıyla Ilıcalı’nın kanalı ‘’Konuşanlar’’ için biçilmiş mecradır. Zaten
Ilıcalı-Can Kaya ikilisinin de çok iyi anlaştıkları yazıldı sosyal medyada.
Medyada sadece yazılan çizilen tayin edici değil. Bazen
hatta bizde son dönemlerde çoğu zaman,
yazılmayan, çizilmeyen, gösterilmeyenler daha belirleyici. Sansürün iki
türü var: Desinformation ve misinformation. Yanlış bilgiyi yaymak, bilgiyi
gizlemek, yayınlamamak.
‘’Konuşanlar’’dan herhalde kimse anlamlı bir AKP ya da
CHP eleştirisi beklemiyor. Kürt, Ermeni ya da İttihat Terakki sorunları niye
konuşulmuyor diye şikayet eden de yok. Bunlar ciddi siyasi meseleler. Bunların
mizahi versiyonları olsa iyi olur ama siyasi mizah hele güncel siyasi mizah kolay
bir iş değil. Haldun Taner’in Kabare’si (Zeki Alasya, Metin Akpınar) herhalde
en iyisini yapmıştı, Ferhan Şensoy’un Ortaoyuncuları da fevkalade başarılı idi,
Gırgır’da Oğuz Aral’ın yaklaşımı fena değildi, Levent Kırca hem popüler hem de
popülistti.
‘’Konuşanlar’’da komik bir sunucu var, gırgır kızlar
oğlanlar var, hoş ve garip insanlar var, kakara kikiri bol, ama bu programın
mizahında toplumsal boyut yok. İnsanların günlük yaşamına tekabül eden bir
anlayış, bir alan namevcut.
‘’Konuşanlar’’da kimi zaman zenginlerle filan dalga
geçebiliyor Hasan Can ama çok popülist bir söylemle. Sadaka geleneğinin devamı
olarak kanser hastalarına ya da sokak hayvanlarına bağış talep etmesi belki ‘’Politically Correct’’ ama siyasi olarak
wrong bir tutum.
Kendisini sıradan bir insan, kenar mahallenin acar
delikanlısı olarak göstermek isteyen sunucu Can Kaya, son derece lüks
arabasıyla magazin basınına düşünce herhalde sinirlenmiştir. Erken gelen şan
şöhretin kurbanı olmaya başladı bile. Malatya’dan Güngören’e oradan da Medya
Prensi Ilıcalı’nın kankası olmak pek ideal bir güzergah olmasa gerek.
Belki hoş ama kasıtlı olarak boş bir şekilde güldürerek
nereye kadar? (SON/RD)
Yorumlar