Ana içeriğe atla

SİZ BU MEDYA HEP BÖYLE Mİ GİDECEK SANIYORSUNUZ?


Restorasyon Dönemi Hazırlıklarına Başlamak Gerek

Erdoğan ve AKP devleti, insanlarda, doğada, hukukta, ekonomide, eğitimde, medyada ve diğer sektörlerde büyük tahribatlar yarattı. Bu yıkımı temizleyip yeni bir gelecek kurabilmek için tüm olumsuzluklarla yüzleşmek gerekir. Bilanço çıkaracağız, döküm yapacağız, ayrıntılı ve somut bir sorgulama gerek. Sonra da yaptırımlar uygulanacak ki, bu olumsuzluklar bir daha yaşanmasın. Medya alanı için bir dizi öneri...


Türkiye’de R.Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi,  özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, insanlık, hukuk, ekonomi ve maliye, doğa, çevre, eğitim, medya gibi çok çeşitli alanlarda olağanüstü büyük tahribatlar gerçekleştirdi.

AĞIR TAHRİBAT BİLANÇOSU

Kürdistan’da ve diğer bölgelerde onlarca çocuk, genç ve yaşlı insan öldürüldü. Bu katliam ve cinayetlerin çoğu, ciddi bir soruşturmaya tabi tutulmadan gündemden düşürüldü. Kürtler, Aleviler, solcular Gezi’den bu yana morg kapılarında, cenazelerde, taziyelerde bir araya gelebildi.
HSYK ve diğer kurumlarda yapılan sözümona yasal düzenlemelerle adalet tamamen siyasi iktidarın bir yan kolu gibi çalışmaya başladı. Öyle ki, Türkiye tarihinde ilk kez hakimler, savcılar tutuklandı, bazı savcılar da ülkeden kaçmak zorunda kaldı.

Ekonomi ve maliye, son seçimlerden sonra, Ali Babacan gibi işinin ehli üstelik uluslararası çevrelerin güvenini kazanmış bir siyasiden mahrum olarak, damada ve Saray’a yakın kişilere teslim edilirken, özellikle Putin’in yaptırımlarının henüz ne derece yıkıcı olabileceği bile hesap edilemiyor. Ekonomi ve maliye, üretimsizlikten yakınırken, dış siyasi konjonktür nedeniyle, sıcak para akışının da yavaşlaması sonucunda krize doğru hızla yol alıyor. Bu arada Saray’ın rüşvet ve yolsuzluklarının yanısıra, IŞİD petrolünün pazarlanması sıkıntısı nedeniyle ekonomi güç günler yaşıyor.
Mevcut yönetim, kâh TOKİ marifetiyle, kâh otoyol-köprü yapımı yüzünden ya da HES ve nükleer enerji santralleri inşası nedeniyle doğayı  katletmesi, inşaat mafyasının en güçlü sektör haline gelmesi, özellikle büyük kentlerde yaşamı katlanamaz hale getirirken, tarım alanlarının daraltılması da ayrı bir sıkıntı.

Keza eğitim alanında da, 4+4+4 uygulaması ile başlayıp bugün kız-erkek ayrımına kadar giden süreçte, tüm eğitimin imam hatipleşme eğilimi laikliği tehdit ediyor.

Tüm bu alanlardaki tahribat, Türkiye’yi her açıdan geriletirken, yıkımın düzeyi ve niteliği, restorasyon döneminin ne denli güç gelişebileceğini gösteriyor. Örneğin, rakamla ifade etmek gerekirse, Türkiye bugün bütün alanlarda eksi 20’lerin seviyesine inmişse, durumu normal hale getirmek, yani sadece 0’a çıkmak için bile, kısa vade gelecekteki restorasyonu yürütebilecek beceri  ve yeteneğe sahip henüz alternatif görünemediği için de, olağanüstü çaba ve mücadele gerekecek.


İKTİDAR MEDYANIN YAPISINI, RUHUNU BOZDU

Medya alanına gelince, basın tarihi kitapları olsun, Abdülhamid dönemi olsun, Demokrat Parti zamanı olsun, sonra yaşadığımız 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül günleri olsun...Bunların hiç birinde basın bugünkü kadar baskı altında kalmamıştı. Olumsuz örnekler arasında kıyaslama yapmak ya da bunları hiyerarşiye koymak çok anlamlı bir girişim değil. Osmanlı’da sansür baskı her dönem var idi. Ne var ki bugün, siyasi iktidar, neredeyse tüm medyaya karşı eşzamanlı olarak sansür, otosansür, ajitasyon-propaganda, manüpilasyon, medya mülkiyetini kayyım aracılığı ile ele geçirme yöntemlerini kullanmasının yanısıra gazeteci kılığına girmiş Saray sözcüleri ve kalemşörleri, meslekdaşlarımızın öldürülmesini, hapise atılmasını ya da işten çıkartılması gerektiğini söylüyor, yazıyor.
Bu karanlık tablonun  değişmesi zaman alacak. Sabırlı bir çalışma, intikamcı olmayan ama cezasızlığı savunmayan bir yaklaşım gerekecek.

BATI’DAN ÜÇ ÖRNEK

Fransa’da Nazi işgalinin ardından işbirlikçi General Petain dönemi sona erip Kurtuluş sağladığında, Nazi yanlısı basın neredeyse tamamen piayasadan çekilmişti. Çünkü Direnişçiler, zaten daha işgal koşulları altında Londra Radyosu dahil, ülke içinde de gizli olarak gazetecilik faaliyetini sürdürmüşlerdi. Albert Camus’nün de betimlediği üzere Kurtuluş sonrası bu eski yeraltı basını yasal olarak Fransız gazeteciliğinin kaderini eline aldı. Örneğin yeni dönemde de Hubert Beuve-Méry’nin  Le Monde gazetesi piyasaya çıktı. Keza daha yakın zamanda İspanya ve Portekiz’de de Franco ve Salazar diktatörlüklerinin devrilmesinin ardından, ülke içinde nispeten küçük ama diasporda güçlü bir anti-faşist gazetecilik faaliyeti sürdürülmüş olduğu için, yeni demokratik dönemde, örneğin İspanya’da El Pais’in kuruluşu ile eski faşist gazetecilik piyasadan silindi.

Kuşkusuz her ülkenin ve her tarihi vakanın kendine has koşulları, özellikleri var. Bu nedenle de  Fransa, İspanya ve Portekiz örneklerini, tipik/klasik, olduğu gibi benimsenip kopya edilecek rol modeller olarak almaktansa, esinlenebileceğimiz, bilgi ve tecrübe dağarcığımızda  bulunması gereken somut deneyimler/örnekler olarak  kaydetmekte yarar var.

UZUN VADELİ SABIRLI BİR ARKEOLOJİ

Gazete, radyo ve televizyonlar ile İnternet sitelerinin arşivleri bizim için önemli bir kaynak. Restorasyon döneminde, üstelik de siyasi iktidarın olduğu gibi demokratik bir partinin eline geçmesini beklemeden, olanak elverdiğince, somut, derin, belgeli bir yüzleşme/eleştiri/özeleştiri mekanizması kurmamız gerekecek. Gazeteciler, meslek kuruluşları, okurlar özellikle de medyadan mağdur yurttaşlar, iletişim akademisyenleri ile bir araya gelip, bir dönemin ayrıntılı bilançosu çıkarmak durumunda.

Kim ne zaman hangi konuda ne yazdı? Kamu çıkarı yerine neden ve nasıl oldu da iktidar çıkarını ya da özel çıkarı savundu?  Ajitasyon-propaganda, manüpilasyon, haber tahrifatı, haber gizlemesi nasıl ve kim tarafından yapıldı? Haberin yayınlanmasında iç ve dış müdahaleler nasıl gerçekleşti?
Bu sorulara ayrıntılar bulmak gerekir.

Kuşkusuz uzun yıllar boyunca tüm haberleri bu soru süzgeçlerinden geçirmek mümkün değil. Ama hiç olmazsa en önemli haberleri mutlaka otopsi masasına yatırmak şart. Kasıtlı olarak yanlış verilen haberin sorumluları kimlerdi?

Bu süreçte dikkat edilmesi gerek bir nokta da mutlaka adil olunması. Bu nedenle her zaman somut bilgi ve belge üzerinde çalışılması şart. Ayrıca savunma hakkı da her seferinde sınırsız ve koşulsuz bir şekilde itham edilen kişi ve kurumlara tanınmalı.

Yanlış anlaşılmasın, tüm bu sorgulama/yüzleşme/ eleştiri-özeleştiri sürecini bir mahkemenin yürütmesi sözkonusu değil. Bu çalışma, daha önce Güney Afrika Cumhuriyeti, Kuzey İrlanda ve bazı Latin Amerika ülkelerinde başarılı bir şekilde işlemiş olan ‘Gerçek ve Adalet Komisyonlarında’ olduğu gibi yani sivil ve mesleki bir yapı tarafından, resmi mekanizmaların kısmen ya da talep üzerine devreye girmesi ile yapılabilecek bir çalışma.

Sözkonusu çalışma salt teorik ya da akademik bir girişim değil. Dolayısıyla yapılan inceleme-soruşturma sonucunda, özel olarak bazı medya organlarını ya da gazeteci kılığındaki kiralık/satılık kalemleri, ibret olsun diye, ağır cezalara çarptırmak da esas amaç değil. Amaç, bu tür olumsuzlukların, çarpıtmaların, sansür ya da yalakalığın bir daha tekrar etmesini önlemek. Meslek kuruluşları, aslında halen tüzüklerinde bulunan madde ve hükümleri uygulamakla yetinseler bile, bu ağır mesleki suçları işlemiş olanların, orantılı bir şekilde yaptırımlara uğraması gerekir. Teşhir, yeterli bir yaptırım olamayacağı için, ya belirli bir süre ya da  süresiz bir şekilde meslekten men etmek gibi yaptırımlar uygulanabilir.

Bu tür bir çalışma yapılmaz ise, restorasyon döneminde, sadece medya alanında değil, diğer alanlarda da, baskı ve olumsuzlukların sürmesi gündeme gelebilir. Belki bir tek farkla: O zaman bugünün mağdurları, yarının baskıcıları haline gelir ki, sanırım kimse böyle kör bir döngüye girmek istemez.

(*) Tükenmez dergisi Ocak 2016 sayısından 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla