Ana içeriğe atla

Biji Gezi?(2)

·       Sorun kısa vadede 3-5 oy daha fazla kazanmak değil. Kürt meselesinin adil bir şekilde çözülmesi ve AKP’ye karşı ciddi, güçlü ve halkçı bir muhalefet rüzgarı estirmek.
2011’deki son genel seçimlerde, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) en iyimser tahminleri bile aşarak 36 milletvekili çıkaracak  kadar oy toplamıştı. Kuşkusuz bu başarının ardında bir çok faktör vardı: BDP, bu kez iki önemli ittifak başarmıştı. Milletvekilleri adayları arasında Kürdistan’da PKK dışındaki güçlerin temsilcileri de vardı (Şerafettin Elçi, Altan Tan ve  Erol Dora). İkinci işbirliği ise Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel ve Sırrı Süreyya gibi Türk solu temsilcileri idi.  Bu seçim başarısı, bir çok çevrede, BDP’nin ana muhalefet partisi gibi algılanmasını sağladı.  O dönemde AKP’nin Kürt meselesini çözememiş olması, CHP’nin de Kürt meselesine hala soğuk durması, BDP’nin başarısındaki diğer faktörlerdi.
Biji Gezi?
Aradan geçen iki yıl içinde, BDP’ye yönelik olarak başta siyasi iktidar, sonra resmi ana muhalefet partisi ve Gülen ile Beyaz Türk cemaati  sistematik bir karalama, zayıflatma ve tecrit kampanyası sürdürdü. Mesela BDP’nin seçilmiş milletvekilleri, CHP ve MHP’ninkiler kadar önemli ve değerli görülmedi. Prof. Haberal çıktı ama BDP milletvekilleri  hâlâ hapiste. Erdoğan, Süreç başlayana kadar BDPlilerle görüşmeye bile tenezzül etmedi.
Son iki yıl içinde Kürt muhalefetinde siyasi-ideolojik değişimlere yol açan iki önemli gelişme yaşandı: Aralık 2012’de başlayan Süreç ve Mayıs 2013’de patlak veren Gezi. İlk bakışta bu iki müdahale kendi içinde çelişkili görünüyordu. Zaten BDP/Kandil ilk başta, Gezi’yi yanlış okuyup, Süreç uğruna, Gezi’ye AKP söylemiyle yaklaştı. Neyse ki Öcalan’ın ‘Gezi Direnişini selamlıyorum’ mesajından sonra Kürt muhalefeti Gezi’nin aslında kendi lehine bir gelişme olduğunu anladı. Hatta son zamanlarda bu anlayışı galiba fazlaca derinleştirerek, Tuncel’in açıklamasında  ‘Gezi’nin Öcalan’ın çağrısına yanıt olduğu’ şeklinde bir değerlendirme yapıldı.  
Şimdi, Halkların Demokratik Partisi’nin(HDP) kurulmasıyla Gezi Parkı’nda başlayan muhalefet patlaması ile 1984 ağustosundan bu yana süren Kürt muhalefeti arasındaki ilişkiler tartışma konusu. Gezi, bir çok başka konuda olduğu gibi, bir çok kesimin Kürt meselesindeki olumsuz algılarını değiştirdi.

Gezi Direnişi sırasında Atatürk ve Öcalan posterlerinin barış içinde bir arada yaşamaya çalışması önemli. Daha da mühimi, Lice saldırısının belki de 10 saat sonrasında, Kadıköy ve Beşiktaş’ta insanların sokağa dökülüp ‘Diren Lice’ pankartı arkasında Lice’deki  resmi saldırıya karşı çıkıp kurşunla öldürülen Liceli gençle dayanışması… Istanbul, 1984’den bu yana Kürdistan konusunda bu kadar hızlı ve kitlesel bir dayanışma göstermemişti.
Gezi Direnişi aslında ilk başta Kürt siyasi hareketi tarafından öyle çok da sıcak karşılanmamıştı. Hatta açık açık da yazdılar: ‘’30 yıldır Kürdistan’da kan gövdeyi götürürken kılını kıpırdatmayanlar, üç ağaç için hemen seferber oldular’’, ‘’Gezi’de çok fazla Türk bayrağı var…’’, ‘’Irkçılar da bu güruhun içinde’’  ve ‘‘Erdoğan İstifa!’ bizim sloganımız olamaz’’. Bu ilk mesafeli hatta soğuk yaklaşımı hemen kabul etmeseniz de anlamak mümkün. Kürt muhalefetinin o ilk başlangıcında Gezi’ye uzak duran tutumunun bir çok gerekçesi var. Gezi her ne kadar üç ağaçla başlamışsa da çok kısa süre içinde olağanüstü toplumsal/ideolojik/kültürel ve siyasal bir halk muhalefeti haline gelip Türkiye’nin tümünü etkisi altına aldı. Kürt muhalefeti, biraz da AKP’nin söyleminden etkilenerek, CHP, Ergenekon, darbe tahlillerine bile yaklaştı ama  neyse ki  bu tutum kalıcı olmadı. Kürt muhalefeti, Öcalan’ın İmralı’dan ‘Gezi Direnişini Selamlıyorum!’ mesajına kadar Gezi Direnişinin orijinalliğini, içerik ve perspektiflerini doğru okuyamamıştı. Çünkü, Kürt siyasi hareketi biraz da bu Süreç’e takılıp kalmıştı. Öcalan, daha sonra İmralı görüşmelerinde, BDP’nin Gezi’yi kavrayamadığını ısrarla açıkladı. Gezi de ya da Gezi’yle ilgili tüm Türkiye’deki gösteri, yürüyüş ve eylemlerin hiç birinde Kürt karşıtı bir slogan atılmadı. Üstelik, Gezi, medya eleştirisi üzerinden, ’30 yıldır Kürt gerçeğini’ görememiş olduğunu da itiraf etmişti. Gezi’deki Türk bayrakları Kürt muhalefetini rahatsız etmiş olabilir ama o devletin bayrağını dolayısıyla resmi ideolojinin bayraktarlığını yapan kesimler Gezi’de hiçbir zaman önder ya da belirleyici konuma gelmemişlerdi. O bayraklar bilahare öesela Brezilya’da Türk devletinin değil Gezi  Direnişi’nin  sembolü olmuştu. Gezi ruhu, aslında bayraksız bir muhalefet ruhu idi, ama Park Forumlarına kadar, herkes kendi bayrağını açabiliyordu.
Gezi’de büyük ölçüde kendiliğinden fışkıran  gençlik muhalefeti ile  Kürt muhalefetinin sımsıkı birleşebilmesi için önemli bir altyapı da aslında var: Her iki kesim de ceberut devlete karşı, çünkü her iki kesim de belirli ölçülerde ve farklı türlerde devletin mağdurlarıydı. Kürtler aslında 1925’den beri Türk devletinin baskılarından mağdur, Gezici ise ilk günden itibaren Toma ve gaz saldırılarıyla devletin saldırgan yüzünü gördü.
Gezi’de ilk günlerin sembol  ismi Sırrı Süreyya’nın BDP milletvekili olmasının ayrı bir önemi ve anlamı var bu bağlamda. Hele Sebahat Tuncel’in, Öcalan’ın açıklamasından önce, Gezi ziyareti sırasında yaptığı konuşmadaki ‘Çapulcularla teröristler birleşsin!’ çağrısı da objektif ve sübjektif koşulların olgunluğunu gösteriyordu. Sırrı Süreyya’nın Gezi’den sonra DTK’ye yönelik eleştirisi de önemli. Üstelik Süreyya, HDP’nin kuruluş aşamasına kadar, Gezi ile solcu-muhalif-Kürt de olsa eski ve yerleşik siyaset dünyası arasındaki neredeyse tek köprü idi.
Gezi’nin sembol fotograflarından birinde  Atatürk’lü Türk bayrağı taşıyan bir gençle BDP bayrağı taşıyan bir başka gencin Toma suyundan kaçarkenki görüntüsü de  bize ‘Biji Gezi!’ dedirtecek düzeydeydi. İlk günlerden itibaren Gezi’de  çok sayıda Kürt gencinin kişisel siyasal tercihleriyle çadırlarda, meydanda sahneye çıktığını biliyoruz. BDPli, PKKli ya da KCKli değildiler ama Kürttüler ve solcu idiler. Hala da öyleler…
Kürt muhalefeti, Çözüm Süreci adı verilen dönemde, Erdoğan’ın iktidarı kaybetme endişesine ortak oldu. ‘Erdoğan giderse yerine gelecek olanla biz Barış Süreci yürütemeyiz’ kaygısı ön plana çıktı. Bu kaygının çok anlamlı olmadığı kısa süre içinde ortaya çıktı. Olguları saymak gerekirse, Erdoğan, Sırrı Süreyya’nın İmralı heyetinde bulunmasını veto etti. Mersin’de Kürtlerin ‘Hükümet adım at’ mitingini  polisin orantısız gücüyle bastırdı. Erdoğan, Çözüm Süreci devam ederken, Öcalan’dan yine ‘Teröristbaşı’ diye sözetti. BDP ve PKK, Sürecin birinci aşamasının tamamlandığını ilan ederken, Erdoğan ‘teröristlerin sadece %15’i çekildi’ diyerek ayak sürdü. Erdoğan daha sonra İmralı heyetine bir kez daha müdahale edip Demirtaş’ın adaya gitmesini engelledi. Murat Belge ile Baskın Oran’ın Akil İnsanlar heyetinden istifa etmeleri ve istifa gerekçeleri de  Gezi-Kürt bağlantısı açısından belki de tayin edici. Bir başka Akil İnsan Celalettin Can’ın Dolmabahçe’deki son toplantıda Başbakan Erdoğan’a Çözüm Süreci ile Gezi arasındaki paradoksu hatırlatması da manidar.
Aslından başından beri sorunlu, içtenlik yoksunu Sürecin, Gezi’den sonra hiçbir şey olmamış gibi sürmesini zaten kimse beklemiyordu. Istanbul’da barışçı gösterilerle   demokratik haklarını talep eden yeni ve genç muhaliflere  cop, gaz, Toma ile karşılık veren Erdoğan, Kürtlere neden yumuşak ve barışçı davransın ki?
İşin yapısal yönüne baktığımızda da, Gezi-Kürt ittifakının kurulması ve güçlenmesi yolunda bazı engeller var: Bir taraf (PKK), 30 yıldır silahlı mücadele yürüten, lider temelli ve örgütlü bir yapı. Aralık 2012 Aralık ayından bu yana ise İmralı-Kandil-BDP üçlüsü Süreç’e takılmış durumda. Öbür taraf (Gezi) henüz yepyeni, barışçı, lidersiz ve bizim eskiden bildiğimiz anlamda örgütsüz bir yapı.Belki yapı demek bile doğru olmayabilir. Zihniyet, yaklaşım, ruh hali daha doğru karşılıklar olsa gerek. PKK, 1978’de çoğunluğu üniversiteli gençler tarafından kurulduğu zaman, esas olarak, Kürt ulusalcı ideolojisi ile zamanın Marksist/Marksizan yaklaşımlarının sentezini savunuyordu. PKK, 80 öncesi dönemde ağırlıklı olarak kırsal, dolayısıyla feodal izler taşıyan bir dünyada doğdu ve büyüdü. Gezi Direnişi ise çok orijinal, çok heteroklit, ama özünde özgürlükçü ve herhalükarda kentli ve eğitim/kültür düzeyi açısından da Türkiye ortalamasının çok üstünde bir kesimin meyvesi. Bu farklılılar, Gezi-Kürt ittifakını imkansız kılmasa da, süre içinde iki kesimi birbirine yaklaştıracak  unsurlara da sahip. İttifak, labaratuarda iki farklı kimyasal elementi ısıtarak bir araya getirmenin ötesinde/dışında, toplumsal/siyasal bir mekanizma. Karşılıklı etkileşimler ve tavizler, sinerji paylaşımları, ileri-geri adımlarla hayata geçebilir bir ittifak. Gezi’de PKK’de olmayan bir dizi olumlu yan/yaklaşım/öğe var. Keza PKK’de de Gezi’nin sahip olamadığı bazı kozlar mevcut. PKK’nin, savaşan bir örgüt olmasına rağmen çok olumlu ve başarılı bir ittifak kültürü ve tecrübesi olduğunu öne sürmek pek doğru değil. PKK, Kürt siyaset dünyasında şimdiye kadar daha çok hegemonik hatta tekelci bir güç olarak temayüz etti. Gezi ise, bizim bildiğimiz klasik anlamda siyasi ittifak konusuyla ilgili değil ama Gezi olağanüstü kapsayıcı, kucaklayıcı, birleştirici bir karaktere sahip.
Klasik ya da belki eski muhalefet diyebileceğimiz CHP tabanını, hatta Express’de söyleşileri, açıklamaları yayınlanan bazı CHP milletvekillerini de  unutmamak lazım. Gezi, geleneksel siyasi arenayı da belirli ölçüde değişime zorladığı için, yeni saflaşmalar, belki de yerel seçimler sonrasında sürprizler yaratabilir.
Gezi Direnişinin 30 yıldır  gerilla savaşı veren bir örgüte dönüşmesini bekleyemeyeceğimiz gibi, PKK’nin de bu yaştan sonra sadece barışçı kitlesel gösteriler ve gırgır sloganlarla siyaset yapmasını bekleyemeyiz. Zaten olacaksa bu ittifak, belki en az Gezi kadar özgün ve yepyeni bir format içinde doğup büyüyecek.
HDP, ilk açıklama ve niyetlere bakılırsa bu yola giriyor. Gezi’nin Kürt hareketinden esinlenebileceği, kararlılık, kitlesellik, direniş ruhu, Kürt hareketinin Gezi’den ödünç alabileceği bağımsız, özgür, özerk, kapsayıcı, zeki çıkışlar  iyi ve güçlü halkçı bir muhalefetin unsurları olabilir.
HDP’nin önünde zor bir süreç var. HDP, Gezi muhalefeti ile Kürt muhalefetini birleştirmek, kaynaştırmak hatta mümkünse  sadece işbirliği yapmasını sağlayabilse bile büyük başarı. HDP, ilk kongreden sonra iddialı açıklamalarla gündeme gelirken, medyada AKP yandaşlarını harekete geçirdi. HDP’nin Gezi’yi Kürt muhalefetiyle ilişkilendirme çabasının yanı sıra tüm AKP karşıtlarını, demokratik ve solcu bir tabanda bir araya getirme potansiyeli olduğunu da düşünürsek, yandaşların HDP saldırısı boş değil.
HDP, Kürt meselesinin çözümünde, İmralı ve Kandil’le çelişkiye düşmeden, toplumun barış ve AKP’den kurtulmak isteyen kesimleriyle birleşip yaygınlaşarak, ciddi bir muhalefet gücü oluşturması muhtemel.  HDP’nin AKP’yi, MHP’yi ve ulusalcıları zayıflatarak   güç kazanması muhtemel. Bu siyaseti yürütebilecek kadroları var.
HDP, belki bugün BDP’nin 2011’de sahip olduğu avantajlara sahip değil. Ama Süreç’in tıkanması  ve daha da önemlisi  Gezi gibi olumlu araçları değerlendirebilir.   
İki muhalefet dünyasının bir araya gelmesi için aslında çok güçlü ve çok önemli bir faktör var ki, ittifakın önündeki tüm engelleri bir seferde berhava edebilecek kudrete sahip bu kutup: 
Recep Tayyip Erdoğan!
(*) Express'in Yeni Siyaset Özel Sayısından Kasım-Aralık 2013



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla