Ana içeriğe atla

ORİJİNAL YA DA ÇAKMA OSMANLI DEĞİLİM AMA MERAK İŞTE...

Tarih sadece geçmiş değil. Eski dönemler bize biraz da geleceğin ip ucunu gösterir. İnebahtı’nı hep merak ederdim. Sonunda gittim, gördüm…

Ragıp Duran


Geçtiğimiz hafta sonu Yorgo ile 4 günlük güzel bir seyahat

yaptık. Selanik’den yola çıktık geze geze Galaxidi’ye geldik.

Sonra İnebahtı üzerinden Patras’a gittik. 465 km.

Volos civarında Nea Anchilaos’da kahve molası vermiştik. Bizans kalıntılarının arasında sarıklı fesli mezar taşları görünce biraz şaşırdık.  Yunanistan’da, Osmanlı Geçmişi Meselesi sorunlu.  Sıradan insanların bu geçmişle bir sıkıntısı yok ama Yunanistan akademiası, aydınların çoğu özellikle de devlet, neredeyse 500 yıl süren Osmanlı egemenliğini genelde görmezden geliyor, hatta yok sayıyor. Söz etse de çoğu zaman olumsuzlukların üzerinde ısrar ediyor. Kimsenin işgalciyi, üstelik başka bir dinden işgalciyi, bir tür sömürgeciyi övmesini bekleyemeyiz tabi ama olduğu gibi yok saymak da pek doğru ve hayırlı bir tutum olmasa gerek.

Sokaktaki yurttaş ise devlet ve akademiadan farklı. Osmanlı geçmişine sahip çıkmasa da varlığını inkâr etmiyor. Mesela Grevena’da bizim peynirci dükkanının adı Nihavent! Yine Grevena’da bir aydın, ‘’Grevena Yunancasında Türkçe Sözcükler’’  başlıklı bir sözlük yayınlamış. Herkül Millas’ın ‘’Türkçe-Yunanca Ortak Kelimeler Deyimler ve Atasözleri’’ (ISTOS) kitabı bu alanda en zengin çalışma.

Ben de Yorgo ile sohbetlere neredeyse her gün bir ortak kelime saptıyorum: Çuval, Pancar, Hela, Tersane…

Nafpaktos, Lepanto ya da nâm-ı kadim İnebahtı.


Türk tarih kitapları, Barbaros Hayrettin Paşa’nın komutasındaki Osmanlı donanmasının Preveze Deniz Zaferini (1538) ballandıra ballandıra anlatır da sadece 33 sene sonra meydana gelen İnebahtı yenilgisini genelde pas geçer. Oysa ki İnebahtı, Osmanlı’nın Berezina’sıdır.  

İnebahtı, ki bir tek Türkler İnebahtı  diyor, Yunanlılar Nafpaktos, Venedikliler ve genel olarak Avrupalılar Lepanto diyor. Kıyıda küçük bir kent. Orijinal adı da, yani Osmanlı egemenliğinden önceki adı da Nafpaktos zaten. Etimolojik anlamı tersane. Çünkü iyi korunan bir liman olduğu gibi Batı’dan Doğu’ya geçişlerde Korint ve Atina yolunu tutuyor.

Yunanistan’da ve diğer Balkan ülkelerinde yaptığım gezilerde hepsi çok iyi korunmasa da, Osmanlı döneminden kalan bir cami, bir kışla, bazen bir mahalleye rastlamak mümkün. Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün’e ise benim görebildiğim kadarıyla çok fazla yatırım yapmamış Osmanlı.

Galatasaraylı rahmetli tarihçi Prof. Ahmet Haluk Dursun, iki kitabında özellikle Balkanlardaki Osmanlı eserlerini çok güzel yazmıştı. (Osmanlı Coğrafyasına Yolculuk ve Nil'den Tuna'ya Osmanlı/Kapı Yayınları).

Preveze, İnebahtı, Parga ya da Üsküp, Prizren’i gördükten sonra anladım ki, Osmanlı, gözünü Batı’ya, Avrupa’ya çevirmiş. Zenginlik orada, güç orada, akıl da orada. Viyana’ya kadar uzanmış orijinal Osmanlılar (1683).

Viyana, Osmanlılar tarafından iki kez (1529, 1683) kuşatılıp iki kez kurtulmuş bir Avrupa kenti.

Eskiden ülkücü şimdilerde İYİ partili bir arkadaşım, uzun yıllardır gezip görmek istediği Viyana’ya nihayet geçenlerde gitti. Dönüşte izlenimlerini sordum. Çok etkilenmiş: ‘’Kenti çok iyi korumuşlar. Tarih günümüze kadar gelmiş’’  dedi. Ardından hiç beklemediğim bir cümle sarf etti: ‘’İyi ki bizimkiler Viyana’yı alamamış yoksa burası da pejmürde bir kent olurdu’’.

Patras dönüşü, Cumartesi saat gece yarısını geçmiş. İnabahtı’dan geçerken kent merkezindeki limanın çevresindeki sokaklar tıklım tıklım. Gençler cafe’lerin diskoların önünde çılgınca eğleniyordu. Yorgo’ya döndüm: ‘’Aman iyi ki Osmanlı donanması burada yenilmiş, yoksa bu saatte bu kadar canlı bir kent olmazdı Nafpaktos’’ dedim.

Limanın orada bir tanıdığın heykeline rastladım: Miguel de Cervantes Saavedra. Don Kişot’un yazarı, 24 yaşında iken rakip takımla savaşa katılmış ayrıca da ağır yaralanmış.

Nafpaktos’da bildik bir mekan daha : Fethiye Camii. Biraz restore etmişler. Minare niet! Fethiye deyince benim aklıma önce Muğla Fethiye geliyor ama Yanya’da ayakta kalabilen caminin de Fethiye camii olduğunu hatırlayınca, Fethiye adının fetihle bağlantılı olduğunu anlıyor insan. 

Nafpaktos’dan Patras’a giderken

Ne var ki cami duvarları belki kalır ama fetihlerin iyi bir şey olmadığını da görüyorum bu gezilerde. Feht ediyorsun, bazen kısa bazen uzun süre kalıyorsun orada, ama önünde sonunda dükkanın gerçek sahibi geliyor mekana ve sen çekip gitmek zorunda kalıyorsun.  Afrin?

Dönüşte Selanik yakınlarında  otoyolda bir tabela dikkatimi çekti: Malgara! Hatta Nea Malgara diyor Google. Büyük bir ihtimalle Tekirdağ-Malkara’dan nüfus mübadelesiyle gelen Rumların kurduğu bir ilçe… Sağlam kaynak bulamadım. 

Bugün geriye bakıyorsun: Tarih. İyice bakıyorsun: Yarın! (SON/RD)

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla