Medya Eleştirmeni Duran, "AKP'nin seçim yenilgisi, HDP'nin başarısı,
egemen medyanın da yenilgisi ve başarısızlığının temel nedeni oldu" dedi.
25 Ağustos 2015 Salı 11:05
HABER MERKEZİ - ALİ BARIŞ KURT
Medya Eleştirmeni Duran, "AKP'nin seçim yenilgisi, HDP'nin başarısı,
egemen medyanın da yenilgisi ve başarısızlığının temel nedeni oldu" dedi.
Egemen medyanın çok sık yalana başvurduğuna ve ırkçılığa kayan bir çizgiyi
temsil ettiğine dikkat çeken Duran, "Bölgenin insanları senin yazdığına mı
inanacak yoksa her gün yaşadığı baskı ve zulme mi" diye seslendi.
Gazeteci-Yazar, Medya Eleştirmeni Ragıp Duran ile ana-akım ve AKP yanlısı
medyanın AKP'nin savaş konseptiyle birlikte belirginlik kazanan, kara
propaganda içeren yayıncılığını konuştuk...
'7 HAZİRAN'DA AKP GİBİ EGEMEN MEDYA DA YENİLDİ'
Ana-akım medyanın veya daha doğrusu; AKP
yanlısı medyanın savaş konseptiyle paralel olarak dili devlet diline, yayın
politikası devlet politikasına benziyor. Yeni bir durum olmasa da, bunun 7
Haziran Genel Seçimleri ile de bir ilgisi var mı?
7 Haziran'da, hatta biraz daha öncesinde, yandaş medyada, AKP yanlısı
medyada birtakım kıpırdanmalar, huzursuzluklar olduğu yolunda bilgiler
sızmıştı. Sancak medyasının üç önemli yöneticisinin işten çıkartılması, yine
tek tek bazı muhabir, köşe yazarlarının dışlanması bu sürede gelişti. 7
Haziran'dan sonra yapısal değişiklik başladı. Yandaş medya yani adı üstünde
iktidara bağlı medyanın, iktidar kadar gücü olduğu için, iktidarın gücü
azalınca kendi gücü de azaldı. AKP'nin seçim yenilgisi, HDP'nin başarısı,
egemen medyanın da yenilgisi ve başarısızlığının temel nedeni oldu.
7 Haziran'dan önce -yazılı basın için söylüyorum- resmen ilan ettikleri
tiraj, gerçek tiraj rakamlarının en az iki misliydi. Ayrıntılı liste, rakamlar
yayımlandı, kimse inkar edemedi, tekzip etmedi. Kendi gücünü büyük göstermek
için tirajını fazla gösteriyordu. Bir işe yaramadı.
Yakın zamanda yandaş yazarlar birbirlerine girdi, 'Aramızda 7 hain var'
dediler. AKP'ye yakın bir köşeci bile Erdoğan'ı eleştirmek zorunda kaldı.
Manşetlere, yazılara, haberlere bakınca anlıyoruz ki, egemen medya 7
Haziran'dan sonra inisiyatifi kaybetti. Halbuki AKP daha önce çeşitli
girişimlerle öne geçiyordu ve diğer kesimler ona karşı cevap yetiştirmeye
çalışıyordu. 7 Haziran'dan sonra Kürt, HDP düşmanı politikalarını
yoğunlaştırmakla beraber yükselen muhalefete karşı tutum almak zorunda kaldılar
çünkü inisiyatif artık yandaşların elinde değildi. AKP okuru nezdinde bile AKP
medyası güvenilirliğini, inanırlığını neredeyse tamamen yitirdi.
Seçim kampanyası boyunca usulsüzlükler, yasaya, anayasaya karşı örnekler
vardı, tabii hepsini gizledi, tek başına iktidara geleceği propagandasını yaptı
ama seçmenler bu senaryoyu tekzip etti. 7 Haziran öncesi propaganda, ajitasyon
haber gizleme, tahrifat bir işe yaramadı. Gazeteci satın almakla, gazete satın
almakla seçim kazanılmıyor. Büyük ölçüde bu akıl tutulması, amiyane tabirle
saçmalama özgürlüğü ağır bastı.
'Saçmalama özgürlüğü'nü biraz açsak...
Yakın dönemden bir örnek vereyim; kardeşi öldürülen yarbay önemli bir
çıkışta bulundu. İlk kez bu kadar üst düzey asker, sonuna kadar söyleyeceğini
söyledi. Genel olarak da doğru şeyler söyledi. Egemen medya 'PKK ağzıyla
konuştu' ve 'Paralel ağzıyla konuştu' başlıklarını attı. Yarbay düzeyine gelmiş
bir yetkiliden bahsediyoruz. Askeri okuldan çıkıp yarbaylığa kadar gelmiş.
Şimdiye kadar paralelci, PKK'li değildi de şimdi mi oldu... Buna kimse inanmaz.
O gazeteyi okuyan da, o haberi yazan da inanmaz! Savunacakları, şüpheye
düşürecekleri bir şeyleri kalmadı.
Siyasi iktidar güç kaybettikçe, egemen medya da kaybediyor. Medyanın kamu
çıkarı adına iktidardan hesap soran, eleştiren konumda olması gerekirken, bu
görevini yapmadığı için iktidarın zayıflamasıyla zayıflamaktan kurtulamayacak.
Bir süre sonra da piyasadan düşer bu tür gazeteler. Halbuki mesela İngiltere'de
iki yüz yıldır yayın yapan gazeteler var, saygın gazeteler. Çünkü onlar genel
olarak iktidara değil, gerçeğe göre gazetecilik yapmaya çalışıyor. Bizdekiler
gelip geçici.
'HALK YAŞADIĞINA MI, SANA MI İNANACAK?'
Sözünü ettiğimiz medya sadece "PKK
karşıtı" olarak mı konumlanıyor, ırkçılığa varan çizgiye kayıyor mu?
Irkçılığa varıyor. Siyasi iktidarın acil ihtiyacı HDP'yi barajın altına
çekmek. Şimdiye kadar yaptıklarıyla HDP'nin oylarının arttığını bile görüyoruz.
Habercilik açısından bakınca Suruç’ta, Silvan’da, Cizre’de, Lice'de, Varto'da
olup bitenleri egemen medyada okuyamıyoruz. Bu saydığım ilçelerde özel olarak
yurttaşlara, sivillere yönelik saldırı var; cezalandırma var. Seçim sonuçlarına
bakınca bunu anlıyoruz; HDP buralarda yüzde 70-90'lar arasında oy almış. HDP'ye
oy vermeyen Kürt de pek kalmadı artık. PKK, PYD, HDP düşmanlığını topyekun ele
alırsak tabii siyasi amacı var ama kullandıkları söylemde -tiraji biraz daha
yüksek olanlar, ne kadar dikkatli olmaya kalksalar da-, Akit açık bir şekilde
nefret söylemini benimsemiş durumda. Gizli değil açık ırkçılık var uslubunda,
kullandığı sözcüklerde. Medyanın PKK'yi, HDP'yi eleştirme, herkesi eleştirme görevi
vardır ama 'cani', 'köpek', 'vahşi' diye eleştiri olmaz. Tanklarla sivil
insanlar öldürülüyor, evleri yıkılıyor. Onu gizle, Kürtlere çamur at, en hafif
deyimiyle ayıp oluyor yani… İşi bilen insanlar, bölgenin insanları senin
yazdığına mı inanacak yoksa her gün yaşadığı baskı ve zulme mi?
'OKURU İKNA EDECEK ARGÜMANLARI KALMAYINCA YALANA SARILIYORLAR'
Peki, AKP yanlısı medyanın güvenilirlik
iddiası yok mu? Nasıl bu kadar rahat olabiliyor? Örneğin, düğüne giderken
gözaltına alınan gençleri 'eylem hazırlığındalar' diye servis ettiler ve bu
gençler iki gün sonra serbest bırakıldı, ama bir özür gelmedi...
Minimum gazetecilik ilkesi gereği, vicdanı olan meslektaşlarımız bilmeyerek
birtakım hatalar yaptıklarında, bunun bir telafi yolu vardır. Hata on kere yapılmaz
ve özür dilenir. Burada özeleştiri olmadığı için akıl almaz yalanların bini bir para. Yalanın da bir raconu vardır! 'Kızları kaçırıp dağa iğfal ettiler' diye
bile yazdılar. Yahu bu kızların anaları-babaları yok mu? Kimse ilgilenmiyor mu?
Hem kim nasıl dağa çıkıyor, bellidir. Sözüm ona okurların zayıf noktası olarak
keşfettikleri namus, şeref, hainlik gibi şeylerle yalanlara başvuruyorlar.
İktidar ne kadar sıkışırsa başvuracağı yalan o kadar büyük olur.
Chomsky'nin bir sözü var; 'Yalanla dolanla, ajitasyonla, haber tahrifatıyla
ancak bir süre, belirli kesimi aldatabilirsiniz, herkesi ilelebet
aldatamazsınız' diye. İletişim teknolojisinin olduğu yerde, Akit’i, Yeni
Şafak'ı, Milliyet'i okuyanlar sadece bunları okumuyor ve kavanozda da
yaşamıyorlar. Başka kaynaklardan da bilgi alanlarla temas halindeler, internet
diye bir şey var. Çok beceriksiz ve abartılı yalanlara sarılmaları, ne
kadar güç durumda olduklarını gösteriyor. Okuru ikna edecek argümanları
kalmayınca, 'İsrail PKK'nin arkasında' gibi, az biraz Ortadoğu hakkında bilgisi
olanın güleceği yazılar yazıyorlar.
'MEDYA SÜRECİN EŞİTSİZ İLERLEDİĞİNİ YAZMALIYDI'
Türkiye'de müzakere sürecine geçilmemiş
olsa da, müzakerelerin yapıldığı başka coğrafyalarda medya nasıl bir rol
üstleniyordu?
Sürecin hukuki zemini olması gerekirdi. Bu iş bir süre gizli şekilde
yapılır ama sonra işi Meclis çatısı altında sürdürmek gerekiyordu. Akademianın
ve STK'lerin de sürece katılması gerekirdi. Bence başından beri iktidar partisi
Kürtleri AKP'lileştirmek istiyordu, ama Kürtler HDP'lileşti. Medya da barış
süreci boyunca ‘Bu iş böyle yapılmaz' demeliydi. Diyenler de çıktı
aslında. Diyalog aşamasında eşitlik olması lazım. Biri hapiste diğeri serbest,
böyle iki taraf olmaz. Eşitsiz bir görüşme yapıldı. Bir taraf çok sabırlı idi
diğer taraf hiç güven vermedi. Süreci tek başına yürütebileceğini sandı. Sonuç
olarak bence bugün bazı arkadaşlar, meslektaşlar ‘Süreç yeniden başlatılsın,
kaldığı yerden devam etsin’ diyorlar. Bu şekilde başlamamalı. Bir kere oturup
şimdiye kadar ayrıntılı şekilde bu sürecin dökümünü, eleştirisini yapmak
gerekir. Bıraktığımız yerden devam edecek hali yok. Her şeyin sıfırdan, yepyeni
bir anlayışla başlaması lazım, hukuki zemin gerek, karşılıklı güven tesis
edilmesi lazım, samimiyet lazım. Medya, sürecin olumsuz bir özetini bilançosunu
çıkarıp, yurtdışındaki olumlu örneklerden de esinlenerek, yeni sürecin yeni
ilkelerini, taslağını önererek olumlu bir işlev görebilir.
'ESKİDEN MEZARA, ŞİMDİ MAHKEME SALONUNA GİDİYORUZ'
AKP kendine bağlı basın-medya kurumlarını
güçlendirmeye çalışırken, özgür basına ise 'şimdilik' erişim engeliyle
saldırmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Yeni bir şey değil maalesef. Bütün toplum dizaynı olarak tek bayrak, tek
millet, tek başkan isteyen rejimle karşı karşıyayız. ‘Özgür basın’ sözcüğü bile
çelişkili. Gazetecilik ancak özgür ortamlarda yapılabilir. Hafif muhalefet
yapan Aydın Doğan medyası bile hedef alınıyor. Akit'te falan Aydın Doğan'a
küfrediyorlar. Oysa Aydın Doğan'ın gazetelerinde çok az, kısmi, doğru şeyler
yazıyor; özgür, ciddi bir gazetecilik filan yapmıyor. Zaman zaman bazı konuları
doğru bir şekilde haberleştirmeye çalışıyor Doğan medyası. Ama ona bile
tahammül edemeyen siyasi iktidar, Kürt, sosyalist, sol, sıkı radikal basına
sadece baskıyı reva görüyor. Bu medya organlarında çalışan arkadaşlarımızın
durumu önceden ölümdü, şimdi hapis. Eskiden cenazelerine giderdik, şimdi
mahkeme salonuna gidiyoruz. Oysa ki gazetecinin doğal mekanı, haberin
yani olayın alanıdır, sokaktır, ya da yazıişleridir.
Yorumlar