Ne olur gazetecinin hali,
monoblok iktidar kırılınca...
GÜZEL VE YALNIZ ÜLKENİN MEDYASI
Ragıp DURAN
Bir gazetenin genel yayın politikası açısından, en önemli kimlik belgesi, o gazetenin arşividir. İnsan için geçmiş/sicil ne ise, gazete için de arşiv aynı şeydir. Gazetenin zaman içinde ne derece ilkeli ve/veya tutarlı olduğu, gelişme süreci ancak arşivinden anlaşılır. Eğer bir gazete, siyasi/ideolojik/toplumsal/kültürel konjonktürel kriterlere bağımlı kalarak bir yayın stratejisi benimsemiş ve uyguluyorsa, bu gazetenin arşivi kuşkusuz çok zengin ve renkli olabilir. Ne var ki bu zenginlik ve çok renklilik aslında bir tutarsızlığın, çelişkilerin ifadesi olarak da okunmalıdır.
Batı’daki köklü gazetelerin (NY Times, Guardian, Le Monde) arşivlerine baktığımızda, genel yayın politikasını belirleyen en az 5-10 temel ilkenin bu gazetelerin en az 50 yıllık geçmişlerinde var olduğunu, uygulandığını kolaylıkla görebiliriz. Çünkü gelişigüzel örnek olarak seçtiğimiz bu üç gazete de, yakın zamana kadar, olabildiğince bağımsız ve özgür bir şekilde kendi genel yayın politikasını saptayıp uygulayabilen gazetelerdi. Bu gazeteler, ayrıca genel gazetecilik kurallarına/etiğine de bugüne kadar büyük ölçüde saygı gösterdi. Her üç gazete de, savaşlara, büyük iktisadi, toplumsal, ideolojik ve kültürel alt-üst oluşlara direnip, gazetecilik ilkelerinden çok fazla uzaklaşmadan, yeni ortamlara ayak uydurmasını da bildi.
Bir gazetenin genel yayın politikası açısından, en önemli kimlik belgesi, o gazetenin arşividir. İnsan için geçmiş/sicil ne ise, gazete için de arşiv aynı şeydir. Gazetenin zaman içinde ne derece ilkeli ve/veya tutarlı olduğu, gelişme süreci ancak arşivinden anlaşılır. Eğer bir gazete, siyasi/ideolojik/toplumsal/kültürel konjonktürel kriterlere bağımlı kalarak bir yayın stratejisi benimsemiş ve uyguluyorsa, bu gazetenin arşivi kuşkusuz çok zengin ve renkli olabilir. Ne var ki bu zenginlik ve çok renklilik aslında bir tutarsızlığın, çelişkilerin ifadesi olarak da okunmalıdır.
Batı’daki köklü gazetelerin (NY Times, Guardian, Le Monde) arşivlerine baktığımızda, genel yayın politikasını belirleyen en az 5-10 temel ilkenin bu gazetelerin en az 50 yıllık geçmişlerinde var olduğunu, uygulandığını kolaylıkla görebiliriz. Çünkü gelişigüzel örnek olarak seçtiğimiz bu üç gazete de, yakın zamana kadar, olabildiğince bağımsız ve özgür bir şekilde kendi genel yayın politikasını saptayıp uygulayabilen gazetelerdi. Bu gazeteler, ayrıca genel gazetecilik kurallarına/etiğine de bugüne kadar büyük ölçüde saygı gösterdi. Her üç gazete de, savaşlara, büyük iktisadi, toplumsal, ideolojik ve kültürel alt-üst oluşlara direnip, gazetecilik ilkelerinden çok fazla uzaklaşmadan, yeni ortamlara ayak uydurmasını da bildi.
Türkiye’ye geldiğimizde, tamamen farklı bir manzara ile karşı karşıyayız. 1853’de yayın hayatına başlayan ilk günlük gazeteden bu yana, bu ülkede matbuat, basın ve medyanın bağımsız ve özgür olduğunu öne sürmek için çok fazla engel var. 160 yıllık basın geçmişimizde, tüm medya organlarının genel yayın politikalarının belirlenmesinde, medya mülkiyeti boyutunu da hesaba katarsak, en ağır basan unsurun, resmi ideoloji olduğunu kolaylıkla saptayabiliriz. Osmanlı zamanında Saray’ın maaşlı memurlarının gazetecilik yaptığı dönemden, Cumhuriyet devrinde, Tek Parti’nin propaganda bültenine benzeyen yayınlar, bilahare DP/CHP kutuplaşmasına paralel ikili bir matbuat-basın dönemi (ki her iki taraf da devleti yani resmi ideolojiyi savunuyor ve yaygınlaştırmaya çalışıyordu), askeri vesayetin egemen olduğu dönemden sonra da nihayet Erdoğan-AKP vesayeti çağına geldik.
2002’den galiba açık kapışmanın başladığı Mavi Marmara olayına (2010) kadar da monoblok bir iktidar yanlısı medya ile askeri vesayet yanlısı kadim medyadan söz etmek mümkündü. Kuşkusuz etkisi ve boyutu ne yazık ki her zaman istenilen düzeyde olmasa da, her dönemde bir sol/muhalif medyayı da unutmamak gerek.
Medya aparatının bağımsız ve özgür olmadığının yeni bir kriterini/kanıtını bugün yaşıyoruz. AKP ile Gülen Cemaati arasındaki ilişkilerin gerginleştiğini hatta kopma noktasına geldiğini, bugün çok kolay bir şekilde iki kesimin yönettiği medya organlarından okuyabiliyoruz. Olup biteni anlayabilmek/kavrayabilmek için AKP yanlısı ve Gülen yanlısı medyayı ayrı ayrı izlemek/okumak/çözmek lazım. Türkiye’de henüz ve hâlâ, gerçek anlamda bağımsız/özgür dolayısıyla tüm iktidar odaklarına eşit uzaklıkta durabilen bir medya organı olmadığı için, AKP yanlısı ve Gülen sözcüsü medya organlarının dışında kalan gazete ve televizyonlar da, yayın politikalarını bu iki kutbun kapışması temelinde oluşturdukları için, yani ya AKP’ye ya da Gülen’e yakın durdukları için, yurttaşın bu tür medya organlarından öğrenebileceği çok fazla bir şey yok.
Ama bugün Evrensel, Birgün, Bianet, T-24 gibi gazete ve internet siteleri, genel ve tutarlı muhalif çizgileri sayesinde egemen sınıfların iki temsilcisi AKP ve Cemaat’e eşit uzaklıkta duran bir yayın siyaseti izliyor. Özgür Gündem ise, Süreç ve bazı başka gerekçelerle bu kutuplaşmada net bir tavır ortaya koymazken, BDP ve Kandil’den gelen farklı tutumları yansıtıyor. ANF’de mesela zaman zaman, PKK’nin önde gelen yetkililerinden AKP söylemini çağrıştıran makaleler okuyabiliyoruz.
2002’den galiba açık kapışmanın başladığı Mavi Marmara olayına (2010) kadar da monoblok bir iktidar yanlısı medya ile askeri vesayet yanlısı kadim medyadan söz etmek mümkündü. Kuşkusuz etkisi ve boyutu ne yazık ki her zaman istenilen düzeyde olmasa da, her dönemde bir sol/muhalif medyayı da unutmamak gerek.
Medya aparatının bağımsız ve özgür olmadığının yeni bir kriterini/kanıtını bugün yaşıyoruz. AKP ile Gülen Cemaati arasındaki ilişkilerin gerginleştiğini hatta kopma noktasına geldiğini, bugün çok kolay bir şekilde iki kesimin yönettiği medya organlarından okuyabiliyoruz. Olup biteni anlayabilmek/kavrayabilmek için AKP yanlısı ve Gülen yanlısı medyayı ayrı ayrı izlemek/okumak/çözmek lazım. Türkiye’de henüz ve hâlâ, gerçek anlamda bağımsız/özgür dolayısıyla tüm iktidar odaklarına eşit uzaklıkta durabilen bir medya organı olmadığı için, AKP yanlısı ve Gülen sözcüsü medya organlarının dışında kalan gazete ve televizyonlar da, yayın politikalarını bu iki kutbun kapışması temelinde oluşturdukları için, yani ya AKP’ye ya da Gülen’e yakın durdukları için, yurttaşın bu tür medya organlarından öğrenebileceği çok fazla bir şey yok.
Ama bugün Evrensel, Birgün, Bianet, T-24 gibi gazete ve internet siteleri, genel ve tutarlı muhalif çizgileri sayesinde egemen sınıfların iki temsilcisi AKP ve Cemaat’e eşit uzaklıkta duran bir yayın siyaseti izliyor. Özgür Gündem ise, Süreç ve bazı başka gerekçelerle bu kutuplaşmada net bir tavır ortaya koymazken, BDP ve Kandil’den gelen farklı tutumları yansıtıyor. ANF’de mesela zaman zaman, PKK’nin önde gelen yetkililerinden AKP söylemini çağrıştıran makaleler okuyabiliyoruz.
BİR, İKİYE BÖLÜNÜR; İKİ, DÖRDE ÇIKMAZ
Monoblok iktidar çatırdayınca, bir gazeteci, normal bir gazeteci, yani bağımsız ve özgür bir gazeteci, genel olarak iktidara karşı tutumunu, kamu çıkarını kollayan tutumunu değiştirmez, değiştirmemesi gerekir. Gazetecilik değişen iktidar odaklarına göre icra edilen bir meslek değil. Monoblok iktidar, karpuz gibi ortadan yarılınca, ve bu yarılma ilk başlarda AKP cephesinde büyük bir panik havası yaratıp, polis şeflerini işten el çektirme, alel acele hem yasaya hem de meşruiyete aykırı bir şekilde yönetmelik değişiklikleri, hatta yeni /ek savcılar atamaya zorlarsa, bunun medya alanındaki yansımaları haliyle garip, pek garip oluyor. Bir örnek:
Sabah gazetesi mesela manşetten bir haber veriyor: ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinden bir diplomat AKP yanlısı bir işadamları derneğinin başkanına gitmiş demiş ki; “Biz hükümet karşıtı bir lobi kuruyoruz, siz de katılmak ister misiniz?.” Bu haberi neresinden tutsanız sakat. Çünkü, inandırıcılık sıfır. ABD’nin diplomatlarını nasıl yetiştirdiğini bilmiyor olabilirsiniz. Yabancı bir diplomatın Ankara’da nasıl çalıştığını da bilmiyor olabilirsiniz. Ama bir tek iş adamından böyle bir demeç aldığınızda, sormadan, denetlemeden bunu manşetten vermek, gazetecilikle ilgili bir sorun olmadığını, siyasi/ideolojik hatta ahlaki bir sorun olduğunu gösteriyor. İş adamı böyle bir demeç verebilir, nitekim vermiştir de. Siz gazeteci olarak bunu manşete çekmeden önce haberin doğru olup olmadığını denetlemekle görevlisiniz. Amerikalı diplomatın adı sanı, ziyaret tarihi belli. Diplomatın bu sözleri sarf edip etmediğine dair herhangi bir kanıt (Ses/görüntü kaydı, tutanak vs…) var mı? Zahmet olmazsa diplomatı arayıp “Görüştüğünüz iş adamının böyle bir iddiası var. Ne diyorsunuz?” diye sormanız gerekirdi. Sabah’ın manşete çektiği haberle ilgili hiçbir sıkıntısı, endişesi yok. İşin daha da ilginci, Başbakan Erdoğan’ın bu haberi olduğu gibi alıp, meydanlarda bağıra çağıra aktarması. O zaman anlıyoruz ki, Sabah gazetesini, gazetecilik/habercilik bilgisi/ahlakı olan bir insan yönetmiyor.
Bu tür onlarca örnek var. AKP yanlısı medya, ortada somut, milyonlarca dolarlık, Bakan çocuklarının gözaltına alındığı bir rüşvet-yolsuzluk skandalı varken, bu olgudan bu gelişmelerden hiç söz etmeden (misinformation), ABD-İsrail kökenli ama hiçbir somut bilgi ve belgeye dayanmayan uluslar arası bir komplodan söz ediyor. Paralel devlet, çete…vs… de bu komplonun iç/ulusal unsurları herhalde. AKP yanlısı medya, bir yandan Erdoğan’a mitingler öncesi malzeme sağlıyor, bir yandan da o mitinglerdeki resmi söylemi yaygınlaştırıyor. Bu söylem de şiddet içeren bir söylem. Savaş söylemi. (Ellerini kırarız, İnlerine gireriz, İkinci İstiklal Savaşı…)
Sabah gazetesi mesela manşetten bir haber veriyor: ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinden bir diplomat AKP yanlısı bir işadamları derneğinin başkanına gitmiş demiş ki; “Biz hükümet karşıtı bir lobi kuruyoruz, siz de katılmak ister misiniz?.” Bu haberi neresinden tutsanız sakat. Çünkü, inandırıcılık sıfır. ABD’nin diplomatlarını nasıl yetiştirdiğini bilmiyor olabilirsiniz. Yabancı bir diplomatın Ankara’da nasıl çalıştığını da bilmiyor olabilirsiniz. Ama bir tek iş adamından böyle bir demeç aldığınızda, sormadan, denetlemeden bunu manşetten vermek, gazetecilikle ilgili bir sorun olmadığını, siyasi/ideolojik hatta ahlaki bir sorun olduğunu gösteriyor. İş adamı böyle bir demeç verebilir, nitekim vermiştir de. Siz gazeteci olarak bunu manşete çekmeden önce haberin doğru olup olmadığını denetlemekle görevlisiniz. Amerikalı diplomatın adı sanı, ziyaret tarihi belli. Diplomatın bu sözleri sarf edip etmediğine dair herhangi bir kanıt (Ses/görüntü kaydı, tutanak vs…) var mı? Zahmet olmazsa diplomatı arayıp “Görüştüğünüz iş adamının böyle bir iddiası var. Ne diyorsunuz?” diye sormanız gerekirdi. Sabah’ın manşete çektiği haberle ilgili hiçbir sıkıntısı, endişesi yok. İşin daha da ilginci, Başbakan Erdoğan’ın bu haberi olduğu gibi alıp, meydanlarda bağıra çağıra aktarması. O zaman anlıyoruz ki, Sabah gazetesini, gazetecilik/habercilik bilgisi/ahlakı olan bir insan yönetmiyor.
Bu tür onlarca örnek var. AKP yanlısı medya, ortada somut, milyonlarca dolarlık, Bakan çocuklarının gözaltına alındığı bir rüşvet-yolsuzluk skandalı varken, bu olgudan bu gelişmelerden hiç söz etmeden (misinformation), ABD-İsrail kökenli ama hiçbir somut bilgi ve belgeye dayanmayan uluslar arası bir komplodan söz ediyor. Paralel devlet, çete…vs… de bu komplonun iç/ulusal unsurları herhalde. AKP yanlısı medya, bir yandan Erdoğan’a mitingler öncesi malzeme sağlıyor, bir yandan da o mitinglerdeki resmi söylemi yaygınlaştırıyor. Bu söylem de şiddet içeren bir söylem. Savaş söylemi. (Ellerini kırarız, İnlerine gireriz, İkinci İstiklal Savaşı…)
AL BİRİNİ YAYINLAMA ÖTEKİSİNDE
Cemaat yanlısı medya belki daha soğukkanlı ama onlar da egemen sınıfın sesi oldukları için, AKP’nin saldırıları karşısında aslında pek de iyi savunamıyorlar kendilerini. Bizzat Gülen’in ya da Yazarlar ve Gazeteciler Vakfının açıklamalarını iktibasın dışında, hakiki bir gazetecilik faaliyeti göremedim ben Gülen medyasında. Hatta yakın zamana kadar bu cenahın sözcüsü konumundaki Hüseyin Gülerce’nin Erdoğan’a göz kırpması da manidar. Cemaat medyası, iktidar kırılması karşısında galiba şok sayesinde bellek canlanmasına da uğradı. Zaman gazetesi, Roboski katliamının hesabının sorulmasını istedi bir manşetinde. Arşivinize bakmadan haber yaparsanız ikiyüzlülüğünüz sırıtır fena halde. Cemaatin ve medyasının da ayrıca şöyle bir endişesi var: Ergenekon ve Balyoz ve benzeri davaların hukuki geçersizliği gündeme gelirse… İktidar yarılmasında, iki iktidar kutbuna eşit uzaklıkta durup gerçekten bağımsız ve özgür gazetecilik yapmaktansa, Cemaat iktidarına hizmet etmeyi sürdüren eski ombudsmanlar, yeni medya eleştirmenleri, yeni basın özgürlükçüleri bu konuda bizi aydınlatır herhalde. Yavuz merhaba!
Bir de sadece Türkiye’ye has anıtsal bir örnek var: Yaklaşık olarak son 30 yılda hep iktidar yanlısı olabilmeyi başarmış tamamen şeffaf (Önümden geçse arkasındaki duvarı görürüm!), kaburgası olmadığı halde sürüngen bir cins. Adı bizde mahfuz…
İktidar kırılınca o iktidara bağımlı medya da kırılıyor. Peki o medyanın gazetecileri de kırılıyorsa bu ne hassasiyet?
Bizim rol modelimiz ise belli: Hem muhabirlikte direteceksin, sokakta olacaksın, hem de kamu çıkarını, muhalefeti savunacaksın. Belki seni döve döve öldürebilirler. Sen ölsen de, Metin merak etme, senin gazeteciliğin ayakta kalacak.
Bir de sadece Türkiye’ye has anıtsal bir örnek var: Yaklaşık olarak son 30 yılda hep iktidar yanlısı olabilmeyi başarmış tamamen şeffaf (Önümden geçse arkasındaki duvarı görürüm!), kaburgası olmadığı halde sürüngen bir cins. Adı bizde mahfuz…
İktidar kırılınca o iktidara bağımlı medya da kırılıyor. Peki o medyanın gazetecileri de kırılıyorsa bu ne hassasiyet?
Bizim rol modelimiz ise belli: Hem muhabirlikte direteceksin, sokakta olacaksın, hem de kamu çıkarını, muhalefeti savunacaksın. Belki seni döve döve öldürebilirler. Sen ölsen de, Metin merak etme, senin gazeteciliğin ayakta kalacak.
www.evrensel.net
Eklenme tarihi: 2014-01-05 08:22:21
Yorumlar