MASA BAŞINDAN
İMRALI GÖRÜNÜMLÜ
DEVLET
PERSPEKTİFİ
·
Basın kartlı propaganda memurları, BDP
heyetinin İmralı ziyaretinin ne kadar ‘olumlu ve başarılı geçtiğini’, heyet
daha karaya ayak basmamışken bildirdi bize. Barış Sürecinde neden hala hiç
barış yok? Ve neden bu kadar çok
manüpilasyon var?
Zaman geçtikçe, BDP heyetinin İmralı ziyareti öncesi ve
sonrasında, gerek AKP kurmaylarının gerekse propaganda memuru gazetecilerin
söyleyip yazdıklarını okuyunca, ANF’de çıkan
Karayılan, Karasu, Kalkan’ın demeçlerini inceleyince hele bir de, bir kadın gerilla komutanının açıklamalarını
değerlendirince, sürecin netleşmediği aksine daha karmaşık daha sisli-puslu
hale geldiğini görmek çok zor değil.
Geçtiğimiz hafta içinde Diyarbakır’da iki büyük toplantı
yapıldı. Bir tarafta Gülen Cemaatinin medya/uzlaşma temalı toplantısı bir yanda
da barışı arayanların bir araya gelmesi. Her iki toplantıya katılanlarla
görüştüm. Kendi dar çevremdeki Kürt arkadaşlar ve konuya önem veren
gazeteci-akademisyenler dünyası, zaten bu Kürt meselesi dışında başka bir
konuyu konuşmuyor.
Cengiz Çandar, son yazısında, sürece yönelik eleştiri ve
kaygılarını kaleme aldığı için barış karşıtı/savaş yanlısı gibi
gösterilmesinden yakınıyor. Çandar’ın bu tutumu önemli. Onun kaygısına en iyi
panzehir, ‘Biz barışı destekliyoruz, AKP’yi değil’ yaklaşımı. AKP’nin ‘Terörle
Mücadele Stratejisini’ benimsemek, kabul etmek zorunda değiliz herhalde!
Zaman geçtikçe Erdoğan’ın samimi olmadığı ortaya çıktığı
gibi, işi çok yüzeysel yani plansız-programsız yönettiği/yönetmeye çalıştığı
anlaşılıyor. Kandil ve ülke içindeki PKK üslerine yönelik askeri operasyonlar
sürerken, Istanbul ve Diyarbakır’da insanlar hala ‘KCK üyesi olmakla itham
edilip’ gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Halen bir Barış Süreci yaşandığına dair, medyadaki
propagandayı saymazsak, hiçbir somut emare, hiçbir iyileşme, hiçbir yumuşama
belirtisi somut olarak ortada görünmüyor. KCK sanıkları mı salıverildi? Medyada
barışçı bir dil mi belirdi? Kürtlerin aslında 1925’den bu yana mağdur ve haklı
oldukları mı kabul edilir gibi oldu? Paris’deki üç PKKli kadının katil zanlısı
kişinin Türkiye ilişkilerini araştırıp bulmak, koskoca Türk devletinin
başaramadığı bir iş mi?
İmralı ziyareti sancılı başladı, iyi bitti gibi gösterilmeye
çalışılıyor ama meçhul.
Önce, adaya kimin gideceği konusunda dayatmacı bir tutum
benimsedi Erdoğan. Adalet Bakanı karar verecekmiş, henüz bir başvuru yokmuş,
başvuru olunca Adalet Bakanı ile birlikte değerlendireceklermiş, sonra da
Adalet Bakanı açıklama yapacakmış… Resmen kabul etmese de (Çünkü Süreci Devlet
Yönetiyor!), konuyla ilgili en küçük ayrıntıyı bile Erdoğan planlıyor ve
uyguluyor. Sürecin tüm ipleri Erdoğan’ın ellerinde. Öcalan, PKK ve BDP kuşkusuz bu durumun
farkında. Belki biraz rötar yaptılar ama Kürt tarafı şimdilik son derece olgun,
az bir ihtimal de olsa bu girişimden olumlu bir sonuç çıkartmak için halen ‘Uslu
Muhattap’ rolünde. Yine de bir taraf Demokratik Mezopotamya’dan söz ederken,
diğer tarafın hala ve sadece güvenlikçi bir söylemle ‘PKKlıların sınırdışına çıkarılmasından’ sözetmesi olumsuzca manidar değil mi?
BDP, adaya Eşbaşkanların gitmesini talep etti. Erdoğan, bu
öneriyi veto etti. BDP ses etmedi hatta alttan aldı. Oysa ki Sakık, ‘Biz bir
kurumuz, İmralı’ya kimin gideceğine biz karar veririz’ demişti. Çok önemli
değil belki ama yapamayacağın bir işi önceden ilan etme… Ya da ilan etmişsen
sonuna kadar diret. Çünkü bugün adaya
gidecek heyet konusunda taviz vermek zorunda kalırsın, yarın başka konularda…
İmralı’ya giden üç milletvekili, Öcalan ile, bir resmi
yetkilinin gözetiminde görüşüyor. Öcalan sıradan bir mahkûm değil. Keza
ziyaretçileri de önemli şahsiyetler. Sözkonusu ziyaret bayram ziyareti ya da
aile ziyareti de değil. Önemli hatta çok önemli bir konu görüşecekler. O resmi
yetkilinin orada işi ne?
Öcalan’ın BDP heyetine aktardıkları konusunda medyada farklı
versiyonlar var. Keza meşhur mektupların
içeriğini de herkes farklı okumuş olabilir. Görüşmede, Öcalan, siyasi tecridin
getirdiği koşullardan olsa gerek, gelişmeleri fazla benmerkezci bir şekilde
yorumluyor. Ama bir sürü de gerçekçi tespit yapıyor. Kendisinin tek başına bir
şey yapamayacağını açıkça itiraf edebiliyor mesela. Süreç başarısız olursa,
durumun çok daha vahimleşeceğinin de farkında. Ama öte yandan da Demokratik
Kurtuluş, Hakikat ve Adalet Komisyonu gibi teorik olarak doğru ve haklı da
olsa, mevcut AKP iktidarının gerçekleriyle bağdaşmayan öneriler de yapabiliyor.
Bu öneriler her halükârda Erdoğan’ın sözlüğünde ve gündeminde olmayan öneriler.
Bu aşamada, medya maalesef mühim ve menfi bir rol oynamaya devam ediyor. Artık ‘Kâhin
Gazeteci’ mi, ‘Falcı Gazeteci’ mi, ‘Aşırı Öngörücü’ mü yoksa ‘Fütürist
Gazeteci’ mi diyelim bilemem ama yeni bir tür çıktı ortaya. Bunlar, sanki bin
yıldır İmralı muhabiri gibi, sadece iki kişi arasında yapılan konuşmaları
kelimesi kelimesine, alıntılarla filan yazıyorlar. Açık seçik tarih ve eylem
planı da veriyorlar. İlginçtir, mesela Yeni Şafak ve Radikal gibi aslında
birbirine çok da yakın durmayan iki gazetede,
bu İmralı haber ve yorumları içerik olarak tamamen aynı, ifade olarak da
büyük bir çoğunlukla yine aynı deyim ve sözcüklerle aktarılıyor.
İyi gazetecinin adres defteri kalın olur. Halen bizde ‘iyi’
gazetecinin adres defterinde bir tek numara var. Belki o numara bile yok. Ama o
gazetecinin telefon numarası, bu bilgileri yayan odakta/merkezde var. Açıyor,
haberi dikte ettiriyor, gazeteci de aldığı o diktenin Türkçesini biraz
düzeltiyor, bir-iki arkaplan bilgisi ekliyor, al sana dört dörtlük üstelik
manşetlik haber. Ben eskiden bunlara ‘Ulak Oğlanı’ derdim. Şimdi bu deyim bile
hafif geliyor. Bu kalemlerde hadi etik, mesleki dürüstlük yok, peki ama izan,
insaf, akıl da mı yok? Kendi mesleki geleceğini de mi düşünmüyorsun? PKK hiçbir
talebi karşılanmadan devletin, Erdoğan’ın her söylediğini neden yapsın ki? Öcalan,
İmralı’da bir başına, sıkıştırılmış, tecrit altında. Diyelim ki Erdoğan ya da
Fidan, Öcalan’ın bu zafiyetini sömürsün. PKK’ydi, BDP’ydi, Avrupa’ydı,
Türkiye’de yaşayan Kürtlerin hepsi saf ve cahil mi ki öyle kandırıyorsun…
Gazeteciliğin çok şahane bir eleştirmeni vardır: Zaman. Bugün kulağına
fısıldanan, mailine gelen her şeyi, oradan geldiği için, denetlemeden,
dengelemeden, diğer tarafın görüşünü almadan manşetten, birinci sayfadan
veriyorsun. Bir süre sonra yazdıklarının hiçbiri ya da çoğu doğru çıkmazsa ne
olacak? Evet, tamam, biliyoruz, arkanda kapı gibi hükümet var, devlet var, ama
elinde de koskocaman bir yalan kalmış… Nereye saklayacaksın o yalanı?
Hepimiz, bu meselede kahramanların(?), devreye giren kesimin
manşetlik haber yazmak isteyen genç, hevesli gazeteciler olmadığını biliyoruz.
Doğrudan idarenin, hükümetin ve/veya MİT’in öncülük ettiği bir girişimin
medyatik sonuçları bunlar. Bir Halkla İlişkiler daha doğrusu bir Pazarlama
operasyonu ile karşı karşıyayız. Ürünün adı Barış Süreci, tek kahramanı ‘Sayın Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’, cilası parlak ama içi boş bir paket. Aslında boş değil… Kanlı bir
paket olma ihtimali yüksek. Zaten öyle olduğu için iktidar bu kadar önem
veriyor bu pazarlama faaliyetine.
İşin en tehlikeli yanı da, haber tahrifatı ve haber gizleme
ile barış umutlarını göklere çıkarırsan, çözümsüzlük ve ihtilaf yeniden gündeme
gelip süreç tıkandığında yani çatışmalar yeniden başladığında bu kalemlerin
vebali ağır olur.
Yorumlar