Ana içeriğe atla

AKTÜTÜN BASKINININ MEDYATİK RÖNTGENİ

6 Ekim tarihinde www.gazeteciler.com'da yayınlanan analiz




Gazetelerde, televizyonlarda çaresiz ve kuru bir iktibas sevdası.
Tek taraflı bilgilendirme gerçekleri anlatamıyor.


4 Ekim Cumartesi günü PKKlilerin Hakkari Şemdinli’nin Aktütün karakoluna yönelik saldırısıyla ilgili haber ve yorumları gün boyu televizyon kanalları ve İnternet sitelerinden, Pazar günü de gazete manşetlerinden izlemeye çalıştım.

Yanıtlarını aradığım sorular:
- Türk medyasının farklı yayın organları bu olayı kamuoyuna nasıl yansıttı?
- Türk medyası bu saldırıyı haberleştirirken ya da konuya ilişkin yorum ve tartışmaları aktarırken gazetecilik ilke ve kurallarına saygı gösterdi mi?
- Böyle bir saldırı medyatik açıdan nasıl yansıtılmalı?

Önce 5 Ekim tarihli günlük gazetelerin manşetlerine bakalım:

Hürriyet:Güpegündüz 15 şehit
Sabah: Kahpe baskın: 15 şehit
Milliyet: 350 PKKlı saldırdı: Yine yastayız
Radikal: Hani oralar BBG eviydi
Cumhuriyet: Hain saldırı:15 şehit
Bugün: Baskın yedik anne, baskın!
Star: Güpegündüz 7 saat çatışma
Takvim: Yürekler yandı: 15 şehit, 21 yaralı, 2 kayıp
Yeni Asır: Hainler: 15 şehit
Evrensel: Çözümsüzlükte inat 38 can aldı
Yeni Şafak: Nöbet mevziine roketli baskın
Zaman: Türkiye’nin yüreği yanıyor
Milli Gazete: Teröristlerin hain saldırısında 15 askerimiz şehid oldu
Posta:Kahpe baskın:15 şehit
Vatan: Bu nasıl karakol
Akşam: Aktütün’e 5. baskın: 15 şehit
Sözcü: 15 şehit var, daha ne bekliyoruz
Güneş: Sabır taştı
Yeni Çağ: Hain saldırı
Vakit: Sorumlular istifa etsin
Türkiye: Hesabı sorulacak
Yeni Asya: Aynı karakola beşinci saldırı
Dünya:Terörle mücadele her koşulda sürdürülecek
Yeni Mesaj: 15 ocağa ateş düştü
Önce Vatan: Hain saldırı 15 şehit.

Birgün ve Taraf gazetelerinin İnternet sitelerinde, Pazar sabahı saat 11.00’de henüz baskın haberi yayınlanmamıştı. Aynı saatlerde Ortadoğu gazetesinin İnternet sitesine ulaşmak mümkün olmadı.

Yukarıdaki listede yer alan 25 gazetenin manşet tercihlerine baktığımızda, öldürülen asker sayısının (15) neredeyse mutlaka kullanıldığını görüyoruz. Hain ya da kahpe sıfatı da sık kullanılan bir sözcük. Genel olarak 25 manşet, yenilik, yaratıcılık, bilgi ya da perspektif sunum açısından herhalde çok başarılı sayılmaz. Neyse ki yine de bazı kuraldışı örnekler var.

En olumsuzu Sözcü gazetesininki. Çünkü Sözcü’nün patlangaç, manşet ve spotu aynen şöyle:23 PKKlı haini öldürdük ama... (Patlangaç)15 Şehit var, daha ne bekliyoruz (Manşet), Irak’a girelim...Teröristlerin inlerini yerle bir edelim...Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayalım (Spot). Burada açıkça şiddet çağrısı var. Kanunen sakıncalı. Ayrıca Sözcü gazetesinin yöneticileri, habercilik yapacakları yerde, ‘BİZ’ öznesini de kullanarak anlaşıldığı kadarıyla asker,ordu adına konuşuyor. Medyatik açıdan sakıncalı. Sözcü, Kuzey Irak değil Irak’tan sözediyor. Coğrafi olarak yanlış. Sözcü, ‘yerle bir etmekten’, ‘taşları ve başları yoketmekten’ sözediyor. 1986’dan bu yana neredeyse 30 sınır ötesi harekat yapıldığını unutuyor galiba. Siyasi ve askeri olarak da yanlış.

Farklı ve olumlu bir örnekle başlayalım.

Evrensel, öldürülen 15 asker ile öldürüldüğü öne sürülen 23 PKKliyi toplayıp 38 can diyor ve çözümsüzlüğü sorumlu tutuyor. İnsani bir yaklaşım. Ayrıca siyasi olarak da çözüm arayışını güçlendirdiği için doğru.

Diğer farklı ve nispeten olumlu örneklerle sü,rdürelim taramayı:
Vakit, sorumlular istifa etsin derken, büyük bir ihtimalle askeri üst düzey yetkilileri kastediyor, Vakit için olmasa da, egemen medya için yeni bir bakış.
Radikal, yarı-sinirli yarı-mizahi bir şekilde, Genelkurmay eski Başkanı Büyükanıt’ın dolayısıyla ordunun bir tesbitini hatırlatıyor: Hani oralar BBG eviydi! Takvim gazetesi de spotda bu yaklaşıma yanaşmış: BBG evi gibi izlediğimiz K.Irak’tan ağır silahlarla saldıran hainler...’.
Kimi manşetler, baskının saatine ya da süresine dikkat çekerken (Hürriyet, Star), bir çok manşet de baskının aynı karakola yapılan 5. saldırı olduğu hatırlatıyor. (Zaman, Milli Gazete, Akşam, Yeni Asya) .

Sadece bu manşetler bile Türk medyasının Kürt meselesini, çatışmalı bölgeler gazeteciliğini henüz ve hala gerçek anlamıyla içine sindiremediğini gösteriyor. Listedeki 25 manşetin herhalde 23’ü daha önce de mesela Dağlıca baskınında da yayınlanabilirdi. Dolayısıyla ‘Yine yas’, ‘5. saldırı’, ‘Ocaklara ateş düştü’ türünden basmakalıp başlıklar, hain, kahpe gibi sıfatlarla da süslenince, amaç okuru bilgilendirmek değil, okurun milliyetçi duygularını hatta (Sözcü örneğinde) saldırgan eğilimlerini körüklemek oluyor.

Cumartesi günü televizyon kanallarını ve İnternet sitelerini dolaşırken dikkatimi çeken noktaları da kısaca aktarayım:
- Hep aynı uzmanlar ekrana çıkıp hep aynı görüşleri savunuyor.
- Uzunca bir zamandan bu yana ‘PKK’nın iç çelişkileri’, ‘Örgüt içinde Suriyeliler/Türkiyeliler çatışması’, ‘Köşeye sıkışan örgüt taraftarlarına moral vermek için saldırdı’, ‘İç ve dış desteklerini bir bir kaybediyorlar’ ya da ‘Bizim tarafta istihbarat koordinasyonunda eksiklik var’ şeklinde ifade edilen görüşler özetle temcit pilavı ve kabak tadı...İnandırıcılığını kaybetti.
- Saldırının zamanlaması yeni tezkereile mi ilgili ? PKK’nin sınır ötesi harekattan yana olduğunu anlamayan kaldı mı hala?
- Ekrana çıkan herkes, muvazzaf ya da emekli asker, diplomat ya da gazeteci, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ‘BİZ’ diye sözediyor.
- 23 teröristin öldürülmesi neselesi henüz PKK kaynaklarınca doğrulanmadı.
- Şiddeti savunmak sözkonusu olmamalı ama saldırıya Kürt perspektifinden bakan, değerlendirme yapacak bir uzman, bir bilirkişi yok mu?
- PKK hakkında bilgi alabileceğimiz gazeteler, radyo istasyonları, televizyon kanalları ve İnternet siteleri neden yasaklanıyor?
- Aktütün köyüne giriş-çıkış ve gazetecilerin bölgeye girişi yasaklanmış. Neden?
- TV ve İnternet sitelerindeki haberlerin yüzde 95’i Ankara mahreçli, Genel Kurmay kaynaklı bilgiler, yüzde 5’i de bilinen uzman görüşleri. Gazetecilik/habercilik esas olarak muhabir işi değil midir? Ankara’nın resmi açıklamaları, masa başında geliştirilen senaryo ve tahliller gereksiz değil ama yurttaş olarak Aktütün/Bezele köylülerini görmek dinlemek istemez miydiniz?Ya da baskın sağ kurtulan erlerin anlatacakları çok mu değersiz?
- İki erbaşın ‘kayıp’ olduğu ya da ‘kendileriyle temas sağlanamadığı’ söyleniyor. Artık bu iki yüzlü terminolojiden kurtulmak gerek. Baskın yapanlar belli ki bu iki erbaşı kaçırmışlar ve önümüzdeki dönemde bunun pazarlığını, propagandasını yapacaklar. Kayıp deyince kaçırma olayını görmezden mi gelmiş oluyoruz?
- Bir aralar çok sık gündeme gelen bir kaç olgudan/boyuttan bugün pek sözedilmiyor: ABD’nın istihbarat desteği ne oldu? İsrail’den kiralanan pilotsuz casus uçakları nerede? İnsan vucudu ısısıyla alarm veren kameraların pili mi bitti? Belki de dönüp geriye, ciddi bir şekilde değerlendirmemiz gereken konu sınır ötesi harekatlar. Hani ‘Eşkiyanın inleri yerle bir edilmişti’? Hani ‘Kuzey Irak PKK açısından artık güvenli bir bölge değildi’?
- Başbakan’ın yurtdışı gezisini yarıda kesmesi, Cumhurbaşkanının da gezisini iptal etmesi, Terörle Mücadele Yüksek Kurulunun Olağanüstü toplanması büyük bir halkla ilişkiler operasyonu olarak sunuldu. PKK’ye yakın kaynaklar ise bu iki diplomatik ertelemeyi saldırının etkisinin olumlu bir sonucu olarak değerlendiriyor.

Son olarak, anlaması da uygulaması da kısa belki de orta vadede güç olsa da bundan sonra medya açısından yapılması gerekenler konusunda öneriler:

Medya, yönetim ile yönetilen arasında bir aracı, bir köprü görevini üstlenecekse ve bu misyonu da özel olarak toplum, kamu, yurttaş adına ve onun çıkarlarını korumak adına yapacaksa, boş nutukları da eleştirmeli, alternatif önermeli. İki tarafa eşit uzaklıkta durmadan gazetecilik/habercilik yapılamaz. Gazetecinin vazgeçemeyeceği bir başka ilke de şiddet karşıtlığıdır. Herhangi bir nedenle şu ya da bu tarafın şiddeti medya tarafından hoşgörülemez, övgüsü yapılamaz. Aynı şekilde çatışan taraflar hakkında biz/onlar ikilemi, söylemi benimsendiğinde, buna ajitasyon-propaganda denir habercilik değil.

Son yıllarda gelişen Barış Gazeteciliği aslında Türkiye’de Kürt meselesi için biçilmiş kaftan. Barış Gazeteciliği, çatışmada ana odağı, karşıtlığa, düşmanlığa değil uzlaşmaya, yakınlaşmaya, iki tarafın birbirini anlamasına hizmet decek şekilde ele alıyor. Çatışmalarda, ölü-yaralı sayısına değil, çatışmanın ana nedenine eğiliyor. Kah başka zaman ve mekanlardan örnek vererek, kah somut ya da teorik olarak Kürt meselesi bağlamında barış önerileri formüle ediyor. İki tarafın sözcü ve temsilcilerini bir araya getirmeye çalışıyor. Çatışan iki taraf arasında, evet taraf tutuyor ama ne birinci ne de ikinci tarafı tutuyor. Doğrudan üçüncü seçeneğin varlığını, gerçekleşme ihtimalini anlatıyor:Barış!

Ne yazık ki, medya tek başına barışı sağlayamaz. Barış esas olarak toplumun, siyasetin, uzlaşma ve anlaşma kültürünün bir meyvesi olacak. O meyvenin bir küçük yaprağı da belki medya olabilir. O da barışçı olursa...
(SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla