SAVAŞ/MEDYA
İLİŞKİLERİ
HAKKINDA ÜÇ KONU
Bu
yazıda üç konu üzerinde durmaya/tartışmaya çalışacağım:
+
İlk
çağlarda
da savaşlardan
önce hazırlanma dönemi vardı.
+
Bugünkü egemen medya neden savaş
yanlısı?
+
Savaşçı
medyaya karşı
neler yapabiliriz?
Kanka gibi olanlar, savaşla medya...
Elimizde
bilgisi/belgesi yok ama, Habil’le Kabil kapışmadan önce mutlaka o mahallede
bazı söylentiler çıkmıştır.
-
Habil,
Kabil’i öldürecekmiş!
-
Kabil’in
eli de armut toplamıyor herhalde…
Her savaşın öncesinde mutlaka bir
hazırlık(Medya) dönemi var
Savaş, kitlesel+örgütsel şiddetin en üst aşaması
ise, bu son raddeye gelmeden önce mutlaka bir dizi gelişme/aşama cereyan ediyor.
Öyle pat diye savaşa girilmiyor. Hazırlık aşaması var. Laf atma ile
başlayabilir, şiddet tehditleri ile devam edebilir, rakibi karalamak/küçük
düşürmek de ön aşamalardan biri. Meşhurdur ‘Sözün bittiği yer’ deyimi. Ondan
sonra insanların sesi kısılır hatta hiç duyulmaz, çünkü top tüfek, tank uçak,
helikopter mitralyöz sesleri diğer tüm sesleri vahşice bastırır. Sözün, hikmeti
de, değeri de, nedeni de artık
sıfırlanmıştır o cehennem gümbürtüsünde.
İşte
şiddetin yani savaşın pratik olarak/resmen başlamasından önceki aşamalar hep
medya-savaş kategorisinin ilgi alanına giriyor. İlk çağlardan bu yana bütün savaş
teorisyenleri ve ideologları - ki çoğu askerdir, bir kısmı da kafası üniformalı
sivil!- askeri alanda zafer kazanmadan önce mutlaka yürekleri, bilinçleri,
vicdanları kazanmanın gerekliliğinden söz eder. Somut uygulamalara baktığımızda
da bu ön dönem, bir nevi savaşa manevi hazırlık dönemdir. Bu dönemin esas
aktörü de galiba 1. Dünya Savaşından bu yana medya.
Chomsky, Alman Nazi propaganda mekanizmasının,
aslında Birinci Dünya Savaşı boyunca İngilizlerin icat ettiği yöntem ve yaklaşımlardan yararlandığını
saptar.
Medyanın ve
silahların teknolojik olarak son derece geliştiği 20. ve 21. yüzyıldaki bir
örneğe bakacak olursak, ABD’nin Irak’a saldırmadan önce ABD yanlısı, Irak
karşıtı, bir başka deyişle savaş yanlısı ve barış karşıtı medya organlarının
içeriğini, uslubunu, terminolojisini, söylemini, karakterini, kronolojilerini incelediğimizde,
egemen medyanın saldırıyı hazırlamak, meşru kılmak, düşmanı şeytanlaştırmak ve kendi gücünü abartmak için
elinden geleni yaptığını kolayca görebiliriz.
Bir kere
olay, saldırı olarak değil savaş olarak sunuluyor. Saddam, yeni Hitler olarak
tanıtılıyor. ABD ve Nato’nun ‘akıllı’
silahlarının reklamı yapılıyor. Bağdat’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu
yolunda BM Güvenlik Konseyinde PPS’li gösteriler yapılıyor. Bu arada, saldırgan
Batılı bir süper devlet olunca, mecburen yapacaksın, müthiş Oryantalist bir eda
ile, karikatürlerde ve sözüm ona mizah yazılarında bile, Müslümanlık ve
Araplıkla alay ediliyor, küçümseniyor.
Türkiye’den
örnek vermek gerekirse, 1925’den bu yana Türk devleti ile Kürtler arasında,
Genel Kurmay Başkanlığının ifadesi ile, süregelen Düşük Yoğunluklu Savaşta,
Kürt tarafı ne zaman askeri ya da siyasi
belki de moral bir başarı
kazanacak olsa, devlet yanlısı egemen medya hemen karşı saldırıya geçiyor: Şeyh Sait aslında
İngiliz ajanı….Ya da Abdullah Öcalan, Şam’daki villasında kadınlarla vur
patlasın çal oynasın…haberleri.
