Ana içeriğe atla

Siyasetçi-Gazeteci İlişkisinde Bir Örnek : Orhan Doğan

Aramızdan ayrılalı iki yıl oldu. Pazartesi günü Cizre'de anma etkinlikleri yapıldı. Yaklaşık yirmi yıllık dostluktan siyasetçi-gazeteci ilişkileri açısından çıkardığım deneyler, öğrendiklerim...


Bundan iki yıl önce 29 Haziran günü Doğubeyazıt'daki bir toplantıda kaybettik Orhan Doğan'ı. Onun narin vucudu, aklının ve ruhunun tüm sağlamlılığına rağmen, 10 yıllık cezaevi sürecinin ve binbir siyasi sıkıntının ardından toprağa dönmek istedi. Gerekli ve yeterli önlemler alınabilseydi belki hala aramızda olabilecekti Orhan Doğan ama...

Bu haftanın başında, Pazartesi günü Cizre'de Orhan'ın ailesi, mücadele arkadaşları ve dostları ona layık bir anma töreni düzenledi. Orhan'ın anıt-mezarı da Cizrelilere ve sevenlerine göründü ilk kez.

İki yıl önce onbinlerce insan, Van'dan Cizre'ye kortejler eşliğinde getirmişti naaşını. Cizre'de en az 200 bin kişi vardı o gün sokaklarda. Geçtiğimiz Pazartesi de binlerce kişi toplandı mezarın başında.

Mem u Zin'in buluştukları mekanın iki adım ötesinde Orhan'ın ve galiba bütün Türkiye Kürtlerinin simgesi sayılabilecek yarık dağ arasından kuşların fışkırdığı anıt-mezar siyasi bir mimarlık şaheseri.

Leyla Zana, eseri gördüğünde 'Aykırı' dedi. Ardından ekledi 'Orhan gibi'. Gülten Kaya, 'Ölüm, mezar gibi sözcükleri kullanmıyorum. Burası Orhan'ın yeni evi' dedi. Cizreli yurttaşlar fatiha okurken ya da saygı duruşunda iken uzun uzun, derin derin incelediler bu eseri. Aralarında tartışıyorlardı:
Bu sanki bitmemiş...
E doğru, Orhan Doğan yapacaklarının bir kısmını yapamadan gitti
Keşke Orhan abinin bir fotografı olsaydı mezarın başında
İyi bakarsan var aslında...
Bu kuşlar özgürlüğü mü ifade ediyor
Belki de barışı...

Başta çocukları Ayşegül'le Fırat olmak üzere Doğan ailesi belki de en az üç aydır bugüne hazırlanıyordu. Babalarına yakışan sakin, sessiz, gösterişsiz ama vakur bir anma istiyorlardı. Nitekim de öyle oldu. Cizre'de henüz bir ay önce göreve gelen DTP İlçe yönetimi de son derece olgun, akıllı ve örgütleyici bir yaklaşım gösterince, Cizreliler, bölgenin dört bir yanından gelenler, Batılı konuklar 4o dereceyi aşkın sıcağa rağmen, ağırbaşlı, ciddi bir törene tanık oldu.

Mezar başında ev sahibi olarak Cizre Belediye Başkanı Aydın Bolak Orhan Doğan'ın kentle ilişkisini anlattı. Daha sonra Doğan'ın dostları adına Gülten Kaya, hem Orhan'ı hem de yeni evini tanıttı. Son olarak da cezaevi arkadaşı Leyla Zana da, Doğan'ın kişiliği ve Kürt mücadelesindeki yerini anlattı.

Diyarbakır'dan Belediye Başkanı Osman Baydemir, DEP eski milletvekillerinden Hatip Dicle, DTP'nin bölge temsilcileri, Belediye Başkanları, Genel Başkan yardımcıları Cizre'de idi. Mezar başındaki anmadan sonra Mem u Zin Kültür Merkezinin bahçesinde bu kez Doğan'ın cezaevi arkadaşı Siirt'in yeni Belediye Başkanı Selim Sadak, Şırnak milletvekili Hasip Kaplan, Barış Meclisinin sözcüsü Hakan Tahmaz ve ben birer konuşma yaptık.

Yaklaşık 20 yıl kadar önce, Cizre'de İnsan Hakları Derneğinin temsilcisi bir avukat olarak tanımıştım Orhan Doğan'ı. Orhan'la ilk kez karşılaşan herkes öncelikle onun olağanüstü şık bir adam olduğunu görür. Müthiş zarif bir adamdır Orhan. Ama yıllar içinde anladım ki, onun şıklığı ceketin, gömleğin, kravatın, mendilin şıklığı değildi. Orhan'ın ruhunun, aklının ve yüreğinin şıklığıydı üzerine yansıyan.

İkinci olarak Orhan, belki de avukatlığın da verdiği deneyimle, çok düzgün ve çok güzel konuşurdu. Kürtçesini değerlendirecek durumda değilim. Ama Türkçesi hem dilbilgisi, hem mantık hem de akıcılık açısından mükemmele yakındı. Türkçesi iyi/güzel çok insan vardır. Ama Orhan'ın Türkçesinin ya da dilinin güzelliği de aslında yine onun aklının, yüreğinin sözlere yansıyan güzelliğiydi.

Orhan Doğan'ı daha sonra Cizre'nin sınır köylerinde, dağ köylerinde seçim kampanyası sırasında izledim. Körfez Savaşları sırasında, Irak'la ilişkiler bağlamında Cizre basın merkezi gibiydi.

Orhan'la Meclis koridorlarında sohbet ettiğimi hatırlıyorum. Sonra cezaevinde açık ve kapalı görüşlerde. Cizre'de, Istanbul'da, Ankara'da Kürt sorunu ya da barışla ilgili toplantılarda, dost muhabbetlerinde Orhan'dan çok şey dinledim, çok şey öğrendim.
Bunca süre içinde – ki çok sıkıntılı dönemlerde, evinin tarandığı gecelerde mesela beraberdik- sinirlendiğine, kızdığına tanık olmadım. Hep yumuşak, hep akılcı, hep soğukkanlı idi.

Ben daha çok bir siyasetçi olarak Orhan Doğan'ın gazetecilerle ilişkisi hakkında durmak istiyorum. Başarılı -hem onun hem de benim açımdan- bir deneyi aktarmak istiyorum:

Siyasetçi-gazeteci ilişkisi bizim memlekette sorunludur. İktidar ilişkisidir, çıkar ilişkisidir. Çoğu zaman siyasetçi kimi zaman da gazeteci kendisini gerçeğin temsilcisi hatta yegane sözcüsü sanır. Oysa ki ikisi de çoğu zaman gerçeği değil, kendi işine geleni söyler, savunur. Siyasetçi gazeteciyi kişisel amaçları için kullanmaya çalışır; gazeteci de siyasetçiyi kariyeri için değerlendirmeye azami çaba sarfeder.

Orhan'la temas eden meslekdaşlar da herhalde bana hak verecektir: Orhan, gazeteciye kendisini pazarlamazdı, inandığı davasını ikna edici bir şekilde anlatmaya çalışırdı.
Orhan, gazetecilerle ilişkilerinde bilgi temelinde konuşurdu. Farklı yorumları da aktarırdı. Bilmediği konularda bilmediğini söylerdi. Kürt meselesi gibi karmaşık/güç/sorunlu bir konuda bile Tanrı kelamı türünden şaşmaz doğruları yoktu. Ayağı yere basan tahlilleri somut bilgiler üzerine kurardı. Siyasetin esnekliği hatta oynaklığı konusunda da hem tecrübeli idi hem de önlemlerini almıştı. Kürt halkı, Türklerle ilişkiler, barış temel sorunlarıydı. İçine kapanmışlığı, milliyetçiliği hep redetti. Sol damarı çok güçlüydü. Kimsenin karşı söz söylemeye cesaret bile edemediği güç odaklarına karşı çok ince, çok nazik bir uslupla köktenci eleştiriler getirdi.

Avukatlığı döneminden Trakya'dan Ege'ye, Karadeniz'den Akdeniz'e bu memleketin tüm kesimlerinden insanlarla doğru düzgün ilişkiler kurmasını becermişti.

Cizre'de bir zamanlar Cudi Mahallesinin üst kısmında 'Komite' vardı. Orhan, talebim üzerine beni onlarla tanıştırmıştı. Ama beni o zamanlar Cizre'nin kaymakamı, savcısı, jandarma komutanıyla da tanıştıran yine Orhan'dı.

Orhan tartışmalarda da çok yumuşaktı. Üste çıkmayı sevmez, en koyu Kürt, barış ya da demokrasi karşıtını bile sabırla dinler sonra onu dostluğa davet ederdi.

Bugün itiraf etmek zorundayım: Orhan'la ilişkimi çok kısa bir süre siyasetçi-gazeteci olarak sürdürebildim. Daha sonra dost olmuştuk çünkü. Kürtler konusunda ben hep özel temaslar sayesinde çok şey öğrendim. Kitaplarda yazmayan şeyleri. Kürtlerin iç dünyasını, düşünce ve davranma şekillerini, reflekslerini...Musa Anter'le hem Nusaybin'de hem Istanbul-Dragos'da, Mehdi Zana ile Diyarbakır'da ve yurtdışında, Van'da Güney Arslan ve Remzi Kartal, Siirt'te Zübeyir Aydar ve Cizre'de tabi ki Orhan Doğan'la saatlerce süren muhabbetler ve tartışmalar bir gazeteci için paha biçilmez bilgi ve fikir hazineleriydi. Daha başka siyasetçilerden, liderlerden de, orta kadrolardan da çok şey öğrendim tabi. Yazmakla bitmez. Kürt dünyasını tanıma ve öğrenme serüvenimde Cizre kuşkusuz en uzun dönemi kapsadığı için Orhan'ın hem kişisel hem de gazetecilik açısından son derece önemli, özel, değerli bir yeri var.

Kürt sorunu bugün artık devletin zirvesinde de 'Tarihi Fırsat', 'Memleketin en önemli sorunu' olarak kabul görüyor.- Biz bunu 20 yıl önce söylüyor, yazıyorduk ya neyse...-
Bugün belki de her zamankinden fazla Orhan'a, Orhan gibi Kürtlere, Orhan gibi siyasetçilere ihtiyacımız var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd