29 Ekim Cumhuriyet Bayramı polis gazı ve coplarla kutlandı. Köşk resepsiyonu millî maç duyarlılığı ile naklen yayınlandı TV’lerde. Havai fişekler, gece fener alayları, bazı kentlerde cumhuriyet baloları filan hepsi tamam, yerli yerinde. Bir tek eksik var: Cumhuriyet fikriyatı!
Fevkalâde sun’î, sahte yaklaşım ve davranışlar… Yüzeysel, biçimsel, plastik, hatta teneke… Muhteva yok, dış cepheler amyantı gizlemek için altın sarısına boyanmış. Floresan lambalar açık pembe, mor filan. Bir de o küçük aynalı küreler dönüyor tavanda. Çalan müzik, akordu bozuk piyano ve telleri gevşek bir mandolinden çıkan tımbırtı. Arkada, ihtişam olsun diye ramazan davulu…
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ya, çapsız bir polemik, anlamsız bir dalaşma başlattı Erdoğan’ın AKP’si. Bugünkü iktidar, cumhuriyet kavramıyla “Kemalizm”i, “ordu”yu, “darbeciliği” ve galiba “Cumhuriyet Halk Partisi”ni özdeşleştirdiği için, resmî kutlamaların dışındaki yürüyüş ve eylemleri yasakladı. AKP, iktidarda her geçen gün daha fazla devletleştiği için —ki zaten “AKP devleti” sıfatını çoktan hak etti— bu yasakçı refleksi de hemencik benimsedi. Erdoğan’ın yasakçılığı da çapsız: Biz hipodromda kutlayacağız, CHP’li belediyeler istedikleri yerde kutlasınlar…
Bu yasakçı zihniyet, CHP, İşçi Partisi gibi Kemalist kesimleri sokağa döktü. Pazartesi günü, polis Ankara’da, aralarında ana muhalefet partisi lideri ve milletvekillerinin de olduğu göstericileri gaz, cop ve tekme ile durdurmaya kalkıştı. Türk bayrağını öne çıkaran göstericilerin polis şiddetine maruz kalması da ilginçti. Gerçi, bir süre sonra polis barikatları kaldırmak zorunda kalınca, Ankara Valiliği tarafından yasaklanan yürüyüş gerçekleşti. Garip İçişleri Bakanı’nın “istihbarat balonu” sönmüş ya da patlamış oldu.
Burada önemli bir olumsuzluk: Atatürk, Türk bayrağı, cumhuriyet gibi şahsiyet, obje ve kavramlar sıradan bir siyasî polemik aracı haline geldi. AKP’ye ve Erdoğan’a karşı, sanki Türk bayrağıyla, Atatürk posteriyle ve bizim Kemal renkli cumhursuz cumhuriyetle mücadele edilebilirmiş gibi…
Medyaya baktığımızda, cumhuriyetin temel tanım ve kavramlarından çok uzaklarda yüzerken, CumBaş’ın eşi ile Başbak’ın eşinin arasındaki iktidar hırslı ilişkinin anatomisi ya da futbolcu Alex’in Brezilya’daki Türk Büyükelçiliğinde düzenlenen 29 Ekim resepsiyonuna katılması konusunda “ilginç” haberler var.
Bazı Kürt sitelerinde, maalesef, “cumhuriyet unutturma kültürüdür” başlıklı yazılara rastladım. O kesimlerde, