Sorun, bir diplomatik belge sızması/sızdırılması ya da ABD/Türkiye ilişkileri değil. Sorun çok daha derin ve uzun etkili: Devlet Sırrı nedir? Ne işe yarar? Bir devlet kendi yurttaşından hangi bilgiyi neden gizler? Devlet olmak için bilgi mülkiyeti tekeline sahip olmak şart mıdır?
Wikileaks’in yayınladığı belgeler, hem hacmi/sayısı, hem de içeriği ve kökeni itibarıyla gazetecilik/habercilik açısından önemli bir milat oluşturuyor. Klasik/geleneksel gazetecilik, belki de 19. yüzyıldan bu yana, malumun ilanı değil, ‘’İktidar sahiplerinin kamudan/yurttaşlardan kasıtlı olarak gizledikleri, kamu değeri taşıyan bir dizi bilginin denetlenip değerlendirildikten sonra yayınlanması’’ olarak bilinir. Çünkü iktidar(lar) özellikle kendi aleyhlerindeki bilgileri gizlemeye çalışır, gazeteci ise bu bilgileri ortaya çıkarmakla sorumlu ve görevlidir.
Gazeteciliğin, kamuyu/yurttaşları bilgilendirme işlevi de zaten, bilgi üzerinde mülkiyet tekeli kuran iktidarların bu tekelini ortadan kaldırmak, bilgiyi şeffaflaştırmak, çoğullaştırmak yani demokratikleştirmektir.
Wikileaks’ın kendi sitesinde açıkladığı amaçlar ve çalışma koşulları da işte bu amaçlara hizmet ediyor.
İlk kez 1972 yılında Pentagon’un askeri iletişimi için çok sınırlı bir ortamda kullanılmaya başlayan İnternet, tam 48 yıl sonra bambaşka ve neredeyse tamamen zıt bir amaca hizmet ederek, Wikileaks’ın başarısının önemli bir aracı haline geldi.
ARAMIZDA KALSIN MI?
Kim neyi neden saklamak ihtiyacını hisseder?
Bu soruya sınıfsal perspektif ve iktidar açısından yanıt vermeye çalışayım:
Yoksulların, mülksüzlerin, yani iktidarın ezdiği kesim, grup ve yurttaşların saklayacak bir şeyi yoktur. Onlar doğal olarak şeffaftır. Siyasi ya da ekonomik alanda bir güçleri, bir zenginlikleri olmadığı için koruyacakları/gizleyecekleri/muhafaza edecekleri bir şeyleri yoktur. Aksine, mevcut durumdan şikayetçi ve mağdur oldukları için sürekli olarak yakınırlar, bağırıp çağırırlar. İçleri dışları çoğu zaman aynıdır.
Zenginlerin yani ekonomik ve/veya siyasi olarak iktidar sahiplerinin korumaları/gizlemeleri/muhafaza etmeleri gereken çok fazla şey vardır. Zenginliklerinin kökeni tartışmalı olabilir. Bu varlığı korumak için yasal ya da meşru olmayan yöntemler işlerine gelebilir. İktidardadırlar ve mutludurlar. Ama bu iktidarlarını ve mutluluklarını daim kılmak için çeşitli önlemler almak zorundadırlar. Bu zorunluluk şeffaf olmamayı, yalan söylemeyi hatta bazen cinayet işlemeyi gerektirebilir. Tüm bu olumsuzluklar da öyle ulu orta yazılıp-çizilecek, itiraf edilecek bilgi, fikir ve olgular değil. O zaman da bunları gizlemek gerek. Ama bu gizliliğe de resmi, yasal, inanılır, güvenilir, ikna edici bir gerekçe, bir kılıf bulunması gerekir. İşte ‘Devlet Sırrı’ ya da ‘Askeri Sır’, ‘Güvenlik Sırrı’, ‘Ticari Sır’ gibi kavram ve deyimler bu nedenle icat edildi.
Devletle ya da her türlü örgütlü kurumla gazetecilik arasındaki temel çelişki de bilgiyi gizlemek ile ifşa etmek arasındaki çelişki. Devlet ya da kurumsal iktidar suskunluğu, gazeteci ise irdelemeyi/araştırmayı/ gerçeği ortayı çıkarmayı işlev olarak üstlenmiştir. Tamamen şeffaf, siyaset ve bilgi alanlarında tamamen paylaşımcı, gerçekten demokrat, bağımsız ve özgürlükçü bir rejimde, gazeteci aç kalabilir.
SESSİZLİĞİ BAĞIRMAK
Gelelim şimdi Wikileaks belgelerine ve yankı-tepkilere.
İlk yayınlanan belgeler, halen dünyanın siyasi, askeri ve ekonomik olarak en güçlü devleti olan ABD’nin çeşitli başkentlerdeki diplomatik temsilcilerinin ve ABD’deki bazı resmi kurumların gizli damgalı yazışmalarından oluşuyor. Bu belgelerin bir kısmı büyük bir ihtimalle hiç yayınlamayacaktı, bazıları ise 30 ya da 50 yıl sonra yayınlanabilecekti.
Bir devlet, bir belgeyi neden gizler? Ne tür belgeleri gizler?
Diplomasi, kalıcı, sağlam, değişmez ilkeler temelinde değil, değişen çıkarlar yatağında icra edilen bir uğraş. Zemin, yapısal olarak kaygan. Bir devlet, bir kıtada bir politika, bir başka kıtada tamamen zıt bir politika uygulayabilir. Diplomasi çok büyük ölçüde, zamana ve mekana göre değişiyor.
Diplomatların, sadece üstleri okuyacakları için, yani kamuoyunun bilgisi dışında kalacağından emin olduğu yazışmalarda, doğal olarak çok daha içten, çok daha inandırıcı bilgi, fikir ve görüşler öne sürmeleri beklenir. Bu görüşler, aslında ABD’nin dış politikasının ‘insider information’ları. Yani içeriden gelen saf, çıplak bilgiler. Bu yazışmalar sayesinde ABD dış politikasının özellikle de ABD’li diplomatların halet-i ruhiyesi, gerçek amaç ve niyetini okumak mümkün. Bu halet-i ruhiye, emperyalist gururu (Hürmetler Said!) çok sade bir şekilde ifade eder. Tepeden bakan, ötekini küçümseyen, herkese her şeye egemen olmak isteyen, kendisine karşı çıkan/direnen (İran/Libya) güçlere karşı hakarethamiz yaklaşımlar, Hillary Clinton’un ‘İnsan Hakları, Barış,İstikrar, Diyalog’ sözcüklerini sık tekrar ettiği söylemle çelişiyor. Wikileaks ABD dış politikasının iki yüzlülüğünü kanıtlayan belgeleri teşhir ediyor.
Hem sonra gizlilik kalkanına sarılmaya ne gerek var? ABD, yasal, meşru , iyi ve doğru olduğuna inandığı tüm belge ve uygulamalarını zaten medya aracılığı ile hem de davul zurna (Bateri klarnet!) ile tüm dünyaya duyurmuyor mu?
Pazartesi ve Salı günü İngiliz, Amerikan ve Fransız medyasını izlemeye çalıştım. Mecburen Türk medyasına da baktım. Aradaki bariz fark bir kez daha ortaya çıktı. Bizimkiler konuyu son derece dar bir bakış açısı ile Türk-Amerikan ilişkileri çerçevesinde ele alıp, kendileri açısından ortaya çıkan vahim durumun farkında değiller. Bazı bakanlar alel acele tekzipler yayınladı. 3-4 saat sonra Clinton belgelerin gerçek olduğunu dolaylı olarak kabul etti. Hele Başbakan Erdoğan’ın külhanbeyi ağzıyla ‘Wikileaks hele eteğindeki taşları döksün de bir görelim sonra gerekli açıklamayı yaparız’ demesi de trajikomik. Wikileaks’e güvenilmeyeceğini de iddia etti Erdoğan. Somut hiçbir bilgi vermeden.
Salı günkü gazeteler, Davutoğlu’nun ağzından Clinton’un özür dilediğini yazdı. I am sorry! Clinton, Davutoğlu ile görüştükten sonra basın toplantısı yaptı. Özür dilediğini filan söylemedi. Sadece üzgün olduğunu söyledi. I am sorry!
Televizyonlardaki tartışmalarda da iktidar yanlısı kişiler, gazeteciler, analistler, stratejistler, emekli büyükelçiler olayı büyütmemek gerektiğini savunup, bu belgeleri dedikodu diye nitelediler. Bunlar zaten bilinen şeylermiş. Üstelik bu görüşlerini açıkladıklarında belgelerin henüz belki de yüzde biri yayınlanmıştı. Muhalefet sözcüleri de, ‘AKP’yi ve Erdoğan’ı buradan nasıl yıpratabiliriz?’ sorusuna cevap aradılar.
Oysa ki sorun, bir siyasal konjonktür sürecinin çok ötesinde, iktidar sahipleri açısından yapısal bir felaket öngörüyor. Wikileaks, yarın Türk ya da Fransız, Alman, Çin ya da İran devletinin gizli bilgilerini yayınlarsa ne olur? Shell’in, BP’nin, Microsoft’un gizli bilgileri İnternet’e çıkarsa ne olur?
Sorun, sıradan/basit bir sızma/sızdırma sorunu değil. Sorun, gizlilik ve sır kavram ve uygulamasının sonunun geldiğini muştulamasıdır. İktidar sahiplerinin her yaptığını kamu/toplum/medya/yurttaş öğrenirse bunun sonu nereye varır? Bilginin mülkiyet tekeli, iktidarların elinden alınırsa, bu iktidar ne kadar muktedir olabilir?
Wikileaks’ın yayınladığı tüm belgelerin doğru olduğunu kimse iddia etmiyor. Ama hiç olmazsa şimdiye kadar gizli damgası yemiş olan belgelerin açığa çıkması, bu belgelerdeki bilgilerin, ciddi/titiz bir gazetecilik faaliyeti sonrası denetlenmesi, derinleştirilmesi, çapraz incelemesi ve haberleştirilmesi gerekiyor. Belgelerin içindeki bazı bilgilerin mahremiyet taşıması çok önemli değil. Bu tür bilgiler, profesyonel editörler tarafından yayın öncesinde ayıklanır. Keza, haber ya da bilgi kaynağının güvenliğini tehlikeye düşürecek özel isim, mekan ve zaman adları da habere girmez.
Wikileaks belgelerinin esası/büyük bir çoğunluğu kamu çıkarı içeren bilgilerden oluşuyor. Başta ABD yurttaşları olmak üzere, herkesin bu bilgilere ulaşma hakkı var.
Sadece diplomatik yazışmalarda değil askeri ve ticari yazışmalarda da, bir ihtimal, tarih, çağımızı, Wikileaks Öncesi-Wikileaks Sonrası olarak iki ayrı bölümde ele alacak. Bu skandaldan sonra gizli kalacağını sandığı belge kaleme alan her diplomat, her asker, her ticaret ya da siyaset adamı kaçınılmaz olarak daha özenli/dikkatli davranmak zorunda. Belki de bir sürü şey bundan sonra yazıya bile dökülmeyecek. Hele bilgisayar, İnternet Tanrı Korusun!
Clinton, Pazartesi günkü açıklamasında, belgelerin doğruluğunu dolaylı olarak kabul ederken, yani sızan bilgilerin otantisitesini onaylarken, bu belgelerin ‘yasadışı yollardan ele geçirildiğini’,’çalındığını’ öne sürdü. Yasayı sen yaparsan, Wikileaks tabi ki hırsızdır. Yasayı sen yaparsan, Wikileaks tabi ki yasadışı yolları kullanmıştır. Burada temel mesele, bu belgelerin nasıl sızdığı ya da sızdırıldığı değildir. Belgelerin içeriğidir. Belgelerde yer alan bilgi, görüş ve fikirlerin bir kısmı Clinton’un savunduğu yasal ve meşru düzene de karşı.
Wikileaks sitesini çökertmek yasal ve meşru mu? ‘First Amendement’a aykırı değil mi?
Sonuç olarak, Wikileaks, geleneksel/klasik gazeteciliğin son dönemlerde ölmeye yüz tutan bir boyutunu canlandırarak YENİ GLOBAL GAZETECİLİK açısından bir çığır açtı. Bir de unutmayalım:
Hiçbir kötülük ilelebet gizli kalamaz. Çünkü hiçbir şey ilelebet gizli kalamaz.
Yorumlar
Ellerine saglik. Yine mukemmel bir yazi olmus her zamanki gibi! Sevgi ve dostlukla. Umit.
Ümit Otan
2010 - 1972 = 38 yıl eder. Yazı güzeldi. Teşekkürler Ragıp Duran.
http://globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=22389