Ana içeriğe atla

ÖYLE HER GÖRÜŞ YAYINLANMAZ!

Son bir-iki hafta içinde Sabah ve Zaman’dan (Hayret!) muhabir arkadaşlar telefonla arayıp iki farklı konuda görüş istediler. Sabah’da yayınlanan, mealen ‘Merkez medya aks mı kaydırdı?’ başlıklı dizi için oturdum aşağıdaki kısa görüşü kaleme alıp gönderdim. Sonradan İnternet’de aradım yayınlamamışlar. Olabilir…Editoryal olarak böyle bir hakları var tabi ki…Ama bana bu konuda ne soracağını bilen muhabir ya da gazete yönetimi, herhalde benim aşağı yukarı ne yanıt vereceğimi bilse gerek. O zaman boş yere muhabiri ve beni meşgul etmeye gerek yok. ‘Bu adamın söyleyeceklerini biz yayınlayamayız zaten’ diye düşünüp zaman, emek yitirmeye gerek yok. Mesela bugün egemen medyada Ermeni meselesi ile ilgili bir soruşturma yapılsa, önce ve sonra, Taner Akçam ile Halil Berktay’ın görüşlerine başvurulmuyor değil mi?

Zaman’daki muhabir arkadaş da, bir filmdeki tecavüz sahnesiyle ilgili olarak medyanın tutumu hakkındaki görüşümü sordu. Ek sorular da yöneltti. Yaklaşık 15-20 dakika konuştuk. İki gün sonra benim anlattıklarım arasında en önemli olmayan iki cümleyi alıp yayınlamışlar, ama yayınlamasalar da olurdu hani!
Aşağıda önce Sabah sonra Zaman’a ilettiklerim:


OKUR OUT, İKTİDAR İN!
Barlas ve Şafak’ın Sabah’daki köşelerinde gündeme getirdiği medya-toplum ilişkisi, daha doğru bir deyimle ilişkinin zayıflaması ve nitelik değiştirmesi bütün dünyada akademik ve mesleki olarak yaşanan ve tartışılan bir konu.
Mali-sermayenin 1980’lerden sonra geleneksel basın patronlarının yerini alıp medya mülkiyetini büyük ölçüde siyasi ve iktisadi iktidarlarla bütünleştiren girişimleri, başta İnternet olmak üzere teknolojik gelişmeler, okurların medya okur-yazarlık ve yurttaşlık kimlik ve bilinçlerinin gelişmesi gibi çeşitli etmenlerle, matbuat-basın ve nihayet medya çağında, gazetenin, haberin, gazetecilerin kimlik, konum ve işlevleri büyük ölçüde değişti.
Medya çağına kadar büyük ölçüde, okur/toplum odaklı olan matbuat ve basın, artık siyasi, iktisadi ya da askeri iktidarın neredeyse sözcüsü durumuna gelerek, okurdan/yurttaştan/toplumdan büyük ölçüde uzaklaştı. Ekonomik olarak medyanın en önemli gelir kaynağı, okurların ödediği bedel ya da abonman ücreti değil reklamveren gelirleri olduğu için, ayrıca Türkiye iktisat dünyası büyük ölçüde siyasi iktidara bağımlı olduğu için, yayın politikalarında okur/yurttaş/toplum yani kamu çıkarı yerine iktidarların özel çıkarı ağır basmaya çalıştı.
Kuşkusuz bu ve buna benzer başka tali nedenlerle, Türk egemen basını, büyük reklam ve promosyon çabalarına rağmen, 70 milyonluk ülkede, en fazla toplam 5 milyonluk bir satışla yetinmek durumuda kalıyor.

HAKİKİ TECAVÜZ/ MEDYATİK TECAVÜZ
Hakiki hayatta tanık olduğumuz, gördüğümüz, duyduğumuz tecavüz olaylarının iki boyutu var: Kadını aşağılayan yanı bir de şiddet yanı. Erkek egemen kültürün şiddetli bir ifadesi tecavüz. Üstelik garip ahlaki yansımaları da var. Kimi zaman tecavüz eden erkek övünüyor ve övülüyor, tecavüze uğrayan kadın ise çoğu zaman sessiz kalmak zorunda. Meseleye biraz geniş açıdan bakmak gerek: Türkiye, Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya üçgeninin ortasında. Bu üç alan çok şiddetli alanlar. Coğrafi olarak böyle bir dezavantajımız var. Tarih açısından da, Orta Asya’dan Viyana kapılarına kadar at sırtında, sefer halinde, işgal, talanla gelmişiz.
Halen yaşadığımız topraklar üzerinde de 1925’den bu yana düşük yoğunluklu savaş yaşıyoruz değil mi? Tüm bu olumsuzluklar tecavüze müsait bir zemin/ortam hazırlıyor. Gerçi frekansı, yaygınlığı bizdeki kadar olmasa da, Batı’daki ya da Doğu’daki daha yumuşak, daha barışçı tarih ve coğrafyaya sahip ülkelerde de tecavüz var.
Şimdi bütün mesele, hakiki hayattaki tecavüzü, haber medyasına, televizyon dizilerine ya da sinema filmlerine yani sanal/medyatik gerçeğe aktarırken, tercüme ederken nasıl bir tutum takınacağız? Muhabir, editör, yönetmen, prodüktör ideolojik/kültürel belki de ahlaki bir tercihle karşı karşıya. Tecavüzü medya aracılığı ile çoğaltırken/çoğullaştırırken, bu olayı nasıl anladığımız/yorumladığımız/aktardığımız önemli. Bu tür alanlarda, sadece sıradan bir şekilde tecavüz karşıtı olmak yeterli değil. Saldırganı, mağduru nasıl algıladığımız da önemli. Kimi nasıl eleştireceğiz? ‘Hayattaki hakiki gerçeği olduğu gibi veriyorum’ bahanesi ile tecavüzü onaylamak,benimsemek kabul edilir bir yaklaşım değil. Tecavüzü, dini ya da ahlaki gerekçelerle adeta görmezden gelmek, varlığını red etmek de doğru olmasa gerek.
Sanal/medyatik alemdeki tecavüz, hakiki hayattaki tecavüzü köken, neden,ortam, motivasyonu dahil tüm yönleri ile teşhir edebilirse ve tecavüzün topyekün/toptan olumsuzluğunu somut ve soyut olarak gösterebilir ve hissettirebilirse başarılı, olumlu sayılmalı. Bu da, hem siyasi-ideolojik hem de mesleki olarak öyle çok da kolay bir etkinlik değil…

Pişmanlık Hamişi:
İlk baktığımda görmemişim. Sabah 25 Eylül tarihli sayısında yukarıdaki görüşümü virgülüne dokunmadan yayınlamış. Sabah'tan, editör ve muhabir arkadaşlardan özür dilerim. Bu hata Fransa'da 'Canard Enchainé'de olsaydı, böyle kuru özürle geçiştirmez, Sabah'ın Genel Yayın Yönetmenine, editörüne ve muhabire bir tur şarap ısmarlardı!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd