Ana içeriğe atla

ARTIK CUMHURBAŞKANI OLAN BİR MEDYA İMPARATORUMUZ VAR!

Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası boyunca ve ertesinde en çok tartışılan konular, Erdoğan sonrası siyasi ihtimaller ve buna bağlı olarak medyanın acıklı hali idi. Egemen medyada pek konuşulmayan ‘Erdoğan medyası meselesi’ Kürecik’de, Çanakkale’de ve diğer yaz etkinliklerinde de gündeme geldi.
Medyanın ilginç, önemli bir kadar da garip bir konumu var: Dünyada ve Türkiye’de genel olarak siyaset, özel olarak da seçim kampanyaları medyada yapılıyor. Medya, iktidarı pazarlıyor, toplumu iktidarın ve her yaptığının çok iyi olduğuna razı etmeye çalışıyor. Medyada yer almak/yer bulmak bu açıdan önemli. Medya, kendisi hariç herkesi eleştiriyor, kimi zaman karalıyor, çoğu zaman da toplumu kasıtlı ve bilinçli bir şekilde yanlış bilgilendirmeye/yönlendirmeye çalışıyor. Siyaset medya üzerinden paketlenip cilalanıp topluma servis edilirken, medya da, siyasi aktörlerin kararlarına göre mülkiyet, yayın politikası hatta çalışanlarını belirliyor. Dolayısıyla siyaset ile medya arasında karşılıklı bir ilişki var. Ne var ki, bu ilişkide başat olan, tayin edici olan bazılarının sandığı üzere medya değil. Yani toplumu, siyaseti medya dizayn etmiyor. Medya bir lokomotif değil, tam aksine, karar verici, biçimlendirici, yol yordam gösterici olan esas güç siyaset ve dolayısıyla toplum. Medya da siyasetin lokomotifine takılmış bir vagon. Bu önermeyi somutlaştırmak için basit bir örnek:
Bugün Recep Tayyip Erdoğan talimat vermese, Barlas da, Alçı ya da Beki de, ağzını açıp bir tek söz söyleyemez,  bir satır yazı yazamaz.  Ama  Barlas, Alçı ya da Beki, fiziken ve ruhen namevcut olsalar dahi, Erdoğan talimatını yine verir ve medyada bu talimatı uygulayacak onlarca gazeteci bulur.
Medya derken, burada kuşkusuz, ana akım, yerleşik, yaygın, egemen gibi sıfatlarla anılan iktidar yanlısı medyayı kastediyorum.
Türk medyasının son dönemdeki kırılma noktası Gezi Direnişi ise, 17-25 Aralık operasyonları sayesinde bilgi sahibi olduğumuz telefon kayıtları da, medya ile iktidar arasındaki organik ve mali ilişkileri fena bir şekilde faş etti.
Somut kayıtları ve belgeleri bulunmasına rağmen, Darbe Girişimi ya da Paralel Devlete karşı  mücadele adı altında Emniyet ve Adliye’nin görevlerini yapmasını engelleyen Erdoğan’ın aslında neden bu kadar büyük ve pahalı bir medya desteğine ihtiyaç duyduğu da ortaya çıkmış oldu. Kendisi, çocukları, damadı ve bakanlarının isimlerinin karıştığı bu muazzam yolsuzluk ve rüşvet bataklığından sıyrılabilmek için en az bu bataklık kadar devasa bir medyaya gereksinim duyuyor Erdoğan.
Egemen medyadaki en küçük itiraza, eleştiri meltemine bile tahammül edemeyen iktidar, Sabah’ın ombudsmanını da, Yeni Şafak’ın yazarını da bir kalemde devre dışı bırakırken, yüzde yüz denetleyemediği medyadaki ‘çatlak sesleri’ susturmak için işverenleri telefonda ağlatacak kadar zor duruma sokuyor. Kesilen vergi cezaları da cabası…
Üç  dönem Başbakanlık yaptıktan sonra, giderek daha fazla otoriterleşen hatta Murat Belge’nin saptaması uyarınca faşistleşmeye başlayan Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yüzde yüz kazanmak zorunda olduğu gibi, 2015 genel seçimlerinde de, AKP’nin hem yine tek başına iktidar olmasını, Meclis’te Anayasa’yı değiştirebilecek 3/5’lik çoğunluğa ulaşmasını, bu olmazsa 326 sandalyelik  çoğunlukla Başkanlık rejimi hülyasını referanduma götürecek bir seçim zaferi beklentisi içinde. Çünkü bunlar gerçekleşemez ise gündeme gelebilecek alternatif Erdoğan’ın Yüce Divan’da yargılanması. Erdoğan, en az 5 yıl daha dokunulmazlık zırhına sahip olmalı. Böylelikle hem eski yolsuzluk/rüşvet mekanizması çalışmaya devam edecek hem de yeni ‘otuz milyon Eurolar’ kasaları doldurmaya devam edecek.  Bu durumun alternatifi, biraz direndikten sonra yurtdışına kaçmak. Büyük bir ihtimalle hiç kimsenin istemediği üçüncü bir yol daha var. Türkiye’nin özellikle 1980 öncesinde  tecrübe ve bilgi sahibi olduğu şahsi ya da kolektif  karanlık ve kanlı çözüm…
10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde ve sonrasında, 18-20 Temmuz’da  Malatya Kürecik’de, 12-14 Ağustos’da da Çanakkale Troia Festivalinde düzenlenen panellerde işte hep bu medya/iktidar/toplum ilişkileri gündeme geldi. Kürecik’de  Nimet Tanrıkulu’nun yönettiği panelde Celaleddin Can, Celal Başlangıç ve ben konuşmacı idik. Çanakkale’de de ilk gün Ahmet Şık söz aldı ikinci günkü panelde de, Celal Başlangıç yöneticiydi, Kadri Gürsel ve İsmail Saymaz  da görüşlerini açıkladı.
Bu üç toplantıda gündeme gelen/tartışılan konuların özet sentezini şöyle aktarmak mümkün:
  • TEK ADAM/TEK MEDYA : Erdoğan, iktidarı tekelleştirip otoriter ve totaliter bir rejim kurmak isterken, medyayı topyekun yönetmek ve/veya denetlemek istiyor. Medya, Erdoğan’ın gözünde, kendi çirkin emellerini gizleyecek, şahsi diktatoryasını meşru gösterebilecek bir araç. Bu amacına varmak için, medyayı sadece polis ya da savcılarla ya da hukuka aykırı yasalarla kuşatıp düşürmek mümkün değil. Erdoğan, doğrudan ya da dolaylı olarak medya mülkiyetini ele geçirerek, Alo Fatih’e gerek kalmadan yandaş medya yaratmak amacında.
  • İHALE ALINCA YANINA BİR DE MEDYA: Erdoğan rejiminde medya mülkiyeti problemi, havuz aracılığıyla çözülüyor. Büyük ihaleleri alan yandaş iş adamları ya şirket olarak ya da konsorsiyum kurarak medya havuzu için sermaye oluşturuyor. Bu sayede artık aslında sadece bir tek medya var. Çünkü tüm bu gazete ve TV kanallarının aslında bir tek sahibi olduğu için, aynı gün aynı manşeti atabiliyor. Çünkü tüm bu medyanın mali gücü, para akışı aynı kaynaktan sağlanıyor.
  • TİRAJ ALDATMACASI: Gülen Cemaatinin günlük yayın organı Zaman, resmi rakamlara göre 1 milyon adet satış yapıyor. Konuyu inceleyenler, bayii satışı 20 bin civarında olan bu gazetenin 980 bin abonesi olduğunu anlıyor! 1 milyon resmi tiraja ulaşmak için dağıtım şirketinden geçmek şart olduğu için aslında bu 980 bin adet gazete, yani hepimizin apartman kapıları ya da işyerleri önünde gördüğümüz gazeteler, Cemaat üyelerinin iç dayanışması ile örgütlenip parası ödenmiş gazeteler. Yani alınıyor ama okunuyor mu orası belli değil… Erdoğan yanlısı gazetelerin tirajlarına baktığımızda, 300 bin ve 100 bin gibi rakamlara rastlıyoruz. Yandaş medya, dağıtım şirketi sahibi de olunca ilan ettiği rakamlar yayınlanıyor, kaale alınıyor. Bu rakamlar şişirme. Hem resmi ilan alabilmek için hem de olmayan etkisini daha fazla göstermek için açıkça rakamlarda tahrifat yapılıyor. Türkiye’de hiçbir günlük gazete kâr etmediği için bu yayınların bedeli de havuzdan ödeniyor.
  • YÜKSEK MAAŞ/DÜŞÜK VİCDAN : Yandaş medyada çalışan bazı gazeteci ve yazarlar, dünya ortalamasının çok üstünde maaş alıyor. Sözkonusu kişiler, aslında 657 sayılı memurin kanunu ile atanmış yüksek memurlar gibi, havuzdan götürü usulu, mesela haftada 3 yazı ve 2 TV programı karşılığında, mesela 100 bin lirayı aşan paralar alıyor. Tabi ki kayıt dışı… Bu gazeteci ve yazarlar, öyle çok değerli, çok çalışkan, çok parlak oldukları için değil, gerçekleri gizledikleri, Erdoğan’ın cinayet ve soygunlarına suç ortağı oldukları ve bu konumlarını sürdürmeleri için bu kadar para karşılığında işlerini yürütüyor. Bir tür fikri mafya organizasyonunun dişlisi, vidası konumundalar…
  • MUHALEFET YASAK/ İKTİDAR ÖVGÜSÜ ÖDÜLLÜ: Erdoğan rejimi henüz iktidarı ilk ele geçirdiğinde, 2002’de, kendisine seçimlerde popülist/faşizan bir muhalefet yürütmüş olan Genç Parti’nin Star Medya grubunu bir gecede yasadışı bir şekilde piyasadan sildi. Bu grup, başka bir çok medya şirketi gibi, önce TMSF sonra da yandaş iş adamlarına verildi. Erdoğan’a muhalefet eden medya hatta muhalefet etmeye niyetlenen ya da başlayan medya kuruluşu, bir şekilde, mesela vergi cezasıyla, mesela muhabir ya da yazarı patron eliyle işten atarak devre dışı bırakılıyor. İşin ilginç yanı, adı sanı medya dünyasında düne kadar duyulmayan bir takım insanlar da birden bire gazetelere köşe yazarı, televizyonlara program yöneticisi olarak zuhur ediyor. Adı sanı bilinen eski gazeteciler de Erdoğan’a biat ederse hemen aynı şekilde ödüllendiriliyor. Yiğit Bulut’tan sonra onun eski solcu versiyonu Oral Çalışlar mesela hemen ihya edildi.
  • DEV MEDYA/ZAYIFLAYAN İKTİDAR: Gelmiş geçmiş tüm savaş ve siyaset stratejistleri, başta Clausewitz olmak üzere, siyasette ve savaşta, gönülleri kazanmanın önemine değinir. Erdoğan da, hakiki gerçeği etkilemek amacıyla son 12 yılda  medyatik gerçeği çok zorladı. Kendisini ve Partisini, olduğundan güçlü, demokrat ve haklı göstermeye çalıştı. Bunun için yasaları çiğnedi, kara para kaynakları yaratıp medyayı satın aldı. Ne var ki, Gülen Cemaati ile henüz kavgaya tutuşmadığı dönemde, Erdoğan, Türk medyasını neredeyse en az yüzde 90’ını doğrudan ya da dolaylı olarak yönetiyor ya da etkiliyordu. Bu dönemde Erdoğan’ın alabildiği en yüksek oy oranı yüzde 55 bile olamadı. Bu dengesizlik kaçınılmaz olarak sorun yaratıyordu, yaratmaya da devam ediyor. Erdoğan, medyadaki gücünü son 3 seçimde giderek artırmasına rağmen, kendisine oy veren seçmen sayısında gerileme yaşıyor. Gezi ile başlayan süreç 2015 seçimlerinde herhalde daha somut ifadesini bulabilir.
  • İKTİDAR, ÇAPSIZLIĞIN KAÇINILMAZ DÜRTÜSÜ MÜDÜR? : Egemen medya eskiden beri üstün kalitesi, ince ve estetik yaklaşımlarıyla gündeme gelmemiş olsa da, mevcut yandaş medya, yöneticileri ve yazarları ile eskiye oranla çapsızlık ve kalitesizlik konusunda olağanüstü başarılara imza atıyor. BBP liderinin uçağını telefonla düşürenler,  Marmaray’ı ya da Hızlı Treni Gezicilerle bozanlar, her melanetin altında sormadan soruşturmadan Paralelleri ya da Gezicileri bulan haberler manşetlerde yayınladı. 6 bin kişilik gizli toplantı da bu medyanın eseri  olarak kayıtlara geçti.
Sonuç olarak artık Alo Fatih’e bile güvenemeyen bir iktidar şahsiyeti var karşımızda. Bu nedenle kendisi bizzat reji masasında, yazı işleri masasında koltuğa oturmuş durumda. Mahallenin zengin çocuğu topun sahibi olduğu için mecburen takıma alınır ya, Erdoğan da, kendi açısından haklı olarak, o kadar milyon doları bulan/veren kişi olarak Amiral gemisi hatta miço sandalının bile başında.
Medyatik gerçek, hakiki gerçeğin ortaya çıkmasını bir süre için engelleyebilir. Üstelik İnternet çağında bu aldatmacayı, bu gizleme ve tahrifatı bütün toplum açısından başarmak imkansız. Hakiki gerçek, önünde sonunda medyatik gerçeği berhava eder. Kaptan da belki mürettebatın  son üyesi olarak gemiyi terk etmek zorunda kalır.
Menderes de kaptandı. Özal da…

(*) Tükenmez dergisinden, Güz 2014

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla