Ana içeriğe atla

Sıfır Sayı: Eco’da roman, bizde belgesel



877b8ea9-6177-4b53-8718-8ca8d3c3e11f
Umberto Eco, İtalyan yakın siyasi tarihini anlatırken, gazetecilik manevralarını, komplo teorilerini, medya-iktidar ilişkilerini polisiye roman gibi anlatıyor. İşin içinde Türkiye, Gladio (Kontrgerilla) ve  ülkücüler de var...
Umberto Eco, çağımızın çok-boyutlu aydınlarının belki de en önemlisi. Tarihten estetiğe, görsel iletişimden semiyolojiye, anlatıdan yoruma kadar çok çeşitli alanlarda akademik çalışmalarının yanısıra çok satan romanlarıyla (Gülün AdıFoucault Sarkacı) da haklı bir ün kazanmış.
Eco’nun Türkçede yeni yayınlanan kitabı Sıfır Sayı, arka kapak yazısında “Kötü gazetecilik konusunda bir rehber” cümlesiyle tanıtılıyor. İtalya’daki önemli günlük gazete ve haftalık dergilerde köşe yazmış bir aydın/akademisyen Eco. Gazetecilik dünyasını belli ki iyi biliyor.
Kitap olumsuz gazetecilik pratiklerini arka planda tutarken, aslında İtalyan yakın tarihinin önemli olaylarını polisiye üslûbuyla anlatıyor.
Bir gazetecinin on altı gün boyunca tuttuğu notlar şeklinde kaleme alınmış kitap, İtalya yakın siyasi tarihini, komplo teorilerini, yazıişleri mekanizmasını, medya mülkiyeti-siyasi iktidar ilişkilerini sergiliyor.
Bir işadamının siyasi iktidar ve egemenler karşısında güç kazanmak amacıyla Yarın adında bir gazete değil de, aslında hiç çıkmayacak bir gazetenin Sıfır Sayı’larını, yani deneme sayılarını çıkarmasının öyküsü.
Bu gazete belki çıkmayacak, ama gazetenin çıkmama öyküsünü kitap olarak yayınlamayı düşünen bir genel yayın yönetmeni ve bu kitabı yazacak olan orta çaplı, “doğuştan loser” bir gazeteci ile yine bu gazetede görev alan komplo teorisi uzmanı bir başka gazeteci, kitabın üç kahramanı. Orta çaplı gazetecinin Yarın’da çalışan sevgilisi de romanın aşk/cinsellik mecrasındaki konu mankeni.
Eco gazetelerde konu seçimi, haberin tasarlanması, sunumu konusunda profesyonellerin günlük pratikte çok sık rastladığı uygulamaları anlatıyor. Gazeteler, daha çok da popüler gazeteler ile okur arasında hiç de sağlıklı olmayan ilişkilere değiniyor. Okur ne ister? Gazeteci neyi nasıl verir? Ya da veriyor? Vermeli? Yazar, komplo teorisyeni uzmanı muhabir aracılığı ile “Investigative Reporting” (araştırmacı-soruşturmacı gazetecilik) tekniklerinin sakatlıklarını anlatıyor.
Eco’nun çok boyutlu/zengin bilgi/kültür/gözlem dünyası sayesinde siyaset, gazetecilik, patron, genel yayın yönetmeni, yazar, muhabir, ayrıca Mussolini, iki Papa, Milano, Gladio ve İtalya’nın son yetmiş yıllık siyasi tarihi hakkında bir sürü şey öğreniyoruz.
Nisan 2013’te İstanbul’a gelmiş olan yazar kitapta iki kez Türkiye’den söz ediyor:
“Türkiye’de stay-behind, Papa II Ioannes Paulus’a suikasttan da sorumlu olan Bozkurtlardır.” (s. 140)
“(…) bize kapılarını açsalar bile Türkiye’ye kaçıp Bozkurtların arasında oturmak mı istiyorsun…” (s. 175)
Bir açıdan bakıldığında, esaslı bir gazetecilik eleştirisi de yapıyor Eco. Metin kurgu da olsa, aslında birçok gerçekliğe değiniyor. Tabii bizim medya açısından bu roman pek bir yenilik/ilginçlik arz etmiyor. Çünkü Eco’nun deneme sayısında yaptığı her türlü haber tahrifatı, haber gizleme, çarpıtma, ajitasyon-propaganda, manipülasyon bizde her gün piyasaya sürülen nüshalarda manşetlerde, birinci sayfalarda yapılıyor.
Doğan Kitap gibi bir yayınevi, Umberto Eco gibi bir yazarı bu kadar özensiz, bu kadar hatalı bir çeviriyle okura sunuyorsa yazık… Çevirmen ve editör normalde yayıncılık gezegeninden istifa etmeli, bir daha da bu işlere bulaşmamalı. Üstelik çevirmen sabıkalı. (bkz. https://eksisozluk.com/eren-yucesan-cendey–3122626)
Anlatıda Eco zaman zaman Latince, İngilizce ya da Fransızca deyişler kullanmış. Mesela, “Round up the usual suspects…”[1] (s. 167). Çevirmen bu dilleri bilmek zorunda değil, ama editör de bu deyişlerin Türkçesini bulma zahmetine katlanmamış. ( Ya da Türkçede çok yaygın olarak kullanılan ve ilkokul çocuklarının bile ezbere bildiği“Chrono-synclastic infundibulum”![2] (s. 168). Son örnek: “la réalité dépasse la fiction”[3] (s. 173).
Çeviride bilgi kadar önemli bir unsur da mantık. Mesela, çevirmen “ilk sıfır sayı”ya “bazı tekzip mektupları” koymuş. “Eksi birinci sıfır” sayıda yayınlanan haberlerin “bazı tekzip mektupları” mı acaba? Üstelik “tekzip mektubu” denmez, kısaca “tekzip” ya da “tekzip metni” denir.
“Eski klasik vinil plaklar” ne demek? (s. 155) Üstelik de “dededen kalma”. Üstelik de Beethoven’in Yedinci Senfonisi… Vinil plaklar 1960’lardan sonra piyasaya çıktığına göre, klasik olan vinil değil, müzik parçası… “Yarın bu ofis sökülecek” (s. 159) yerine “kapanacak” denmez mi?
Fuhuş dünyasında “sömürücüler” (s. 167) kim? Üstelik başka bir yerde “pezevenk” sözcüğü geçmişken…
“(…) Öte yandan, Amerikan gizli servislerinin Klaus Barbie gibi bir cellada bile nasıl cezadan muafiyet sağladıkları gösteriliyordu” (s. 171) cümlesinde bir sorun var. Çünkü Eco’nun 1992 yılından söz ederken Klaus Barbie’nin 4 Temmuz 1987 günü Lyon mahkemesi tarafından müebbet hapis cezasına çarptırıldığını bilmemesi olanaksız.
Gazetecilik jargonunda “muhabbet haberleri” (s. 172) diye bir kategori yok. Bir ihtimal “magazin haberleri” olabilir. Türkçede gazete patronuna “yayıncı” (mesela s. 27) denmez, “patron” denir.
sifir_sayi_kİlginçtir, benim saptayabildiğim çeviri ve mantık hatalarının tümü kitabın son 23 sayfasında yer alıyor. Çevirmen ve/veya editör, 176. sayfadan sonra ya çok yorulmuş ya da yazılanları bir daha ciddi bir gözle okumamış.
Doğan Kitap editörü, sanırım ancak İtalyan ve Katolik kültürü ve Çizme siyaset dünyasıyla yakından ilgilenen okurların bildiği onlarca isim ve olaya göndermede bulunan Eco’nun bu satırları hakkında bir tek dipnot bile düşmemiş. “Nasıl olsa Eco bu… Peynir ekmek gibi satar” diye düşünmüş olsa gerek.
Eco’ya Mesaj: Türkiye’de sadece Bozkurtlar ve “stay behind”[4] yok. “Stay away”[5] yayınevleri ve çevirmenler de var.
Sıfır Sayı, Umberto Eco, Doğan Kitap, Ekim 2015, 176 sayfa.
[1] Olağan şüphelileri toplayın.
[2] Chrono-synclastic infundibulum: Bir kişinin farklı zamanlarda farklı yerlerde, aynı zamanda farklı yerlerde ya da aynı yerde farklı zamanlarda bulunabildiği  ortam.
[3] Gerçeklik kurguyu aşar.
[4] Stay behind: Bir devletin kendi toprakları üzerinde, olası bir saldırı ya da işgale karşı aldığı gizli askeri önlemlerin tümü, bir başka deyişle kontrgerilla.
[5] Stay away: Uzak durun, uzak durulması gereken.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd