Ana içeriğe atla

Halim Spatar’ın ardından


Çok çile çekmiş bir komünist aydındı. Ama mütevazı idi, devrimci ahlâkı biz ondan öğrendik, nezaketi, estetiği, edebiyatı, çeviriyi de. Ona saygı duymayacak birisi insan olamazdı.



1978 yılında Fransa’dan atama yoluyla Aydınlık gazetesinin dış haberler servisinde görevlendirildiğimde duymuştum adını ilk kez: Halim Spatar! Komünist harekette ekalliyetten de insanlar olduğu için, önce Istanbullu bir Rum sanmıştım. Soyadı da, ideolojik çağrışımdan olsa gerek, bana Spartaküs’ü anımsatmıştı. Gerçi bir Girit bağlantısı vardı soyunda, Spartaküs’ün de modern versiyonuydu.




Bizim gruptan İbrahim Altınsay, ki o da Girit kökenli, bu konuda güzel yazmış:

“Bilmem farketmiş miydiniz? Halim abinin o güzel ve zarif dilinde hafif bir aksan vardı hep. Bunu İstanbul lehçesine, ya da Frankofonluğuna yorabilirdiniz belki. Ama ben o aksanda hep Halim Abi’nin farketmeden koruduğu, korumaktan da haz duyduğu bir Giritli aksanı bulmuşumdur. Bu aksan onun Kazancakis soyundan geldiğinin belgesiydi.”
Yine bizim gruptan Nur Deriş, ki Halim abiyle teşrik-i mesaisi uzundur, bir gözlemini aktarıyor:
“Çalışkanlığıyla, alçakgönüllülüğüyle, zerafetiyle, diğerkâmlığıyla, adanmışlığıyla, hoşgörüsüyle Halim abi bana her zaman, eski evlerde sıkça görülen çerçeveli, kimi zaman nakışla işlenmiş hat işlerinden birini düşündürmüştür: Ehl-i irfandan çok hüner ettim talep / Her hüner makbuldur, amma illa edep illa edep…”
Son olarak Halim abinin kızı Deniz’den bir alıntı:
Babamla ilgili ilk anım Akatlar’daki evimizde. Herhalde 4 ya da 5 yaşında olmalıyım, çünkü 6 yaşıma girdiğimde Mecidiyeköy’e taşındık. Babam beni elimden tutup kıra (şimdilerde Şişli Terakki Lisesi’nin ve apartmanların olduğu yer) götürürdü. Kırda bir kuyu vardı. Derdi ki, ‘Deniz, bu kuyuyu unutma. Bak bir sürü kurbağa yaşıyor etrafında. İleride bu kuyu olmayacak belki de, ama sen hatırlarsan hep olacak…’
İkinci anım ise Marmara Adası’nda. Anneannem, babaannem, ağabeyim, ablam, annem ve ben… Çocukluğum boyunca ailemin yaptığı tek tatil buydu galiba. Günbatımında sahildeyiz. Turuncuya kaçmış deniz. Babam yine dedi ki: ‘Bunu sakın unutma kızım, onun için iyi bak. Renklere, takalara iyice bak. Takaları nasıl boyadıklarına’…”
Kuşaklararası kopukluk vahim bir sorundur ya, çünkü geçmişi olmayanın geleceği de olmaz, Halim abi, yazılarında, ama daha çok sohbetlerinde, Şefik Hüsnü’den, Reşat Fuad’dan ve Nâzım Hikmet’ten söz ederdi. Halim abinin yakın arkadaşı Orhan Suda’nın da kitaplarında kısaca değindiği, ama sohbetlerinde çok güzel aktardığı cezaevi anıları, dönemin bir avuç komünistinin çilelerini, ayrıca sevinçlerini dile getirirdi. O kuşak artık büyük ölçüde aramızdan ayrılıyor. Dolayısıyla bir dönem, siyasî-ideolojik anlayışıyla, deneyimleri ve mücadeleleriyle, acı-tatlı, olumlu-olumsuz renkleriyle siliniyor. Onlar, yazıları, dostlukları ve pratikleriyle ellerinden geldiğince, kendi dönemlerini, yaşadıklarını bir sonraki kuşağa aktardılar.
Halim abi,  gericilerin komünistler, solcular, devrimciler hakkındaki bütün olumsuz önyargılarını yerle bir etmiş bir insandı. McCarthy  döneminde illüstrasyon, hatta fotograflarla yaygınlaştırılan, ağzında bıçak, oraya buraya saldıran, ırz düşmanı, pis, korkunç “Gomonist”  imajı, Halim abinin nezdinde, ince, tertemiz, bilgili, kültürlü, hoşsohbet, sevimli bir kahramana dönüşüyordu. Tutuklamalar nedeniyle tıp tahsilini tamamlayamamıştı, klasik müzik hobisi profesyonellik düzeyindeydi, yetmezmiş gibi, birinci sınıf bir marangozdu. Hiçbirimize çaktırmadan, hiç üste çıkmadan hepimize ağabeylik, babalık yaptı. Olağanüstü yumuşak bir adamdı. Biz Halim abiden kitaplarda olmayan şeyler öğrendik. Tutum, davranış, kültür gibi şeyler.
Bugün rüzgâr gülü gibi, yel nereden eserse o yöne dönüp eğilen, iktidara ve iktidarlara yaranmak için dün yazıp söylediğinin tam tersini ertesi gün yazıp söyleyen, kemiksiz kaburgasız profesörler, gazeteciler, siyasetçiler cennetinde yaşıyoruz Türkiye’de. Halim abi ise, 85 yıl boyunca, tabii ki döneminin gerçeklerine kendisini uyarlamayı bildi ama, solculuktan, estetikten, zarafetten, devrimci ahlâktan hiçbir zaman taviz vermedi.
Bir gün, hiç unutmuyorum, 1979 yılı olmalı, Istanbul il başkanı olduğu Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin (TİKP) Adalar’da bir etkinliğine gidiyoruz. Vapurun neredeyse tüm koltuklarını bizim arkadaşlar doldurmuş. Yaz günü, güvertedeyiz. Halim abinin karşısında Aydoğan (Büyüközden) ve ben oturuyoruz. Halim abi çok içten bir şekilde bize bakıp:
-       Çocuklar, ikinize de çok özeniyorum vallahi! dedi.
Açıkçası şaşırdık. Koskoca Halim abinin özenebileceği ne gibi bir özelliğimiz, bir erdemimiz olabilirdi ki? Açıkladı:
-       Yola çıktığımızdan beri rüzgâr saçlarımı dağıtıyor, elimle toplamaktan yoruldum, siz iki kel gayet rahatsınız bu konuda!
Mektup, içtenliğin, doğallığın özgün edebî mecralarından biri olduğu için, Halim abinin hem kendisini, hem de fikir ve davranışlarını, tanıyanlar ve tanımayanlar için, en iyi anlatan kitaplardan biri de Orhan Suda ile mektuplaşmalar kitabıdır.
Halim abi için “çok efendi” diyorlar, doğru ama eksik. Çünkü Halim abi mesela bize karşı çok efendi idi, işkenceci Raci Tetik’e karşı değil.  Efendilik de öyle sınıflarüstü bir davranış değil, değil mi?
Halim ağabeyi kaybettik. İnternette birisi onun için “rahat uyu halim abi. orada çok sevdiğin beethoven seni bekliyor olacak” demiş.
Onun ne kadar önemli, ne kadar değerli bir insan olduğunu bilenler, anısını yaşatmak, onu yeni kuşaklara da tanıtmak için herhalde gerekeni yapacaklar.
1978-80 yılları arasında Aydınlık gazetesinde çalışanlar ve bugün hâlâ dostluklarını sürdüren, yılda en az bir-iki kez bir araya gelen arkadaşlar, şimdiden bazı girişimleri tasarlamaya başladılar.
* İbrahim, Nur, Deniz ve Ekşi Sözlük’ten alıntı yaptığım arkadaşlardan, zamansızlık nedeniyle, iktibas için bilgi verip izin isteyemedim, kusuruma bakmasınlar ve umarım karşı değildirler.
www.birdirbir.org'dan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd