Ana içeriğe atla

AHMET ŞIK’I NEDEN TUTUKLADILAR?

Pembe gözlükler lazım 
simsiyah gerçekleri gizlemek  için…

·      Gazeteci’ dediğin, Başkanın uçağında poz verip sırıtacak. Gazetesi pek satmasa da cebini dolduracak. Milli ve yerli olup dünyaya savaş açan adamın sözcüsü olacak. Beyaza siyah diyecek ki, iktidar seni övsün. Bunları yapmayınca...

Meslekdaşımız Ahmet Şık’ın yazdığı haberler ve attığı tvitler nedeniyle gözaltına alınıp tutuklanması, sadece gazeteciler dünyasında değil, kamuoyunun önemli bir kesiminde, ki buna bazı AKP milletvekilleri de değil, infiale yol açtı. Sosyal ya da geleneksel medyada, Şık’ın tutuklanmasına tepki gösterenler, tutuklama kararı veren hakimin gerekçesine özel olarak karşı çıktı. Çünkü hakim, Şık’ın, yani bir tek gazetecinin çeşitli haberlerinde, PKK, DHKP-C ve FETÖ propagandası yaptığını iddia etti. Üstelik, hukuki hiçbir niteliği/geçerliği olmayan bir şekilde de, bu üç örgütün aslında farklı hatta çelişkili örgütler gibi görünmesine rağmen, ‘medyada yer alan değerlendirmelere’ de atıfta bulanarak, Türkiye’nin bir kokteyl terör saldırısı altında olduğunu ima etti. Hakim bu söylemiyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşlerini tutuklama gerekçesi olarak karara geçirmiş oldu.

Şık’ın tutuklanmasına itiraz edenler, Ahmet’in bir süre önce F.Gülen hakkında yazıp yayınlayamadığı bir kitap nedeniyle, Gülenci bir komplo ile tutuklanıp hapis yattığını da hatırlıyor, biliyor.

HABER, PROPAGANDANIN TAM TERSİ

Bağımsız, tarafsız ve adil olmadığı artık neredeyse her hükümde kanıtlanan yargı, tıpkı siyasi iktidar gibi, - yürütme ya da Saray da diyebiliriz-, gazetecilikle propagandayı aynı faaliyet olarak algılıyor  ve göstermeye çalışıyor. Ahmet, gündem gereği, PKK, DHKP-C ve FETÖ konusunda haberler yayınlamış, devlet de, siyasi iktidarıyla yargısıyla, yayınlanan bu haberleri propaganda olarak addediyor ve suçluyor.

Oysa ki habercilikle propaganda, birbirine neredeyse zıt iki faaliyet. Habercilik gazetecilerin işi, propaganda esas olarak siyasilerin, devlet yöneticilerinin işi. Bu iki faaliyet arasında iki önemli fark var. 

Birincisi, haber, mümkün olabildiğince gerçeği aktarmaya çalışır, propagandada ise mutlaka bir yalan, yarım ya da çeyrek gerçek vardır. 

İkinci fark: Gazeteci ile yaptığı haber arasında bir çıkar ilişkisi olmaz, olmamalıdır. Yani bir muhabir, kendisi, gazetesi, ailesi, yakınları ya da mensup olduğu milli, etnik, siyasi, dini, ideolojik gruba çıkar sağlamak için haber yapmaz. Muhabirin en önemli ve birincil sorumluluğu, yaptığın haberin doğru olmasıdır. İkinci kriter de haberin kamu çıkarına hizmet etmesidir.

Propagandacı ise bir gerçeği, kendisi, partisi, yakınları, mensup olduğu siyasi, ideolojik, kültürel cemaate yarar sağlamak amacıyla büken, eğen, tahrif eden, abartan ya da küçümseyen ya da gizleyen kişidir. Propagandacı ile yaptığı propagandanın içeriği arasında çoğu zaman doğrudan, her zaman da dolaylı bir çıkar ilişkisi vardır. 

Propaganda deyince akla gelen ilk klasik örnek, Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels… ‘Halkın Eğitimi ve Propaganda Bakanı’ Goebbels, Nazileri, Hitler’i, ırkçılığı, Yahudi ve solcu düşmanlığını över, özgür düşünceyi karalar kötülerken, bu sayede kendisinin bakan olmaya devam edebileceğini, bu sayede Nazilerin iktidarının sürebileceğini düşündüğü için böyle davrandı.

Ahmet’in yargı tarafından suçlanan haberlerine bakalım: PKK, DHKP-C ya da FETÖ konulu haberler, öncelikle doğru ve kamu çıkarı güden haberlerdir. Ahmet bu üç konuda da doğru, tüm tarafların görüşlerine yer veren,  dengeli, güvenilir, inanılır, hızlı haberler yazdı. Bu haberler Ahmet’e herhangi bir kişisel, ailesel, grupsal… menfaat sağlamadı.

Dolayısıyla hakimin propaganda tezi/iddiası çökmüştür. Üstelik, zaten aynı kişinin, birbirleriyle en azından ihtilaflı üç örgütün propagandasını yapması somut olarak mümkün değil.

İKTİDARIN YARGISI FÜTURSUZ

İktidar da, yargı da, aslında hukuku rafa kaldırmış olduğu için, hak, usul, yasa, meşruluk gibi kavramları hatta mantık, izan, akıl gibi temel değerleri ayrıntı olarak addediyor. Ayrıca  birincil dürtüsü siyaset ve muhalefeti ezmek olduğu için de, ‘Bana hukuk mukuk demeyin… Anlamam. Şık muhaliftir, susturulmalıdır. O kadar’ mesajını veriyor. Kendi çapında hukuka, topluma meydan okuyor.

Bir gazeteci, bir haberci ya da bir gazete ya da radyo, televizyon nerede nasıl değerlendirilir? Herhalde Emniyet’te, Savcılık’da ya da Ağır Ceza Mahkemesi'nde değil! Gazetecilik/habercilik esas olarak yurttaş yani okur/izleyici/dinleyici tarafından değerlendirilir. Hemfikir değilse, o gazeteyi almaz, yayınlanan görüşlere karşı ise, okur mektubu yazar. Olumsuz bulduğu görüş ve fikirlere karşı, yine fikirle yani çeşitli demokratik/barışçı yöntemlerle muhalefet eder. Bir haber, gazetecilik meslek örgütleri içinde ya da iletişim akademilerinde değerlendirilir. Ahmet de zaten ifadesinde, mesleğinin yargı tarafından sorgulanamayacağını açık bir dille söylemiş.  

GARİP BİR MEDYA ELEŞTİRİ TÜRÜ

Bizde nerede ve nasıl değerlendiriliyor gazetecilik?
-         * Gazeteci evinin önünde saldırıya uğruyor, dövülüyor
-         * Gazete binası kalabalık bir güruh tarafından basılıyor, cam çerçeve indiriliyor
-         * Eskiden bilhassa Kürt bölgelerinde gazeteciler enselerine sıkılan bir kurşunla öldürülüyordu
-         * Yukarıdan gelen bir telefonla gazeteci işten atılıyor
-         * Gazete ya da radyo-televizyona kayyım atanıyor, herkes topluca işten çıkarılıyor
-         * Sorgusuz sualsiz televizyonunuz yayın platformundan çıkarılıyor
-         * Bir sabah erkenden polis evinizi basıp sizi alıp götürüyor…
-        *  Bir süre sonra avukatlar kadar Adliyelere gitmek zorunda kalıyorsunuz
-         * Akıllarınca sizi adam etmek için hapisaneye koyuyorlar…

MEDYATİK GERÇEK, HAKİKİ GERÇEĞİ DEĞİŞTİREMEZ!

İktidarın dolayısıyla da yargının yanıldığı bir nokta daha var: Bir olumsuzluğu, sözkonusu olgunun yansımalarını silmeye çalışarak, onu ortadan kaldıramazsınız. Ahmet’i tutuklamakla, PKK, DHKP-C ve FETÖ’ye karşı mücadele edemezsiniz. Tam aksine, mesela FETÖ, büyük bir ihtimalle Şık’ın tutuklanmasından memnun bile olmuştur. Ahmet’in tutuklanması, PKK ve DHKP-C’nin tezlerinin doğrulanması için bir fırsat olarak da okunabilir.

Ahmet Şık’ın tutuklanması ve ardından gelişen tepkiler, bize, gazeteciliğin bir kez daha ne kadar önemli bir siyasi/toplumsal muhalefet aracı olduğunu gösterdi. Zaten, iktidarın bağımsız gazeteciliğe yönelik saldırıları, haberciliğin önem ve gücünü gösteriyor. 17-25 Aralık skandalından, diplomasız Cumhurbaşkanına, yerle bir edilen Kürt il ve ilçelerinden Suriye’deki teröristlere gönderilen silahlara kadar bir dizi hukuksuzluk, gayrı kanuni ve gayri meşru faaliyet gazetecilik sayesinde ortaya çıkarıldı. 

Tüm bu örnekler, gazeteciliğin esas olarak, doğa ve yapı olarak muhalif bir meslek olduğunu da gösterdi. Yine, gazeteciliğin güzel ve doğru tanımlarından birini de bir kez daha teyit etti: ‘Gazetecilik, kimilerinin yayınlanmasını istemediği haberleri yayınlamaktır. Gerisi reklam ve halkla ilişkilerdir’. Buradaki ‘kimileri’, kaçınılmaz olarak güç ve iktidar sahipleri…  Biraz daha açmak gerekirse, foyalarının ortaya çıkmasından, daha da yaygınlaşmasından korkan güç ve iktidar sahipleri…

Türkiye’de ve demokrasisi gelişmemiş diğer ülkelerde, siyasi iktidarlar (ekonomik, askeri ve ideolojik iktidarları da unutmayalım), medyayı olduğu gibi ele geçirip yönetmek ister. Onlar, böylece, topluma, kendi istedikleri dünyanın imajını verdiklerine inanır. İktidar medyası her şeyi toz pembe göstermeye çalışır. Muhalefete olabildiğince yüklenir, muhalifleri karalar, kötüler. Genel olarak eğitim ve kültür düzeyi yüksek olmayan toplumlar, özellikle görsel-işitsel medya organlarının yaydığı bu pembe gerçeklere inanmaya teşnedir. Din gibi kaderci ideolojilerin güçlü olduğu kesimlerde, sorgulama, eleştiri, yüzleşme, karşı çıkma kültür ve pratikleri de zayıf ise, bu egemen medyanın faaliyetleri hiç olmazsa bir süre ve belirli bir kesim üzerinde etkili olabilir. Ama yalan, propaganda, haber gizleme, haber tahrifatı, ilelebet ve tüm toplum üzerinde egemenlik kuramaz.

Dolayısıyla, egemenlerin,  medyayı (‘Muhalif medya’ nitelemesi bana garip geliyor, çünkü medya yapısı, işlevi gereği zaten muhalif olmalı!) susturmaya/bastırmaya çalışması onlara ancak taktik bir başarı sağlayabilir. 

Gerçekle uzun süre kavga edilmez. Gerçeği anlar ve kabul edersiniz, sonra da gereğini yaparsınız. Gerçeği inkâr etmek, farenin dağa küsmesidir.

YANDAŞ MEDYA YANDI MI?

Bu arada, haberlerinde Ahmet’in gazeteci olduğunu gizleyen, gözaltı ve tutuklama bilgisini resmi yargı makamlarından önce yayınlayan, nihayet bir meslekdaşlarının (acaba?) tutuklanması karşısında ya susan ya da sevincini gizlemeye çalışan egemen medya ve mensuplarına ne demeli? Propagandanınn teorik ve pratik neredeyse tüm unsurları/boyutları egemen medya ve mensuplarının günlük rutini haline gelmiş durumda.
Ahmet’in tutuklanması, bizi bir süre, bazı iyi gazetecilik örneklerinden mahrum bırakacak. Bir meslekdaşımızın hürriyeti bir süreliğine engellenmiş olacak. Üstelik ve neyse ki, iyi gazetecilik örneklerini yaratan bir tek Ahmet Şık yok.
Duydum, ‘Onların hepsini içeri alırlar’, dediniz. Alsınlar. Olumsuzluklar, hukuksuzluklar yazılmadığı, fotoğraflanmadığı, görüntülenmediği için ortadan kalkmıyor ki… Aksine artıyor.
Unutmayalım. Bugün yabancı medya ve sosyal medya var. İktidar bu iki mecraya pek diş geçiremiyor. Diyelim onları da bertaraf etti.  Düşünen, konuşan insan var oldukça, muhalefet de var olacak… Yani gazetecilik de…




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla