Ana içeriğe atla

AKP'NİN KÜRT AÇILIMI

Express Degisi/Mavi Daktilo


Elinin beceriksiz muhafazakarlığı ile Kürdî işlere karışınca...



* Özal, Demirel, Yılmaz ve Çiller'den sonra Erdoğan da Kürt Meselesini çözmek istediğini beyan etti. Oysaki AKP iktidara geldiğinden bu yana hiç bir soruna adil ve kalıcı çözüm üretemedi. Üstelik Kürt Meselesi, iç ve dış aktörleri, jeo-coğrafyası, tarihi ve çok sayıda boyutuyla öyle kolay kolay, hazırlık, plan-program yapmadan, demokratik siyasi irade olmadan çözülebilecek bir mesele değil...Çok fazla iyimser olmamakta yarar var.




2005'de Diyarbakır'da 'Devlet hata yapmıştır' demişti. Doğru ve güzel şeyler söylemişti. Bir hafta kadar sonra Milli Güvenlik Kurulu toplantısında o konuşmayı tekzip ettirdiler. Bir süre sonra da zaten 'İstemeyen çeker gider' demek zorunda kaldı. 'DTP, PKK'ya terörist demediği sürece onlarla görüşmeyeceğim' demişti. DTP'nin tutumu ve söyleminde bir değişikilik olmadı. Ağutos başında DTP Başkanı Ahmet Türk'ü kabul etti, nispeten olumlu açıklamalar yaptılar. Ardından 'yanlış anlaşılmasın diye', Başbakan olarak değil AKP Genel Başkanı sıfatıyla görüştüğünü söyledi. Sanki iki tane farklı Recep Tayyip Erdoğan var! (Aslında bir tane bile var mı?).



Adı önce açılımdı sonra süreç oldu. Yakında yine değişebilir.

Kürt meselesine Türkiye Çözümü, Demokratikleşme gibi parlak sözler uçuştu havalarda. Çözümün koordinasyonu da İç İşleri Bakanına verildi. Fransızcada İç İşleri Bakanına '1 Numaralı Polis' denir. Bu zat da sıfatına uygun bir mekanda, Polis Akademisinde, Kadri Gürsel'in pek hoş bir tanımlamasıyla 'ortak noktaları hükümeti eleştirmekten özenle sakınıp kaçınan' bir grup gazeteci ve akademisyeni kolektif danışmanlık hizmeti için topladı. Bu konuda 'Gazeteci Devlete Danışmanlık Yapabilir mi ?' başlıklı bir yazı yazdım (Bkz. http://www.apoletlimedya.blogspot.com/ 3 Ağustos 2009). Cengiz Aktar, bu davet için 'Türkiye'de kimse doğru dürüst kitap filan okumuyor, herhangi bir konuda kimsenin doğru dürüst bilgisi yok. Bu yoklukta gazeteciler, işte az çok hem mürekkep yalamış insanlar, hem elleri kalem tutuyor, ağızları da laf yapar. Onun için onları çağırmışlardır herhalde' demişti.

Çalıştay'ın Önemi!


Davetliler arasında hem köşe yazarı hem de rektör bir hanım dikkatimi çekmişti. Öyle Kürt meselesinden filan anlayan bir şahsiyet de değil. Katılımcılardan biri de merak edip araştırmış. Meğerse, ev sahibi konumundaki Polis Akademisinin Müdürü mü Başkanı mı, her kimse, hanımefendinin eski bir öğrencisi imiş. 'Hocamı da çağıralım' demiş. Ne büyük ve ne ciddi bir organizasyon değil mi?



İmralı'da röportaj yapma isteğini açıkça beyan eden (Bu talebin gazetecilik dürtüsüyle filan ilgisi yok. Adam resmen gazeteci ama gayrıresmi olarak iktidarcı, siyasetçi, arabulucu, kurye...Ya da tersi) E.Özkök de davetliymiş ama 'mazaret beyan edip' gitmemiş Polis Akademisine. Ben önce gazeteci kimliğini mi korumak istedi acaba diye düşündüm. (yok öyle bir sorunu çünkü olmayan kimlik korunmaz!). Sonra sağa sola sordum. İki yanıt geldi. Bir katılımcı 'O gelmez, çünkü kamuoyu önünde bizimle birlikte görünmek istemiyor' dedi. Gazetesinden bir meslekdaşın açıklaması daha şahsi: 'Ertuğrul Bey, kolektif etkinliklere pek katılmaz'. Gerçekten de, mesleki olarak o meşum toplantıdan bir süre sonra Özkök, köşesinde, İç İşleri Bakanı ile özel bir görüşme yaptığını iki satır arasına sıkıştırıverdi.



Bahçeli, popüler olabilmek için reklam sloganlarından faydalanarak ürettiği '12 kötü adam' ibaresi benim tanıdıklarım açısından herhalükarda insani olarak geçersiz. Kim kötü? Hasan Cemal mi? Cengiz Çandar mı? Oral Çalışlar mı? Mithat Sancar mı? Ruşen Çakır mı? Hiç biri kötü adam filan değil. Ama bence yine de daha içeriği, rengi, şekli şemali belirsiz projeyle süreç, açılımla plan arasındaki bu AKPli (İn Washington English) faaliyete paydaş olmamalıydılar. Gazetecilik açısından kesinlikle yanlış bir tutum. Duydum, ilkeye kimse karşı çıkmıyormuş ama Kürt meselesi hayati bir meseleymiş, biz gitmesek ayıp olurmuş...vs...

Ne yapmak istediklerini biliyorlar mı?

Meclis'deki siyasi partilerden önce, açılımın lansmanını en küçük devlet çağrısına lacileri çekip koşuşturan gazeteci ve profesörlerle yapanların acaba bir plan ya da projesi var mı? İmralı'nın 15 Ağustos açıklamasını gölgede bırakmak gibi bir niyetleri olduğu kesin. Son olarak yerel seçimlerde bölgedeki gerilemeyi durdurmak gibi bir amaç da mutlaka var. Ama henüz teşhis aşamasına bile gelmemişken bu büyük sözler, göz yaşartan konuşmalar da ne oluyor? Aram'ın cenazesini Diyarbakır'a neden sokmuyorsunuz ki? Taş atan çocukların mağduriyetini unutacak mıyız? Halen cezaevlerinde kaç DTPli tutuklu var? Sonra, insan hükümet partisi olarak, DTP'den biraz ders alır. Bakın Başbakan onlara randevu verdi, onlar da hemen TBMM Başkanlık seçimlerinde AKP adayını desteklediler. Tabi bu arada Ağustos'un ilk haftasının sonunda Diyarbakır'da bir grup genç 'Kendine gel' mitingi yaparak AKP'nin Kürt operasyonuna dikkat çekti.



Benim yurtiçinde ama daha çok yurtdışında görüştüğüm, Kürt siyasetçiler, PKK'ye yakın ya da uzak olsalarda, öyle pek de hevesli umutlu görünmüyorlardı. Kürt medyasında da kuşkulu bir umut ya da endişeli bir yarı mutluluk var sanki. Tabi ki hiç kimse bu girişimden CHP ya da MHP gibi gayrımemnun değil. En önemli kazanım: Kürt meselesi, PKK, İmralı, Kandil, anayasa, azınlık/çoğunluk, federasyon, özerklik, güçlendirilmiş yerel yönetimler gibi şimdiye kadar çok rahat konuşamadığımız, tartışamadığımız sorun ve konular eskiye oranla daha özgür ve daha geniş bir şekilde tartışma gündemine giriyor.



Ne var ki çok fazla handikap var. Bu nedenle de ben fazla ümitvar değilim. Ama Kürt meselesinin gökten zembille inercesine çözülmeyeceğini, bunun bir süreç olduğunu da tabi ki biliyorum. İnişler-çıkışlar, engebeler, düz geçitler, kesintiler, molalar, intikalar olacak.

Engeller engeller

Handikapları sıralamaya çalışayım:



· ' Tarihi fırsat' demekle tarihi fırsat yaratılmıyor. Hele bu parlak ibarenin içini dolduramazsan, devamını getiremezsen hiç bir anlamı yok.

· Jakoben ve elitist yöntem: AKP tepeden inmeci bir şekilde, yeterli ve gerekli hazırlığı yapmadan bu işe koyulmuşa benzer. Erdoğan uzlaşma arayışı yerine kendine yakın danışman-gazeteci-akademisyenlerle işe başlayarak ilk potunu kırdı. AKP'nin içtenliğini sorgulamak gerek çünkü iktidara geldikleri günden bu yana hiç bir büyük krizi yönetemediler, hiç bir önemli sorunu çözemediler. (Başörtüsü, Dink Cinayeti, Cumhurbaşkanlığı Seçimi, AB süreci vs...). Teşhis aşamasını geçip çözüme kilitlenmiş gibi bir halleri var. Oysa ki çözümün en önemli anahtarı teşhis. 'Kürt meselesi nasıl çözülür' sorusuna doğru yanıt verebilmek için öncelikle 'Kürt meselesi nedir? Neden ve nasıl bu boyuta ulaşmıştır' sorularına cevap bulmak gerek.

· Başta AKP olmak üzere Türk siyaset sınıfında, ayrıca da maalesef akademi ve medya dünyasında, Kürtçe bilen, Kürtlerin 'İnsider İnformation'ına vakıf olan hakiki, güvenilir uzman sayısı pek azdır. Konuyu gerçekten bilen, tüm boyutlarını incelemiş/irdelemiş kişi sayısı da gerçekten çok az. Yasaklar, engeller, duyarsızlık, ilgisizlik, korku gibi nedenlerle Kürt meselesi bir çok kesimde gizli bir tabu olarak kalmıştır. Şimdilerde yeni yeni eriyor, sulanıyor. Kürt kesiminde pratik deneyimi olmasa da, devleti bilen/tanıyan, siyasi tecrübesi olan, teorik birikime sahip kadrolar da sayıca yetersiz. Ümit Fırat ile Altan Tan'ın (Ki her TV programında onlar var) altından kalkamayacakları kadar derin bir problem Kürt meselesi.)

· Türk kesiminde, okumuş-yazmış ahali dahil, Türk milliyetçiliğinin Kürt karşıtlığı vahim bir düzeyde. Sadece MHP ve CHP'den sözetmiyorum. AKP'nin bu son çıkışı bile oldukça geniş kesimlerde 'Vatana ihanet', 'Atatürk'ü öldürmek', 'Ulus-devletin sonu', 'Bölücübaşını affetmek', 'ABD ve AB'nin taleplerine boyun eğmek' gibi tahlillerle değerlendirildi, algılandı. Kürt kesimi genel olarak siyasi açıdan hem daha olgun hem de daha ileride. Ama TSK'nın tutumu, henüz resmen açıklanmamış olsa da bu girişimin arkasında durmayacağı belli. AKP ile TSK arasındaki Ergenekon+Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması vs...gibi gerginlikler, Kürt meselesinin çözümü için müsait bir atmosfer yaratmıyor. Keza AKP ile muhalefet arasındaki derin çekişmeler de çözümü daha da güç hale getiriyor. Devlet kurumları arasında mutabakat filan yok. (İlginçtir 'Devlet kurumu' denince akla sadece Çankaya, Hükümet, TSK, Emniyet ve MİT geliyor).

· Kürt meselesi belki de bugün dünya siyasetindeki en karmaşık sorunlardan biri. En az 80 yıllık geçmişi var. Doğrudan dört devleti, dolaylı olarak en az on devleti ilgilendiren bir sorun. ON devletin de farklı hatta çelişkili jeo-stratejik ve siyasal çıkarları var. Sorun salt siyasi de değil. Tarihi, kültürel, lengüistik, psikolojik, ideolojik, güvenlik, ekonomik, toplumsal...vs... boyutları var. Araya kan girmiş. Ve sorun öyle bir aşamaya gelmiş ki, es kaza Ankara ile PKK kendi aralarında oturup anlaşsalar bile (Bugünün senaryosu değil bu), sorun yine de çözülmüş sayılamaz. ABD'nin bugünkü nispeten açık desteği çözüm için önemli hatta gerekli ama yeterli bir faktör değil. İran'ın tutumu unutulmamalı. Irak'da da Kürt-Arap çekişmesinin boyutları derinleşiyor.



Tüm bu engeller, AKP'nin bugünkü konumu, durumu, kapasite ve becerisi ile aşabileceği türden engeller değil. Azadiya Welat gazetesinin sorularını yanıtlarken bu konuları biraz daha açmaya çalıştım. (Bkz. http://apoletlimedya.blogspot.com, 11 Ağustos 2009, Ya Tabu ya Barış!)

Keza işin PKK tarafı ve bölge halkının tutumu (ki İrfan Aktan'ın gözlem ve tahlilleri genelde doğru) da, kaçınılmaz olarak çözümün önemli bir ayağı. O tarafta da tüm iyiniyet ve iradeye rağmen her an tuz buz olabilecek incecik camdan inşa edilmiş yapılar, yapılanmalar, hassasiyetler mevcut.

Yeterli hazırlık yapılmadan başlayan tartışma sürecinde bile hemen sakatlıklar belirdi. Emekli Büyükelçi yeni Akil Adam Ümit Pamir, belki iyi niyetle, tartışma özgürlüğünün sınırlarını genişletmek amacıyla söylemiş olsa bile, referandum ve ayrılma meselesini, daha işin başında gündeme getirince, bölünme/parçalanma fobisini de istemeden de olsa alevlendirmiş oldu. Zamanlama ve siyaset hatası...

Temkinli Umut

Sonuç olarak, geleneksel alaturka metodlarla başladık işe. 'Cin şişeden çıktı', 'Diş macunu tüpünü sıktık artık bir daha içeri sokamazsınız' türünden gözlemler henüz doğru değil. Özal'dan (1992) Demirel'e, Mesut Yılmaz'dan Çiller'e kaç Başbakan Kürt açılımı yapmıştı hatırlıyor musunuz? Peki PKK kaç kez ateş-kes ilan etti bugüne kadar? Geçmişdeki 27 isyanın ayrıntılarını anımsayan var mı?



AKP'den radikal bir siyasi/barışçı çözüm önerisi bekleyen yok. Adil, kalıcı bir barış istiyoruz hepimiz değil mi? Ama yine de ulus-devlet, Kemalizm, Cumhuriyet'in kuruluş felsefesi Kürt meselesiyle ilişkili konular değil mi?



(*) Bu yazı Öcalan'ın Yol Haritasını açıklamasından önce kaleme alındı.RD

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle