Psikolojik Propagandanın Zaafları
· İçişleri Bakanlığının Eylül 2015
tarihli gizli belgesi Kürt bölgelerinde halen sürmekte olan kırım harekatının
medyaya nasıl yansıtılması gerektiği konusunda önemli ipuçları hatta bilgiler
veriyor. İktidar-Gerçek-Medya ilişkilerinde onlarca kez denenip başarısızlığa uğramış
olan bu psikolojik harekata hala ihtiyaç duymaları manidar...
İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünün 2015
Eylül tarihli ‘Gizli’ damgalı belgesi,
siyasi iktidarın Kürt bölgelerinde halen sürmekte olan kırım
harekatının medyada nasıl temsil edilmesi gerektiği konusunda önemli bir belge.
Haber, biliyorsunuz, özellikle iktidarların yayınlanmasını
isemedikleri bilgiler olduğuna göre, bu haber nedeniyle DİHA’yı ve Amed muhabiri Çağdaş Kaplan’ı kutlamak gerekir.
Sözkonusu belgenin, yayınlandıktan yaklaşık 48 saat sonra
bile, resmi makamlarca tekzip edilmediğine göre, hakiki olduğunu kabul
ediyoruz.
Belgenin içeriği, aslında bugün halen sürmekte olan harekatın
planlaması, uygulanması ve beklenen
sonuçları hakkında bir çok ipucu hatta bilgi veriyor.
Öncelikle, böyle bir belgenin ‘Gizli’ damgası taşıması,
gerek harekatın gerekse harekatın medyaya yansıtılması sürecinde, yasal ve/veya
meşru olmayan bazı boyutlar olduğunun göstergesi. Büyük Türk devleti, ‘Gizli’
ibaresi taşıyan bir belgenin, sadece, en fazla iki buçuk ay içinde, en radikal
muhalifi olan bir haber ajansı ve gazetede yayınlanmasını engelleyememişse, büyüklüğünün
bir kanıtını sunmuş olmuyor mu? Günümüz iletişim teknolojisi aslında şeffaflık
ve katılımcılık sayesinde, yerli Snowden’ların
da yardımıyla, bu tür gizli belgeleri, her türden ‘Devlet Sır’larını nispeten
kısa süreler içinde kamunun bilgisine
sunuyor. Kendi toprakları içinde gizli bir silah nakliyatını beceremeyen
istihbarat teşkilatının devleti, İller İdaresi Genel Müdürlüğünü de pek iyi
idare edemiyor anlaşılan!
Bugün su yüzüne çıkan belge, aslında yeni bir zihniyetin
ürünü değil. Haberde de (Bkz. http://ozgur-gundem.com/haber/152693/iste-psikolojik-savasin-belgesi)
zaten, 10 maddelik bu güncel belge ile Dersim
kırımı sırasında, 1937’de dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun
gazetelere gönderdiği 5 maddelik talimatın büyük benzerlikler arzettiği
belirtilmiş. Keza 90’lı yıllarda da
devlet, medyaya yönelik olarak, 1937’dekine ya da bugünküne benzer gizli/açık
emir ve talimatlar yayınlamıştı.
İletişim profesörü ünvanlı kimi şahsiyetler, vakti zamanında
hükümet ya da Genel Kurmay’ın siparişi üzerine, ‘Medyayı Kullanma’ konusunda tavsiye
raporları hatta kitaplar da yazmıştı. Tüm bu girişimlerin kaynağı ve ilham
kökeni, ABD kontr-terör edebiyatıdır, unutmayalım. ABD, bilhassa Vietnam
yenilgisinden sonra bu konuya ağırlık vermiş, kiralık sosyolog, psikolog,
siyasal bilimci ve iletişimcileri bir araya getirip savaş-medya konusunda
önlemler almaya çalıştı. Ne var ki tüm bu tedbirler, ABD’nin bilahare Irak’ta
yenilgisini önleyemedi.
Belgede, yapılacak düzenlemelerin amacı olarak ‘Provokasyonları
ve dezenformasyonu engellemek, kamuoyunu bilgilendirmek’ deniyor. Ne ulvi bir
amaç değil mi? İyi de bunu neden gizli belgeyle yapıyorsunuz? Bilgilendirmenin
en temel ilkesi şeffalık değil mi?
Belgede ayrıntısı açıklanmayan bir ‘Bilgi dağıtım ağı’ndan
sözediliyor. Belgede ayrıntı yok ama egemen medyaya baktığımızda bu ağın kaynağını
ve kullanıcılarını görmek mümkün.
‘Öncelikle AA muhabirleri’ ne demek? Sözkonusu belge neden
sadece AA ve TRT’ye gönderiliyor? Siz kamuoyunu
bilgilendirmek istemiyor muydunuz?
Hürriyet’e, Sabah’a neden göndermediniz bu belgeyi? Anlaşılan belgeyi
göndermemişsiniz ama belgenin talep ettiği haber ve bilgiler sözkonusu medya
organlarına gidiyor, onlar da gayet güzel kullanıyor.
Yabancı muhabirleri de akreditasyonla gözetim
ve denetim altına almaya kalkışmışsınız ama yabancı medyaya baktığımızda
bu önlem pek geçerli olmamışa benzer. Keza sizin kurduğunuz bilgi dağıtım ağı
da galiba iyi çalışmıyor. Çünkü mesela bugün yandaş medyanın çeşitli
organlarında ‘öldürülen terörist sayısı 77 ile 123’ arasında değişiyor. Merkez
iyi çalışmıyor. Okur bu farklı rakkamlar nedeniyle yandaş medyaya da inanmaz,
güvenmez.
Bu belgeyi hazırlayan İller İdaresi Genel Müdürlüğü uzmanlarına
bir kaç soru:
-
Öncelikle siz neden uzmanı olduğunu sandığınız
konularla ilgilenmiyorsunuz da, kalkıp bu ajitasyon-propaganda işlerine
bulaştınız?
-
Onlarca ‘PKKlı teröristi’ haberlerinizde
öldürüyorsunuz da neden bunlardan birinin bile adı-sanı, cenazesi hakkında en
küçük bilgi, flu da olsa bir fotograf yayınlayamıyorsunuz?
-
İHD ya da TTB gibi kurumların dökümlerinde belirtilen ölülerin,
kime ait, ne tür kurşun, bomba, roketlerle öldürüldüğü konusunda sizde herhalde
ayrıntılı bilgiler vardır. Bunları neden ‘bilgi dağıtım ağı’ yoluyla kamuoyuna
iletemiyorsunuz?
-
Keza, inandırıcı olmak için, evleri, camileri
yıkıp yakan silahların, mermilerin, topların kime ait olduğu konusunda sizde
mutlaka bilgi vardır. Neden bu bilgileri dağıtmıyorsunuz?
-
Belli ki, harekata ‘temizlik’, ‘süpürme’ gibi aşağılayıcı
sıfatlar önermişsiniz, iktidar sözcüleri ve egemen medya da bu sıfatları
benimsemiş ve kullanıyor. Kendi vatandaşlarınıza, eğer yasaları çiğnemişlerse
bile, sadece ‘şüpheli’ demeniz gerekmez miydi?
-
Harekat sırasında yaşamını kurşun, roket ya da
bomba ile kaybeden, yedi yaşındaki çocuktan yetmiş yaşındaki kadına kadar tüm
bu insanların medyaya nasıl yansıtılması gerektiği konusunda bir yönlendirme
yapmayı unutmuşsunuz galiba...
-
Keza, yine harekat sırasında öldürülenlerin
cenaze törenlerine katılan binlerce yurttaşla ilgili haber ve fotograflar için
de bir önlem öngörmemişsiniz anlaşılan...
Sonuç olarak, İçişleri Bakanlığının bu gizli belgesi bir acz
ifadesi, bir beceriksizlik-yeteneksizlik itirafı ayrıca da kötü bir dezenformasyon tezahürü.
1937-38’de Dersim’de aynı tedbirleriniz aldınız. Keza 90’larda
bugünkü gizli belgeye benzer onlarca talimat yayınladınız. Ama bugün özellikle
Kürt halkı sizin bu yaklaşımlarınızın hiç birine zerre kadar inanmıyor. Aklı
başında hiç bir yurttaş da bu talimatlarla düşünmez. Cizre’de, Silopi’de, Sur’da,
Gever’de, Kerboran’da, Nusaybin’de yaşayan binlerce yurttaş, oğullarını,
kızları, analarını, babalarını, yakınlarını kaybeden yüzlerce insan, bizzat yaşadığına, kendi gözüyle gördüğüne mi
inanacak yoksa sizin bu şatafatlı talimatlarınıza mı?
Sansür, ki yaptığınız sansürün dik alasıdır, ancak belirli
bir süre ve ancak belirli bir kesim üzerinde etkili olabilir. Baskıyla,
manüpilasyonla, ajitasyonla, propaganda ile, geleneksel ya da sosyal medya
üzerinden kalıcı, uzun vadeli ve tüm kamuoyunu kapsayan bir algı operasyonu, tarihin hiç bir
döneminde, hiç bir ülkede başarıya ulaşmamıştır.
Gerçek, o kadar güçlü ve uzun solukludur ki, bir gün bu
belge mahkemede suç delili olarak karşınıza çıkar.
Yorumlar