Ana içeriğe atla

ZOR İŞTİR GERÇEKLE UĞRAŞMAK…



·        İşaret fişeğini Başbakan çaktı: ‘Bizim dönemimizde devlet kendi halkını kasıtlı olarak bombalamaz’.  Sınır ticareti yapan Kürt köylülerini, Arjantin Hava Kuvvetleri mi bombaladı? İnkâr  operasyonu geri tepince, eli kalem tutan AKP yandaşları,  mazeret yaratma yarışını girdiler. Devlet ve AKP hariç herkes sorumlu bu katliamdan. İnandık değil mi?

Çok çaba sarfediyorlar.  ‘Yepyeni’ olarak takdim edilen bilgileri gündeme getiriyorlar. Ya da, mevcut bilgileri, olağanüstü ince zekâlarıyla müthiş bir şekilde yorumluyorlar:

Genel Kurmay’ı MİT yanıltmış. İşin içinde binbir tuzak varmış. Ergenekon iş başındaymış… Vurulanlar zaten Barzani’nin ajanlarıymış. Tabi bu arada Kaymakam Bey’i, Hasip Kaplan linç ettirmiş.   Kasıt yokmuş ihmal varmış. Esasında tüm bunların sebebi PeKaKa imiş. Nuray Mert’in sorumluluğu da unutulmamalıymış… Bülent Arınç da yumurtladı: Köylüleri PKK yönlendirmiş olabilirmiş…

Baransu, Uslu, Babahan, Bulaç gibi kalemleri okuduğumuzda, bir sıkıntı, bir gerilim açıkça sırıtıyor. Aslında acaip haklılar, ama  haklı olduklarını bir türlü açık seçik yazamıyorlar havası…  Bu kalemlerin mesela son üçer yazısını okuyun: Hiç biri gazetecilik/habercilik faaliyeti ürünü değil. Hepsi kanaat. Diplomatik dilde analiz… Gazetecilik dilinde ise buna sadece propaganda deniyor.Çünkü bu yazılar, mevcut somut bilgileri göz ardı edip, olası senaryo ve ihtimaller üzerinde odaklanıyor.  

Baransu mesela, ‘Askeri kaynaklarından’ sözediyor ki, gerçekten çok inandırıcı. TSK içinde Taraf gazetesinin ve hele Baransu’nun ne kadar sevildiğini  bilmeyen kalmadı herhalde.  Genelkurmay’ın üst düzey yetkilileri, Baransu’ya MİT’i şikayet ediyorlar. Utanmadan bir de haber kılığına sokulmuş bu  kara propaganda.

Uslu, bir başka âlem. Baransu’nun kaç haberi tekzip edildiyse, Uslu’nun da o kadar analizi  La Fontaine çıktı. Anlaşılan aynı kaynaktan besleniyorlar. Uslu ABD’den,  Baransu içerden çalışıyor. Hangi içerden?
‘Sanıyorum’, ‘Düşünüyorum’,  ‘Tahmin ediyorum’larla analiz yaptınız kimse bir şey demedi. Peki…Bu iki kalemin  bilgisiz, belgesiz, kanıtsız, mesnetsiz ama niyetli ve kasıtlı yazılarını iktibas edenlere ne demeli? Ahmet Altan sevinsin.

Katliamdan sağ kurtulan köylü (Kaçakçı, diyemiyorlar) her şeyi ayrıntılı bir şekilde anlatmış. Haber bu! Uslu’nun suçladığı korucu da yanıt vermiş. İlginçtir, haber olmayan kara propaganda, adı sanı, yeri yurdu zamanı belli haberlerle çürütülüyor.

Hasip Kaplan’a yüklenip, Kaymakamın mağduriyeti üzerine yoğunlaşınca,  35  kişinin bombalanarak öldürülmesi unutulacak mı sanıyorsunuz?  Bilmeyen, Kaymakam bombalandı sanır.

Telsiz dinlemelerine  göre PKKliler katliama çok sevinmiş. Ne malûm?  O ses kayıtlarındaki kişiler PKKli ise, örgüt bunu neden resmen açıklamıyor? BDPliler neden bu sevince katılmıyor?
Bir çok gazetede aynı sözcüklerle  yayınlanan bu haberin kaynağı da ilginç: ‘TRT Haber Özel’. Bu isimle bir haber ajansı mı var?

Tüm bu yayınların amacı belli: Askeri vesayete karşı çıkan (Kih kih!) AKP,  bombardıman uçaklarıyla  korucu Kürtleri katletti. Kürt açılımı yeniden canlanacakken Uludere olayı bir çuval inciri berbat etti. Artık AKP’yi de AKP’nin Kürt politikalarını da savunmak çok zorlaştı. Hatta ‘Çabalama kaptan, ben gidemem’ raddesine ulaştı.

Şimdi kendi kalemize attığımız bu golün aslında ofsayt olduğunu yazalım. Merkez Hakem Komitesinden yakınalım. Federasyon ve yayıncı kuruluşun olumsuzluklarını sergileyelim. Bunları yapıyorlar bu aralar. Oysa ki kendi kalelerine attıkları golün santrası çoktan yapıldı. Üstelik karşı takım bir gol daha attı ki, henüz farkında değiller.

Yarım gerçeklerden yola çıkıp  tam yalanlara varmak için,  alavere-dalavere, kafa karıştırma girişimleriyle, dikkat dağıtıp başka alan ve konulara yöneltme harekâtını yürütenlere Batı’da ‘Spin Doctor’ (Masal Doktoru) derler. Bizdeki doktorlar o kadar beceriksiz ki, ya Tıp Fakültesi 3. sınıftan terk  ve sahte diplomayla  icra ediyorlar mesleklerini ya da  Tabip Odası,  artık bunlara meslekten men cezası verecek. 
    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle