Ana içeriğe atla

Seçimlerde Yurttaşın İradesini Artık Medya Belirliyor!


*Siyasette ve seçimlerde eskiden fikirler (Mazruf) yarışırdı. Medya çağında ise artık görünüm (Zarf) neredeyse tayin edici. Egemen medya, kamuoyu anketleri manipülasyonu marifetiyle, oylama henüz sonuçlanmadan galibini ilan ediyor. Üretilmiş, yapay ve sanal bir çoğunluğun diktatoryası kuruluyor. Herkesin sürüye katılması amaçlanıyor. Bağımsız medya, demokrasi için, bu açıdan hayati öneme sahip.


Ragıp Duran


Yazılı bir kural değildir ama, ABD’de 1960’lardan bu yana(TV’nin kitlesel etkisinin artmasından bu yana)  Başkan adayı olabilmek için iki kısıtlama var: Kel olmayacaksın, Yahudi olmayacaksın! Dini aidiyet yasağını, kabul etmesek de, ABD’de devletin, yerleşik düzenin ve toplumun önemli bir kesiminin antisemit hissiyatıyla açıklamak mümkün. Kellik? Bir siyasetçinin kafasındaki kıl/tüy/tellerin yoğunluğu ile o kişinin devleti yönetme becerisi arasında ne gibi bir ilişki kurulabilir ki? Hollywood’un yarattığı ve sadece ABD toplumuna değil neredeyse bütün dünyaya kabul ettirmeye çalıştığı ‘’başarılı’’, ‘’çalışkan’’, ‘’fedakâr’’, ‘’yurtsever’’ Başkan adayının kel ve göbekli olmaması gerekiyor. Başkanlık seçimlerinde en önemli merhale olan iki adayın TV’deki tartışmasında, göbeği saklamak belki mümkün ama o programa şapka ile çıkıp kelliği gizlemek mümkün değil. Bir çok ülkede, seçmenlerin neredeyse yarısının kadın olması saç bakım ve makyajının önemini daha da arttırıyor.


 Fikirler görüntüye tercüme edilemeyeceğine göre, Başkanlık yarışında, siyaset, ideoloji, toplumsal ya da kültürel program ve tercihlerden çok, adayın konuşma tarzı, elbisesi, yüzü hatta çorabı bile büyük önem kazanıyor. Başkanlık kampanyasında başta TV olmak üzere diğer medya organları da tabi ki aktif. Ama TV, bedava, izlemesi kolay olduğu için yani çok popüler bir mecra olduğu için seçimlerde en etkili araç.

Medya dediğimiz, yekpare, tek kimlikli bir araç/aracı değil. Sahibine göre bir kimlik kazanıyor medya. İlk başta iktidar yanlısı medya ve bağımsız medya diye ikiye ayrılıyor. Seçimlerde bu farklılık çok fena bir şekilde ortaya çıkıyor. Bir TV kanalı sabah akşam Başkan olmasını istediği adayın propagandasını yaparken,  bağımsız bir TV kanalı, izleyenlerini tüm adaylar hakkında bilgilendiriyor. Tüm adaylara eşit mesafede duruyor.  

İKİ ÖRNEK: ABD VE FRANSA

Değişik ülkelerde medya organları özellikle Başkan seçimlerinde adaylara farklı bir şekilde yaklaşıyor. İki örnek verelim: Mesela ABD’de New York Times ve Washington Post gibi gazeteler, daha kampanya başlamadan destekledikleri adayı, kurumun adayı olarak benimser ve bunu bir başyazıyla açıklar. Bu durum diğer adayı sansür etmek, diğer adayın haberlerini yayınlamamak ya da sürekli olarak onun aleyhinde yayın yapmak anlamına gelmiyor. Ama gazete tercihini, şeffaf bir şekilde baştan belirliyor.

Fransa’da ise kamu ya da özel TV kanalları ya da yazılı basın, ABD’de olduğu gibi, kampanya başlarken tercihini açık seçik bir şekilde ilan etmez. Ama yayınları izleyenler, o kanal ya da gazetenin editoryal çizgisini bilenler, izledikleri TV’nin ya da okudukları gazetenin hangi adayı desteklediğini kolay bir şekilde anlar ve bilir.

Son yıllarda yapmaz oldular ama Le Monde gazetesinin iyi bir geleneği vardı. Le Monde, Başkanlık seçimleri bittikten sonra, 2 hafta süren iki tur arasındaki dönemde hangi adaya kaç sütun/santim yer (Haber, yorum, foto, karikatür…) verdiğini bir liste halinde yayınlardı. Sonuçta genel olarak %50/%50’ye yakın bir oran çıkardı.

Amerikan ve Fransız gazetelerindeki bu farklı yaklaşım meslek ve akademi çevrelerinde çok tartışılır. Çünkü aslında şeffaf ve resmi bir şekilde  açıklamasalar da, dünyadaki bütün medya organları, bir seçimde mutlaka, şu ya da bu şekilde, bir adayı diğerine göre daha olumlu bulur ve doğrudan ya da dolaylı olarak yayınlarında onu destekler. Amerikan pratiği belki de daha şeffaf, daha dürüst olduğu için olumlu bulunur. Ama ABD’de seçimlerden sonra, bu ilk angajman bir sorun yaratır: Gazetenin desteklediği aday kazanırsa, onun iktidarında gazete, eski adayına/yeni Başkan’a gerçekten nesnel yaklaşabilir mi?   Araya konması gereken mesafeyi koyabilir mi? Keza, gazetenin desteklediği aday seçimi kaybederse de benzeri bir sorun doğuyor: Gazete desteklediği adayın rakibi Başkan olduğunda, onun iktidarında ona nesnel yaklaşabilecek mi? Mesafeyi çok fazla açma riski yok mu?

BUGÜN TÜRKİYE’DE

Gelelim bugüne ve Türkiye’ye. Bugünden kastım, radyo, TV ve yazılı basının yanı sıra İnternet’in de devreye girdiği günümüzde, medya hem çok katmanlı, çok boyutlu ve zengin bir alan haline geldi.  Bu durumun hem seçilmek isteyen adaylar, hem de seçecek olan yurttaşlar açısından olumlu ve olumsuz ya da kolay ve zor yanlar yaratıyor.

Türkiye’den söz edilecekse bu alanda, iki önemli boyut var: İktidar yanlısı medyanın tüm medya manzarasında kapladığı alan galiba yüzde 90’ların üzerinde. Hoş, geriye kalan yüzde 10’luk kesime de acaba gerçekten bağımsız medya sıfatını yakıştırmak doğru mu, o ayrı bir mesele.

İktidarın medyadaki bu niceliksel üstünlüğünün yanı sıra, RTÜK, Basın İlan Kurumu, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve çok çeşitli düzeylerdeki mahkemelerin kararları ile Erdoğan/AKP yandaşı olmayan medya kurumlarına ağır baskı, sansür, kısıtlamalar söz konusu.

Bu arada, bir yenilik olarak, sosyal medyada yapay zeka ve algoritma kullanımı sayesinde, özellikle kamu oyu anketlerinde olsun, oy sayımında olsun, tahrif edici teknolojilerin, sadece Türkiye’de değil, bütün ülkelerde devreye girdiğini biliyoruz.   


İkinci boyut, Türkiye nüfusunun eğitim-kültür düzeyi yani genel okur-yazarlık, medya okur-yazarlık düzeyi. IQ seviyesi meselesine hiç girmiyorum. Artı, Orta Çağ’dan kalma, geleneksel dini önyargıların, biat kültürünün, gönüllü kulluk gibi demokrasi, özgürlük, bağımsızlık ve hakiki yurttaşlık açısından son derece olumsuz tutumları da eklersek, bilgiye, kültüre, eğitime, vicdana en çok ihtiyaç duyulan alanlardan biri olan siyasi seçimlerde, seçmenlerin büyük bir çoğunluğunun, futbol tabiriyle en az 10 metre ofsaydda olduğunu saptamak çok zor değil.

Erdoğan/AKP seçmenlerinin ezici çoğunluğunun ahaber, Yeni Akit, Yeni Şafak gibi medya organlarının dışında TV kanallarını, gazeteleri izlemediklerini biliyoruz. Üstelik bu yurttaşların kendi TV kanalları ve gazeteleriyle olan ilişkileri, modern bir okurun televizyonu ve gazetesiyle olan ilişkisinden çok farklı. Çünkü modern yurttaş, sadece kendi medyasına değil, haber-fikir üreten her kaynağa öncelikle eleştirel gözlüklerle bakar/bakmalıdır. Her okuduğuna inanmaz, edindiği bilgilerin doğruluğunu denetlemeye çalışır, kendisine iletilen fikir ve görüşleri akıl, mantık süzgecinden geçirir, yakınlarıyla tartışır ve bu süreçten sonra kendi kanaatini oluşturur, karar verir, tutum alır. Bu özelliklere Erdoğan/AKP seçmenlerinde çok nadiren rastlıyoruz.  Onlar, Kur’an okur gibi okuyor gazetelerini. Onlar İmam’ı dinler gibi dinliyor Reislerini. En küçük bir kuşku, en hafif bir eleştirel yaklaşım yok o kesimde. Sokak röportajlarında bu olumsuzluğu traji-komik bir şekilde görüyoruz.

SÖZDE MUHALİF MEDYA

Kendisini muhalif medya (Halbuki medya zaten yapısal olarak muhalif olmak durumundadır) olarak tanımlayan TV ve gazetelerin son seçim yenilgisindeki sorumluluk ve paylarını da not edelim:   Halk TV, Tele 1, KRT, Sözcü TV ya da Cumhuriyet gazetesi gibi medya organları, mali ve siyasi olarak bağımsız olmadıkları gibi, çoğu zaman açıkça CHP yayın organı gibi davrandı/davranıyor. Hatta CHP içindeki ihtilaflarda bile angaje durumdalar. Yandaş medya yayınlarındaki ‘’Erdoğan’’ ve ‘’AKP’’ sözcüklerini ‘’Kılıçdaroğlu’’ ve ‘’CHP’’ ile değiştirin, işte size muhalif medya vesikalığı! Bu sözde muhalif medya(SMM), tıpkı yandaş medyanın muhalif seçmenlere seslenmemesi onlara ulaşamaması gibi, SMM da Erdoğan ve AKP’ye oy veren seçmenlere seslenmedi/seslenmiyor, onlara ulaşmak için herhangi bir çaba sarfetmedi/sarfetmiyor. Kısacası SMM, tıpkı yandaş medya gibi kutuplaşmayı körüklerken, kutuplaşmadan nemalanmak amacında. SMM, Erdoğan/AKP seçmenini aşağılayacağı yerde, yurttaşların hala neden ve kitlesel olarak iktidarı desteklediğini anlamaya ve anlatmaya çalışmadı. Seçim sonrası muhalif dünyada büyük bir hayal kırıklığı yaşanmasının sorumlularından birisi CHP yönetimi ise ikinci sorumlu da SMM’dir. Somut, rasyonel, gerçekçi bilgi ve tahliller yerine soyut, idealist, ajitasyon ve propaganda ile umut çıtasını göklere yükselten SMM, seçim yenilgisinden sonra özeleştirisini yapmaya hiç yanaşmadı.  

 

Erdoğan/AKP, yandaş iş insanlarını kimi zaman zorlayarak, medyada egemenlik kurarken, Türkiye toplumunun, ortalama seçmenin haletiruhiyesini, beklentilerini, davranışlarını belli ki 6lı Masa’nın önderlerine kıyasla çok daha iyi bir şekilde saptamıştı. Hile ve hurdanın da yardımıyla, devletin tüm güçlerini seferber ederek,  hukuk hatta yasanın da yokluğundan faydalanarak zor da olsa bir kez daha zafer kazandı. Medyası da tüm bu kolaylıkların, kendilerine göre olumlu havanın geniş kitleye yansımasını sağladı.

MEDYA ÖZGÜRLÜĞÜ DİĞER ÖZGÜRLÜKLERİN KAPISI

Düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün temel haklar arasında belki de en az yaşam hakkı kadar önemli hatta tayin edici olduğunu son seçim kampanyasında bir kez daha anladık. Çünkü geniş yurttaş kesimi, herhalde yüzde 50’den biraz fazlası, iktidarın olumsuz zihniyet ve uygulamalarından, sansürlü medya yüzünden haberdar olmaması sayesinde, iktidar serbestçe at koşturdu. Hakiki Gerçekleri gizledi ya da bozdu. Ve kendi gerçeklerini (Alternatif Gerçeklerini) sahneye çıkarttı. Bu da, aslında sanal bir ortam olan medya sayesinde gerçekleşti. Hakiki Gerçek, Sanal Gerçek karşısında yenildi.

Baskı ve sansür dönemlerinde, Türkiye’de olduğu gibi her ülkede, yabancı medya, basın özgürlüğüne, habere ulaşma hakkına bir ölçüde de olsa katkıda bulunabilir(di). Türkiye’de yabancı basını izleyebilecek kadar dil bilen insan sayısı zaten çok yüksek değil. Erdoğan/AKP seçmenleri arasında bu sayı daha da düşük. Üstelik onlar yabancı medyayı ‘’Batı bizi kıskanıyor’’ gözlükleriyle okuduğu için, yabancı medyanın AKP/Erdoğan karşıtı haber ve yorumlarını kaale bile almadı. Oysa ki AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda, Batı basınında ‘’Boğaziçi’nde Beyaz Devrim’’, ‘’Erdoğan İslamiyet ile demokrasiyi nikâhladı’’, ‘’Ortadoğu’ya Türk modeli’’, ‘’Erdoğan’ın yeni ve modern Türkiye’si’’ başlıklarıyla sayfalarca haber, yorum ve söyleşiler çıkıyordu. Ve iktidar medyası bu övgü yazılarını tam metin olarak tercüme edip yayınlamıştı. Demek ki o zamanlar ‘’Batı bizi kıskanmıyordu’’!      

Sonuç olarak, Erdoğan/AKP’nin son seçim zaferi, bir ölçüde yandaş medya sayesinde gerçekleştiyse de, başını CHP’nin çektiği Erdoğan karşıtı blokun, beceriksiz üstelik sağcı politikaları da iktidarın zaferine zemin hazırladı.

Yine de unutmayalım, medya, hiçbir zaman hiçbir ülkede, tek başına, bağımsız bir güç değildir. Bir tek medya gücüyle iktidarı, toplumu değiştirmek pek mümkün değildir. Medya, gücünü, arkasında kendisini destekleyen diğer tayin edici siyasi, ekonomik, toplumsal, ideolojik ve kültür odaklarından alır/sağlar. Devlet, siyasi iktidar, holdingler ya da ordu gibi… Erdoğan rejimi, ana, baba, kardeş, yenge, kayınço muhalefetin yardımıyla saydığım tüm güç odaklarını birleştirebildi ve aynası olan medyada da bunu yansıtıp gösterebildi. 

TÜKENMEZ DERGİSİ  /2023 YAZ / Sayı 46 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla