· Atatürk’ün emir ve desteğiyle Yunus Nadi
tarafından kurulan Cumhuriyet gazetesi tarihinin önemli krizlerinden birini daha
yaşıyor. Sorun çok boyutlu: Genel Yayın Politikası ayrı bir tartışma konusu ama
yönetim, patron, çalışanlar, okur yapı ve ilişkileri çok sıkıntılı.
Ragıp Duran
Türkiye’de yayınlanan ve halen çıkan en kıdemli ikinci gazete
olan (Birincisi Ermeni Jamanak, 1908) Cumhuriyet(1924) bu aralar yoğun bir
buhran geçiriyor.
Gazetenin 8 çalışanının işten çıkarılması ile başlayan
krizde, yönetim 2-3 gün ara ile yayınlanan imzasız başyazılarda Atatürk,
Cumhuriyet, bağımsız, özgür gibi kavramları kullanarak kendini savunmaya
çalıştı. Ekonomik krizden dem vurdu. İşten çıkarmalara karşı çıkan Genel Yayın
Yönetmeni görevi bir şekilde bıraktı. Köşe yazarlarından Orhan Bursalı, Vakıf
yönetimini eleştirdi, okurların görüşlerini yayınladı. Bursalı’nın yazıları
sayesinde işten çıkarma kararına yönetimin tüm üyelerinin onay vermediğini
öğrendik. Yönetim, koyu bir Kemalizm propagandası eşliğinde gazetenin gerçek
sahibinin okurlar olduğunu tekrarladı durdu. Ne var ki bu iddiayı
doğrulayabilecek herhangi somut bir mevki-makam, kurum ya da mekanizmadan söz
edemedi.
Kriz şimdilik yönetimin, kısa bir süre önce işten çıkardığı 8 çalışanı işine tekrar iade ettiğini duyurmasıyla sakinleşmişe benzer. Gerçi bu arada Yönetim, yeni bir Genel Yayın Yönetmeni atadığını da duyurdu.
Bu gelişmelerde bir çok sorun var:
·
Vakıf yönetimi, belli oldu ki, arkasında
önemli bir desteği olmadığını gördüğü anda, işten çıkarma kararını iptal etti.
Bu, yönetim zaafıdır. İmzasız başyazılarda işten çıkarmaları mali-ekonomik
gerekçelerle savunup, iki gün sonra bu karardan dönmek, gayrı ciddi bir tutum.
Ya baştan çalışanlara hiç dokunma ya da aldığın karar doğru ise sonuna kadar
savun! Bu arada işten çıkarılanlar, kendi yerlerine yeni personel alınmakta
olduğunu duyurdu ki, bu da Yönetimin doğruları savunmadığını kanıtladı.
· İşten çıkarılan çalışanların bir kısmı,
ilginçtir, tartışmalı Vakıf davalarında, eski yöneticiler Akın Atalay ve Can
Dündar’a karşı bugünkü Vakıf Başkanı Alev Çoşkun’u tanıklık yaparak savunan kişiler.
·
Meselenin başlangıcına gitmek gerekirse,
Alev Çoşkun’un bu makama Saray’ın mahkemelerinin marifetiyle geldiğini
hatırlamak gerek. Alev Çoşkun, Cumhuriyet gazetesinin başına, iktidar
tarafından adeta kayyım olarak atanmıştır. Kendi iktidar ve geleceğini sağlama
almak için çalışan bir kayyımın, çalışanların haklarına özen göstermesini herhalde
bekleyemeyiz.
·
Kriz sürecinde en sık gündeme gelen
ibare ‘’Cumhuriyet’in patronu okurlarıdır’’ oldu. Evet, eskiden bir CUMOK (Cumhuriyet Okur
Klübü) vardı, vakıf, şirket ya da yayın kurulunda herhangi somut bir
yeri/konumu olmamasına rağmen, düzenlediği etkinliklerle gazeteye manevi bir
katkı sağlayabiliyordu. Alev Çoşkun’un uslubundan anladığımız imzasız
başyazılarda 1923 Türkiye’si, Atatürk, bağımsızlık, özgürlük temaları
işlenirken, bu ‘’Gazetenin patronu okurlardır’’ leitmotifi de sık işlendi. Ne
var ki, somut açıklama ve haklılık gerekçeleri belirteceğine, ideolojik
ajitasyon-propaganda metinleri kaleme alan Çoşkun, patron diye gösterdiği
okurların nerede, nasıl ve ne zaman patron olduklarına dair bir tek sözcük bile
yazamadı.
·
Nadir Nadi hayatta iken rahmetli Okay
Gönensin -çok iyi bir gazeteciydi-,
80li-90’lı yılların Fransız Le Monde gazetesinin medya mülkiyet modelinden
yararlanarak bir Vakıf tüzük taslağı hazırlamıştı. Ayrıntısına şimdi girmiyorum
Le Monde’un modelinde, gazetenin sahibi dört şirketten biri Okurlar Şirketiydi.
Tüm mülkiyetin dörtte biri bu şirketindi. Ve bu şirkette her hissedar en fazla,
yanlış hatırlamıyorsam, yüzde 5 hisse sahibi olabiliyordu. Diğer üç şirket, Le
Monde’un kurucusu ilk 12 kişiden oluşan şirket, Yazı İşleri Çalışanları
Şirketi, İdari ve Teknik Personel Şirketi. Böylelikle, Le Monde’un Hubert
Beuve-Méry tarafından 1944’de kuruluşundan neoliberal el koyma aşamasına kadar
gazete mülkiyetinin yüzde yüzü çalışanlara aitti. Ekonomik kriz nedeniyle 90’lardan
itibaren gazete hisseleri mali sermaye, cep telefonu operatörleri, bankacı gibi
şahıs ve şirketlere parça parça satıldı gitti.
·
O zamanlar Le Monde’un Genel Yayın
Yönetmeni 4 şirketin ortaklaşa düzenlediği Genel Kurulda seçimle iş başına
gelirdi. Üstelik önemli bir ayrıntı: 4 şirketin hissedarlarının oylama ile seçtiği
Genel Yayın Yönetmeni mutlaka ve mutlaka Yazı İşleri Çalışanları Şirketinin
onayını almak zorundaydı. Yani YİÇŞ’nin veto hakkı vardı. Çok doğal bir önlem. Çünkü
Genel Yayın Yönetmeni sonuç olarak/pratik olarak Yazı İşleri Çalışanları ile
birlikte mesai yapacaktı. GYY adayları programlarını sunarak seçim kampanyası
düzenler, gazetecilerin ve tüm hissedarların oylarını kazanmaya çalışırdı. Yani kişi değil
bir yayın politikası seçilirdi.
·
Cumhuriyet, krizi geçici olarak atlamak
için yeni Genel Yayın Yönetmeni atarken, bu atamanın Vekaleten olduğunu özel
olarak belirtmiş. Neden ki? Çünkü tanırım da severim de, ama yeni Genel Yayın
Yönetmeni Arif Kızılyalın anlaşılan henüz gazetede çoğunluğun onay ve desteğini
alamamış.
·
Seçim, demokrasilerde, demokratik olarak
işleyen kurumlarda en önemli meşruiyet mekanizmalarından biri. Yöneticinin hem
nasıl seçileceği hem de gerekirse görevinden nasıl ayrılması gerektiği
ayrıntılı bir şekilde tüzüklerde belirtilirse, çoğunluğun onay ve desteğini
almış bir yöneticinin başarılı olma olasılığı daha yüksektir. GYY, patronun
adamı olduğu için değil, çalışanlara sunduğu çalışma planı ve genel yayın
politikası konusundaki tartışmalardan sonra yapılan oylama ile göreve geliyorsa
bu hem yönetici hem de çalışanlar için ideal bir yöntemdir. Tekrar edeyim, seçimle
işbaşına gelen yöneticinin görev süresi, görev koşul ve ilkeleri ayrıntılı ve
sarih bir şekilde belirtilmeli. Ayrıca, görev süresi bitmeden, görevden nasıl
alınabileceğinin koşul ve gerekçeleri baştan saptanmalı.
·
Cumhuriyet’in yayın politikası hem geçmişi
hem bugünü itibarıyla, sık sık gündeme gelmese de oldukça tartışmalıdır. Bu
gazete okurlarını Nazım Hikmet’in yüzüne tükürmeye çağıran bir gazete olduğu
gibi Nazi Almanya’sını desteklemiş bir yayın organıdır. Bugün de Kürt Meselesi,
Ermeni Sorunu, Kıbrıs, dış politika, LGBTI gibi temel sorunlarda mevcut
iktidardan çok farklı olmayan politikalar savunmaktadır. Cumhuriyet’in bugünkü
dogmatik Kemalist, milliyetçi, devletçi yayın politikası belki medya
mülkiyetinden ayrı bir tartışma konusudur. Ama demokratik olmayan yayın
politikalarını uygulayan bir kurum, demokratik bir iç işleyiş mekanizması
kuramaz.
Yorumlar