MAVİ DAKTİLO ,
Express Dergisi, sayı 172 Mart-Mayıs
2020
NOUVEL OBSERVATEUR’ÜN KURUCUSU JEAN
DANIEL’İN ARDINDAN
19 Şubat akşamı 99 yaşında öbür
tarafa geçti. Nouvel Observateur’ün kurucusu, genel yayın yönetmeni, başyazarı.
Camus’nün arkadaşı, De Gaulle hayranı, Mitterrand’ın yakını. Türkiye’ye de
bakmış. Sartre’a göre, ”sadece iyi bir burjuva”.
RAGIP DURAN
‘’Fransa’nın
en prestijli gazetecisi aramızdan ayrıldı. Kendisi bu dünyanın hem tanığı hem
aktörü hem de vicdanıydı.” Eskiden Sosyalist Parti’ye yakın iş insanı Claude
Pedriel’in sahibi olduğu Nouvel Observateur (Yeni Gözlemci) dergisi artık mali
sermayenin mülkiyetine geçti. Ama dergi son sayısında eski “patronu” Jean
Daniel’i bu satırlarla yolcu etti. 20 Şubat tarihli Libération’da Jean Daniel
hakkında on yazı yayınlandı. O gün bütün Fransız medyası mesleğin duayenine
övgülerle veda etti. Birkaç başlık:
“Soyu
tükenmekte olan bir gazeteci”, “Bir gözlemcinin ruhu”, “Mitterrand’ı tanıdıkça,
Mitterrand onu büyüledi”, “Mirasını anlamak için bütün başyazılarını yeniden
okumak lâzım”, “Angaje edebiyattan fikir gazeteciliğine”, “Siyasete neredeyse
edebi bakardı”, “Cezayir konusunda bir denge noktası bulmaya çalıştı”,
“Evrensellik boyutlu Yahudilik”, “Küba’da tarihin dağıldığı bir hafta sonu”...
Haliyle ben,
Jean Daniel’in mesleki kimliğiyle daha çok ilgileniyorum, ama bir dizi siyasi
ve ideolojik tavrı da gazeteciliğini kaçınılmaz olarak etkiliyor. Her zaman
olumlu olmayan bir şekilde. Önce Akdenizli, sonra Fransız, sonra da Yahudi 1920
Cezayir doğumlu. 11 çocuklu dindar bir Yahudi ailenin en küçük oğlu. Esas adı
Jean Daniel Bensaid. Bu Yahudi ve Arabi soyadı meslekte, toplumda tepki yaratır
endişesiyle sadece Jean Daniel’i kullanıyor.
Çelişkilerin,
karmaşık durumların kahramanı. Cezayirli, ama Fransız vatandaşı. İsrail
devletinin sıkı bir destekçisi, ama Filistinlilerin devlet kurmaya hakkı
olduğunu savunuyor. İsrail’in son dönemlerde giderek milliyetçiliğe ve
dinciliğe kaymasından rahatsız. Yahudiliğin daha çok kültürel ve evrensel
boyutuyla ilgili. “Bırakın Yahudiliğimi istediğim gibi yaşayayım. Önce
Akdenizliyim, sonra Fransız, sonra da Yahudi. Yahudi boyutum evrensellik
isteğimden sonra gelir” diye yazmıştı. Ustayı yakından tanıyanlar, dindar
olmadığını, kaşer yemediğini ve hayatına giren kadınların hiçbirinin Yahudi
olmadığını anlatıyor.
Sorbonne’da
felsefe tahsil etmiş. Acayip meraklı, çalışkan, disiplinli, ciddi bir adam.
Aynı zamanda güçlü bir mizahı var. Biri roman, en az üçü özyaşam öyküsü,
diğerleri deneme türünde yaklaşık otuz kitap yayınladı.
Solcu, ama
anti-komünist, ama avro-komünist Kendini solcu olarak tanımlıyor. Ama son
günlerine kadar ulusal ve dini kimliğin yadsınmaması gerektiğini yazıyor.
Solculuğunu “İkinci Sol” olarak tanımlıyor. Bu ideolojik akımın diğer adı
“komünist olmayan sol”. Domatessiz menemen! “Soğansız” da denebilir. Bir
kahramanı Soljenitsin! “Totaliter bürokrasiye karşı çıkma tekelini sağcılara
bırakamayız” bu konudaki temel gerekçesi. Yakınlarına ve çalışma arkadaşlarına
göre, sıkı bir anti-komünistti.
“Çelişkilerin
ve karmaşık durumların kahramanı” demiştik, en çok ilgi duyduğu siyasi parti
Berlinguer’in İtalyan Komünist Partisi’ydi. Onların “Avro-komünizm”e geçişini
yakından, heyecanla ve destekleyerek izlemişti.
Elit, ama
çok satan, kültürel ve tabii ki siyasi haftalık haber dergisi Nouvel
Observateur’ü 1964’te kurmasından 2008’e dek 44 yıl yönetti. Geçtiğimiz yıla
kadar yazılarını aksatmadı. Dergiyi kurup ilk sayısını yayınladıklarında bu
kadar tutacağını, satacağını beklemiyordu. “40 bin satsak iyidir” demişti, on
yıl sonra derginin tirajı 400 bine yükseldi.
Editör ve
muhabirleri “patron”u seviyor, yine de “sert, ciddi, inatçı, ama bizi hep
dinlerdi” diyorlar. Biraz nobran, biraz narsist, ama babacan. Hep şaşkın,
tecrübeli, ama hep saf, heyecanlı, bir şekilde temkinli ve nihayet ilke olarak
kendi fikirlerine muhalif bir gazeteci. Karakterler rehberi oldukça kalın.
Hayatta iki
müşevviki var: Haber ve inceleme/soruşturma. Öyle iki alıntı, üç telefon
görüşmesi sayesinde çıkarılan haberlere yüz vermiyor. Derin, ayrıntılı, çok
yönlü haber ve araştırma istiyor. En önemli ve en güzel meziyeti, çalışma
arkadaşlarının ifadesiyle, “hep gerçek durumu anladığından emin olmak isterdi”.
Çoğulculuk
ve mesafe sanatı
Çoğulculuk
esasına göre yönetmeye çalıştığı Nouvel Observateur’ün önemli başarılarının
arkasındaki adam. İdam cezasına, ırkçılığa, sömürgeciliğe hep karşı çıkmış,
kürtaj hakkını, erken dönemde çevreciliği savunmuş bir gazeteci.
“Jean, çok iyi bir dergi yöneticisiydi. Bütün
derdi, Fransa’nın önde gelen bütün solcu aydınlarını dergide bir araya
getirmekti. Sosyal-demokrasinin ideologlarına sayfalarını açtığı gibi, André
Gorz gibi anti-kapitalistlere de köşe verdi.”
Jean
Daniel’in bir başka özelliği de çok farklı çizgilerden insanlarla kurduğu
bağlardı. Elysée Sarayı da, Sosyalist Parti’nin genel merkezi de, kilise
yetkilileri de, hatta Paris Camii’nin imamı ile Gérard Depardieu bile gelip
Jean’dan fikir alırdı.
İktidar
sahipleriyle bir gazeteci için fazla içli dışlı. İki örnek: Derginin bir köşe
yazarının Mitterrand’ı sert bir şekilde eleştiren yorumuna tepkisi: “Yazın
doğru. Ama çok sert eleştirmişsin. Mitterrand şimdi beni birkaç hafta Saray’a
çağırmaz. Olsun. Yine de yayınlayacağız bu yazını.” Sonuç olarak belki de fena bir tutum
değil, ama Saray’la ilişkilerle eleştirel bir yazının böyle dengelenmesi?
İkinci
örnek: 1963’te John F. Kennedy ile söyleşi için ABD’ye gidiyor. Kennedy, başta
CIA olmak üzere, yakın çevresine pek güvenemediği için, Fransız gazeteci Jean
Daniel’den Küba lideri Castro’ya bir uzlaşma mesajı götürmesini istiyor.
Bizimki de verilen görevi yerine getiriyor. Ne var ki, mesaj Castro’ya
iletildikten bir gün sonra, Dallas’tan bir haber geliyor: “Başkanı vurdular!”
Bu arabuluculuk misyonu da böylelikle başarısızlıkla sona eriyor. Gazeteci özel
ulak mı?
“Çelişkili”
demiştik ya, Daniel bunu bir daha kanıtlıyor şu cümlesiyle: “Birisinin önünde
eğilmek benim açımdan söz konusu olamaz. Devletin en üst düzey yetkilisi
karşısında bile.”
Jean Daniel
siyasete ve topluma esas olarak bireyler temelinde bakıyor. Mesela insan olarak
Charles de Gaulle, Gaulle’izmden daha önemli ve değerliydi onun gözünde.
“İyi bir burjuva”
Aslında
literatürdeki gazetecilik kimliğinde pek bulunmayan bir resmi etik sorumluluğu
taşırdı omuzlarında. “Gazetecilik dünyasında devlet adamı gibi davranırdı.” Ça
alors!
Yine kabul
etmek gerekir ki, “gazeteciliğe hem edebi hem de felsefi bir boyut katmaya
çalıştı.”
Jean-Paul
Sartre, ki La Cause du Peuple ve Libération’un yanısıra yıllarca Les Temps
Modernes’in yayın yönetmenliği üstlenmiş bir filozof, dolayısıyla bir
gazetecilik ve yayıncılık tecrübesi, bilgisi var, Daniel’in bu gazetecilik
maceralarını çok fazla deşmeden, esas olarak siyasi arenadaki tutumları
nedeniyle, ona “sadece iyi bir burjuvadır” kartvizitini layık bulmuş.
Daniel,
Cezayir konusunda yakın dostu Albert Camus’den farklı düşünüyordu. Çünkü Daniel
hem Cezayirli hem de Fransız sayıyordu kendini. Camus’nün Cezayirliliği ise çok
daha düşük düzeydeydi.
Usta aynı
zamanda bir denge adamıydı, hatta aşırı dengeci. Çok da hırpalamayalım.
Mitterrand kendisine üç kez, demek ki ısrarla, büyükelçilik teklif etmiş,
Daniel üçünü de reddetmiş. Gazetecilikte ısrarlı ve kararlı. Halbuki Ortadoğu
uzmanı, Le Monde’un klas gazetecisi, mütevaffa Eric Rouleau ilk teklifte
Fransa’nın Ankara Büyükelçiliği’ne taşınmıştı.
Oryantalizm
ve ötesi
Doğan
Özgüden’in tanıklığıyla bitirelim bu büyük boy yorumlu Jean Daniel
vesikalığını: Doğan-İnci Özgüden çifti, 12 Mart diktatörlüğüne karşı 1972’de
Paris’te Fransız basınını bilgilendirme turuna çıktıklarında iki gazetecinin
kendilerine özel olarak iyi davrandığını hatırlıyor. Biri, Canard Enchainé’nin
o zamanki yazı işleri müdürü Claude Angeli. Adam haberci, Özgüden çiftine
‘’Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türkiye ekonomisi üzerindeki ağırlığı nedir? Bu
bağlamda Türkiye-Fransa silah ticaretinin boyutları neler?’’ diye sormuş.
Özgüden’ler de Angeli’yi bilahare ayrıntılı olarak bilgilendirmiş. İkinci
gazeteci merhum Jean Daniel. Daha karşılaşmalarının hemen başında Daniel pat
diye sormuş Özgüden’lere.
– Siz terörist misiniz?
– Ne demek istiyorsunuz! Biz de sizin gibi
gazeteciyiz ve buraya size Türkiye’deki insan hakları ihlallerini anlatmaya
geldik.
– Özür dilerim, ama at izi iti izine
karışabilir bir memlekette. Çünkü sizde İsrail başkonsolosu kaçırıldı ve
öldürüldü. Elrom’u kaçıran grubun Paris’te de adamları varmış diye duymuştum
da…
Bu nahoş
girizgâhtan sonra Daniel, Özgüden’lere o zamanların genç muhabiri Kenize
Murad’ı tanıştırmış ve V. Murat’ın torunu Kenize hanım onlarla bir söyleşi
yapmış.
Uzun yıllar
Batı Avrupa’da yaşadığım için kendimi ikinci sınıf da olsa “Oryantalizm uzmanı”
olarak niteleyebilirim. Sonradan oryantalist olanlar pek vahim olur.
Şimdi Daniel
ile Angeli’nin Özgüden’lere yönelik sorularını kıyaslayalım. Biri son derece
anlamlı, somut ve siyasi bir soru soruyor. Öteki, Türkiye’de binlerce insan
baskı altında iken İsrail başkonsolosunun kaçırılıp öldürülmesinden yola
çıkarak Türkiyeli meslektaşını “Siz terörist misiniz?” diye karşılıyor. Üstelik
söz konusu karşılaşma Kudüs’te değil, Paris’te cereyan ediyor. Bu garip
karşılama sorusunu soranın Cezayir doğumlu olup sonradan Fransız olması bir
handikap mı?
Bu aralar
Fransız basın tarihini inceleyen kitaplar okuyorum. Gazeteciliğin ne kadar
siyasi, ne kadar ideolojik ve tabii ki ne kadar toplumsal/kültürel bir meslek
olduğunu anlatan çok ilginç örneklere rastladım. Keşfettiğim bir başka nokta:
19. ve 20. yüzyılda Fransa’da gazete kuran ve yönetenlerin neredeyse hepsi çok
iyi eğitim almış, doktoralar yapmış, kitaplar yazmış aydınlar. Sağcı Figaro’da
da komünist Humanité’de de durum bu. Bir büyüğüm vakti zamanında demek ki
boşuna dememiş şu sözü: “Öyle gazete kültürüyle, sadece gazete okumakla aydın,
hatta iyi gazete yöneticisi olunmaz. Öyle ancak iyi bir gazete okuru olabilirsin.
Zor, karmaşık ve ciddi bir iştir gazetecilik.”
Ömrünü bu
zor, karmaşık, ciddi işin hakkını vermeye adamış bir gazeteciydi Jean Daniel.
Her şeye rağmen saygı duruşunu hak ediyor. (SON/RD)
Yorumlar