Çatışmaların
baş göstermesinden önce yayınlanan haber ve yazıları incelediğimizde, özellikle
savaşın başlayıp bitmesinden sonra yapılan araştırmalarda, savaş öncesinde
medyanın esas olarak gerçekleri değil, istekleri (Egemenlerin/Savaşçıların isteklerini) yansıttığını
rahatlıkla okuyabiliriz. Çok açık bir
şekilde ajitasyon ve propaganda dönemidir bu dönem. Gerçek olabildiğince tahrif
edilir, kendi işine yarayan kısmı ön plana çıkarılır, geri kalan olumsuz kısımlar gizlenir ya da
değiştirilir. Bu dönem hakiki gerçekle sanal gerçeğin yoğun bir kapışmasına
sahne olur. Şimdi 1991 Amerikan saldırısı örneğine dönecek olursak, bir yandan
CNN, BBC, NY Times, Daily Telegraph ve daha başka yüzlerce televizyon kanalı,
gazete, dergi, İnternet sitesi ABD’nin haklı ve meşru bir operasyona hazırlandığı
yolundaki bilgi ve fikirleri hem son derece yaygın hem de büyük bir
profesyonellik içinde dünya kamuoyuna aktarırken, bir anlamda o kamuoyunu
oluştururken, Irak resmi medyası, tüm dünyadaki savaş karşıtlarının yüzbinlerce
kişilik protesto yürüyüş ve mitinglerine rağmen bu sanal egemenlik/saldırı
karşısında güçsüz kalıyor. Teknolojik ve sayısal üstünlük, bugünkü
siyasi-ideolojik mekanizmalarla kolay bir şekilde, saldırganlığı, sömürgeciliği
haklı ve meşru kıyafetlere sokabiliyor. Ramonet bunu açıklarken, sıradan bir
yurttaşın TV karşısında, aynı anda dünyanın dört bir yanından naklen yayın
yaparak bilgi aktaran bir kurumun, dolayısıyla çok zengin ve büyük bir kurumun,
yalan söyleyemeyeceği inancını taşıdığını hatırlatıyor. ‘Koca Amerikan teknolojisi ve
medeniyetine mi inanacağım, yoksa kıçık kırık Arap diktatörüne mü?’ yaklaşımı bizde de bazı kesimlerde revaçta
bir yaklaşım.
Savaş-medya
ilişkisinde sıkça kullanılan bir deyim de ‘Savaşta önce gerçekler ölür/öldürülür’
dür. Doğru. Çünkü saldırganın sanal gerçeği, savaş öncesi ve savaş sırasında,
mağdurun hakiki gerçeğini mat etmiştir hatta sürklase etmiştir. Ne var ki,
sanal gerçek, hakiki gerçeğe karşı ancak geçici, sınırlı, yüzeysel ve tedrici
başarılar kazanabilir. İlk başta yenilen, mat olan hatta bir ara ortadan
kaybolan/kaybolduğu sanılan hakiki gerçek, bir süre sonra, sağlam, kalıcı ve
devasa bir şekilde tüm heybetiyle sanal gerçeği siler, kendi yüzünü, hakiki
gerçeğin yüzünü cümle aleme gösterir.
Egemen medya neden savaş yanlısı?
Bu soruya
verilecek yanıtlar zamana, mekana ve egemen medya mülkiyetine bağlı olarak
değişiyor. Mesela Türkiye
örneğine/örneklerine bakacak olursak, Türk egemen medyası, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kore, Kıbrıs ve
Kürt savaşlarında hep ordudan yana yayın yaptı. Kuşkusuz Türk egemen medyasının
bağımsız olmaması, esas olarak siyasi-ideolojik-ekonomik iktidarın sözcüsü
olması nedeniyle devletin/ordunun her siyasetini ve uygulamasını savunmasının
ve desteklenmesinin yanı sıra, yukarıdaki üç örneğin her birinde ortak ve
farklı nedenlerle medya askeriyeyi açık bir şekilde destekledi. Yine de ilk başta genel bir yanıt vermek
gerekirse, yani sorunun özünü oluşturan konuya inmek gerekirse, egemen medyanın
savaş yanlılığını açıklayan ilk olgu, medya mülkiyetidir.
Akla gelen
ilk iki örnekten biri ABD’den diğeri Türkiye’den. ABD’nin şebeke televizyon
kanallarından bir olan NBC’nin bağlı olduğu holdingin bir diğer şirkeri de
General Electric. Bu logo belki
Türkiye’de daha çok bir
buzdolabı markası olarak bilinir
ama GE aynı zamanda uçak motoru da üretir. Savaş uçak motorları da…Şimdi bu
holdingin iki şirketinin çıkarları çelişiyor. Çünkü GE savaştan yana, ki yeni
uçak motoru imal edip satsın, NBC ise, hiç olmazsa teorik olarak savaşı mümkün
olduğunca tarafsız bir şekilde izleyip aktarmanın derdinde. Hatta mesleki
olarak, savaş, sözün bittiği yerde başladığı için, televizyonculuk da
görüntüyle söz –fikir üretme ve yayma mesleği olduğu için, NBC de savaşa karşıdır. ‘Savaşta önce gerçekler ölür’
deyişinin doğruluğunu da bilen NBC, gerçeğe yaklaşma/gerçeği arama işi olan
televizyon haberciliğinde başarılı olabilmek için de savaştan yana değil. Ne
var ki holding içi ilişkilerde, uçak motoru şirketinin stratejisini holdingin
televizyon şirketi belirlemiyor. Hiyerarşik olarak TV şirketinin bir önceliği
yok. Ayrıca, uçak motoru şirketi TV kanalına oranla çok daha yüksek bir ciro ve
kârla çalışıyor. Zaten aslında holdingin TV kanalı, holdingin diğer
şirketlerinin çıkarlarını yaygınlaştırmak/savunmak için kurulmuş/faaliyet gösteriyor.
Dolayısıyla NBC, GE’in çıkarları aleyhine yayın yapamaz. Nitekim de yapmadı.
Ama GE için aynı kural geçerli değil.
Bu arada,
ayrı bir konu, bir Amerikan püritanizmi ya da siyasi olarak doğru olma
kaygısıyla, NBC, doğrudan GE ile ilgili bir haber yayınladığında, izleyicilere
ne kadar dürüst ve şeffaf olduğunu göstermek için alt yazıdan ‘GE, NBC’nin de
dahil olduğu holdinge bağlıdır’ diye bir ibare geçer. Yani ‘reklam yapmıyoruz,
haber veriyoruz, kardeş şirketimizdir, haberiniz olsun’un Amerikancası.
Kuşkusuz, Körfez Savaşıyla ilgili haber ve yorumlarda, NBC, bombalanan köy,
kasaba ve kentlerin görüntülerini yayınlarken, alt yazıda ‘Bu bölgeyi
bombalayan uçakların motorları kardeş şirketimiz GE tarafından üretilmiştir’
ibaresini geçmedi. Şeffaflıkla dürüstlüğün de bir sınırı var!
Yerli örnek,
aynı dönemde, Mardin civarında ortaya çıktı. Mart teskeresi henüz geçmemiş ama
İskenderun’dan Amerikan öncü ve keşif
birlikleri gelip Irak sınırına
yerleşmeye başlamışlar. Mardin’de araziler kiralanıyor, İngilizce bilenler
tercüman olarak istihdam ediliyor. Bu arada Doğan Holding’e bağlı akaryakıt şirketi Petrol Ofisi de, bölgeye
gelen ve gelecek olan ABD’nin tüm askeri
birliklerinin ve araçlarının (Tanklar,
zırhlı personel taşıyıcıları, uçaklar, helikopetler… vs…) yakıt ihtiyacını
karşılamak üzere Amerikalılarla bir sözleşme imzalamış. Miktar milyon
dolarlarla ifade ediliyor. Tatlı kazanç… Teskerenin rededilmesinin ardından
Hürriyet gazetesinde ‘Good by Mardin…’ başlıklı hüzünlü bir haber çıktı.
Hürriyet, Mardin’e gelen Amerikalı savaşçının ağzından konuşuyordu. Haberin
doğru başlığı aslında ‘Good by good
profits’ (Güle güle tatlı
kazançlar…) olmalıydı. Teskere Türkiye’nin savaşa girmesini engellerken,
maalesef Doğan holdingin de güzel paralar kazanmasını önlüyordu. Hürriyet ve
tüm Doğan medyası, yukarıdaki Amerikan örneğine benzer bir şekilde zaten Irak’a
yönelik saldırıdan yana hem haber hem de köşe yazıları ile büyük bir kampanya
yürütüyordu. Dar anlamda, kendi maddi çıkarları için de çalışıyorlarmış, PO’nin
kazancı azalınca özel çıkar için de yayın yaptıklarını anladık.
İşte bu,
yani doğrudan maddi çıkar, egemen medyanın savaş yanlısı olmasına neden oluyor.
Bazen, bu maddi çıkar olmasa da, yani medya kuruluşu, savaştan doğrudan bir
maddi çıkar elde etmeyecek olsa da, savaş yanlısı bir yayın politikası
güdebilir. Medya mülkiyetinin ya da medya yöneticilerinin bazen bireysel bazen
kolektif ideolojik tercihleri bir TV kanalının ya da bir gazetenin bir savaşı
açıkça desteklemesine sebep olabilir. Maddi çıkarın doğrudan var olmadığı
hallerde, medya mülkiyetinin siyasi ya da askeri iktidarla olan bağımlılık
ilişkileri rol oynayabilir. Kore savaşında mesela, herhangi bir medya mülkiyetinin savaştan galip çıkma
ihtimalinde, Güney ya da Kuzey Kore’de
arsa ya da yatırım kolaylığı sağlayamayacağı herhalde biliniyordu. Ama ABD
dayatması, yine Amerikan renkli Türk milliyetçiliği, geleneksel ve ilkel ayrıca
da cahil anti-komünizm sayesinde dönemin Türk
gazeteleri Kore savaşını destekledi. Bir gazete bağımsız olmayınca,
habere/gerçeğe göre değil, işverenine, iktidara, mahalle baskısına göre yayın yapıyor.
Milliyetçilik,
ırkçılık yabancı düşmanlığı, anti-komünizm
maddi çıkar olmadan da, ki çoğu zaman dolaysız ya da dolaylı bir
şekilde, ya da geç veya erken bir aşamada ortaya çıkar, yani vardır, Cumhuriyet’ten sonra sırasıyla SSCB,
Yunanistan, Bulgaristan, İran, Ermenistan, Kıbrıs ve Arap
ülkeleri gibi Türkiye’nin sınır komşularına yönelik düşmanlığı bazen de askeri
operasyonları destekleyen, bunlara zemin hazırlayan en önemli ideolojik
gerekçeler.
Türkiye’nin
tayin edici önemde iki iç siyaset
meselesi olan Kürt ve Ermeni sorunlarında da, düşmanlığı ve savaş
taraftarlığını güçlendiren en önemli aktörler, milliyetçilik, ırkçılık ve resmi
tarih anlayışı…
Kuşkusuz bu
saldırgan ve savaşçı ideolojiler, Orta Asya’dan bugüne talan ve istila ile
Viyana kapılarına kadar uzanan fetihçi ruhun varlığı sayesinde sürekli olarak
gündemde tutulmaya çalışılıyor. 1453 ve 1071 bu aralar moda haline
getiriliyor…Ecdadımız, Osmanlı kahramanları edebiyatı güncelleştirilirken bunun
bir tarih merakı olmadığı açık.
Her Genel
Yayın Yönetmeni kendisini 21 yaşındaki
2.Mehmet olarak hissederse onların gazete ve televizyonları da kuşkusuz,
1453’ün mayıs sonrası Konstantinopolis’in sokaklarına benzer: Ceset yığınları
arasından akan kan ırmakları, taş üstünde taş bırakmayanların geçtiği istila ve yangın yeri…
Kültürel
olarak Karaoğlan, Battal Gazi masalları ile büyütülmüş kuşaklardan sonra
Süpermen, Örümcek Adam, Batman kuşaklarının
da, medyada ya da herhangi bir mecrada minimum düzeyde iktidara sahip
olunca, hemen bir Sultan Süleyman çakmasına dönüşmesi ayrıca vahimdir.
Bilgisayar oyunlarından Amerikan bilardosuna(Tilt), çizgi romanlarda, kurgu
filmlerine, pornografik sinemadan çizgi filmlere her yerde çok fazla şiddet ve
iktidarperver bir atmosferde yetiştiriliyor ve yaşıyoruz. Kardeş katliamına
resmen cevaz veren bir soyun devamı olarak, medyadaki saldırgan ve savaşçı
tutumlardan rahatsız da olmuyoruz.
Savaşçı medyaya karşı neler
yapabiliriz?
Bu soruya
verilecek yanıtlar aslında biraz da (egemen) medyanın neden savaşçı olduğu ile
ilgili. Bu alanda kısa, orta ve uzun vadeli önlemler ve öneriler sözkonusu.
Medya
mülkiyeti önemli bir sorumlu ise, yeni medya düzeninde, daha doğrusu özgür ve
demokratik medya düzeninde, medya mülkiyetini başta okurlar yani yurttaşlar
olmak üzere toplumun tüm kesimlerine özellikle de emek katmanına yaymak
gerekir. Medya işi, kurum olarak
siyaset, ticaret, maliye ve sanayiden bağımsız olması gerektiği için, bu
alanlarda at koşturanların medya mülkiyetinin sın derece kısıtlanması
gerekiyor. Hastanelerden hapishanelere, okullardan tüm sivil kuruluşlara kadar
her toplumsal örgütün, küçük, özerk, çalışanların ve okurlarının siyasi ve mali
sorumluluk ve denetiminde medya adacıkları yaratmaları gerekiyor. Düşünebiliyor
musunuz, profesyonel bir orduda, askerlerin
sendikası var –Olacak tabi ki…Çünkü üniformalı olsan da sen aslında ve hâlâ bir
işçisin!- ve bu sendikanın bir radyosu,
bir televizyonu, bir internet sitesi, bir gazetesi var. Tabi ki bu asker
medyası savaşa karşı çıkacaktır.
Kısaca
söylemek gerekirse, savaşçı medyanın medya mülkiyeti boyutunu kırmak için,
merkezi, dev, global, ulusal hatta bölgesel medya örgütlenmeleri yerine, büyük
ölçüde ademi merkeziyetçiliğe (Décentralisation) giderek, yetki ve sorumluluklar daha küçük
toplumsal ve siyasal birimlere devredilmeli (Déconcentration) .
İşin kültür
ve eğitimle ilgili önemli bir boyutu da var ki, belki de ana okullarından
başlatılmalı. Barış dili, barış eğitimi…
Kendimizle,
kendi tarihimizle doğru dürüst yüzleşmeden, kanlı geçmişi ciddi bir şekilde
tahlil edip temizlemeden, zihniyet değişikliğini gerçekleştirmek oldukça zor.
Osmanlının talan-istila siyaset ve uygulamalarından başlayıp, hatta belki de
Uhud Savaşından, bu toprakların geçmişindeki tüm şiddet içeren siyasal ve
toplumsal olayları, demokratik ve barışçı bir perspektifle inceleyip değerlendirmek,
öteki ile ilişikleri ciddi bir şekilde eleştirmek gerekiyor. Somut olarak kütüphanelere girip, 1923’den bu yana (1915’i
de mutlaka eklemeli) tüm savaş ve askeri
operasyonları, tüm nefret söylemini liste halinde dökmek ve değerlendirmek gerek.
Savaşçı
medyayı boykot etmek, konjonktürel bir önlem olarak önerilebilir. Bu arada
barış dilini konuşan bir edebiyatın ve gazeteciliğin yetişip yerleşmesi lazım.
Barış gazeteciliği temel gazetecilik olarak eğitim ve öğretim müfredatına
girmeli.
Uzun, orta
ve kısa vadeli önlemleri uygulamak için aslında gerek teorik gerekse pratik
olarak yeterli literatür, malzeme, örnek hatta rol model var. Mesele salt
gazetecileri ilgilendirmiyor. Sorun siyasi ve toplumsal bir sorun. Dolayısıyla
sadece medya sektörünün, iletişim akademilerinin, medya kuruluşlarının tek
başına çözebileceği bir sorun değil.
Balkanlar,
Kafkasya, Ortadoğu gibi barut fıçılarının ortasında konuşlanmış bir ülke ve
toplumda bütün bunları yapabilmek çok mu hayalci? Evet çok hayalci.
Olsun!
(*) Bu yazının edit edilmiş ve biraz kısaltılmış bir versiyonu, 78'lilerin Dergisi Tükenmez'in son sayısında (Kıs 2012) yayınlandı.
Yorumlar