Ana içeriğe atla

Çözemezsen çözülürsün


birdirbir.org'da mavi daktilo 

Başbakan Erdoğan, PKK’nin 23 Temmuz’da başlayıp hâlâ devam eden Şemdinli eylemi konusunda, bugüne kadar ayrıntılı resmî açıklama yapılmamış olması dolayısıyla, konuya ilişkin doğru dürüst haber yayınlamayan medyayı eleştirdi. Bilmeyen de sanır ki, Türk medyası, esas olarak, Şemdinli konusunda PKK’yi öven yayınlar yaptı, TSK’yı kınadı, hükümeti eleştirdi. Egemen medyanın susarak da olsa Erdoğan’a destek vermesini yeterli bulmayan başbakan, medyaya yönelik tehditlerini geçen gün atv’deki konuşmasında da sürdürdü. Tabii kendi mekânında; yandaş gazetecilerden hiçbiri de, sadece mesleklerini savunmak adına bile olsa, kalkıp en küçük bir itirazda bulunmadı. Konu mankenleri…
Şemdinli meselesinde, PKK’ye yakın medya organları, gerek taktik, gerekse stratejik, yani siyasî açıdan da kendi görüşlerini yeteri kadar ayrıntılı bir şekilde aslında mayıs ayından bu yana yayınladı. Suriye, İran ve Irak’taki gelişmeleri izleyenler de, Kürt dünyasını biraz olsun anlayabiliyorlarsa, PKK’nin Hakkâri operasyonunun ne anlama geldiğini, medyadaki tüm sansür ve çarpıtmaya rağmen görüyorlar.
Türk egemen medyası ise, gerek muhabirlik, gerekse editörlük düzeyinde, Şemdinli konusunda uzunca bir süre sessizliğini korumak zorunda kaldı. Bölgeden bildiren / bildirecek muhabirlerin yazdıkları / yazacakları, “terör örgütü propagandası olabilir” korkusuyla sayfalara, ekranlara yansımadı. Bu uzun sessizlik döneminde, “açıklamayı başbakan ya da Genelkurmay başkanı yapacak” dediler. Erdoğan, şehit ve öldürülen PKK’li sayısını açıklamakla yetindi. Oysa ki Şemdinli PKK’nin eylem stratejisinde yeni bir adım. Erdoğan’ın da, diğer resmî yetkililer gibi, Şemdinli operasyonunu geçiştirmeye çalışması, işin devlet açısından ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Durumun ciddiyetini gösteren bir başka olgu da, Hakkâri Valiliği’nin (artık Sivil Vesayet var ya…) bazı yöreleri “Yasak Bölge” ilan etmesi. Artık devletin bizatihi kendisi de hangi alanlarda hakimiyet için rekabet olduğunu açıklamış ve kabullenmiş oldu.
Erdoğan ise, artık iktidarın verdiği kibirli körlükle, işkenceci-tecavüzcü polisin bir Türk mahkemesi tarafından mahkûm edildiği resmen tescil edilmiş olmasına rağmen, “hakkında mahkûmiyet yoktur” dedi. Bu durum, onun olgulara savaş açtığının belirtisi. İşkenceci-tecavüzcü polise sahip çık, onu savun, Şemdinli’de hem kendi göz ve kulaklarını (mecburen) kapat, hem de toplumu cahil sanıp susarak işi geçiştirmeye çalış… Yakışıyor mu 17. Büyük Ekonominin Liderine? Yakışıyor mu Bölgenin Yeni Süper Gücünün Sultanına?
Stüdyoda soru sormakla görevli ve yükümlü kişiler de, “12 gündür neden hiçbir resmî yetkili Şemdinli konusunda açıklama yapmadı?”, “PKK o kadar silahlı güçle oraya nasıl geldi?”, “Bölgedeki güvenlik güçlerinde bir zaaf var mı?”, “Şemdinli ile Öcalan’ın durumu ya da Suriye’deki gelişmeler arasında bir bağlantı var mı?” sorularını sormadı.
Keza Erdoğan’ın kendi deyişi olan “siyasetle müzakere, terörle mücadele” yaklaşımından hükümetin neden vazgeçtiğini de sormak gerekirdi.
Erdoğan’ın, yakın geçmişte medya yöneticilerine yaptığı terör uyarısının yeterince iyi kavranıp uygulanmadığını öne sürmesi de ilginç. Çünkü tüm bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, Erdoğan, kendisine yüzde yüz biat eden amigo medya istiyor. Dumanların, Karaalioğullarının, Kekeçlerin, Tunaların, Alçıların, Ilıcakların, Mahçupyanların işi giderek zorlaşıyor.
Son dönemlerde iki eğilim ağır basmaya başladı:
Altan kardeşlerden başlayan, AKP destekçisi liberal zincirde kopmalar hız kazanıyor. Erdoğan’ın son dönemdeki açıklama ve uygulamaları, bu cenahtaki insaf sahibi kalemlerin de vicdan, gönül ve en önemlisi akıllarını da rahatsız etmeye başladı.
1984’ten bu yana Kürt meselesinde barışçı çözüm bulamayan tüm hükümetlerin birer birer iktidar, hatta siyaset sahnesinden çekildiğini hatırlayalım. Bu açıdan bakıldığında, “Kürt Meselesini Çözemeyenin Kendisi Çözülür” yaklaşımının AKP için de geçerli olduğunu yazanların sayısı artıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd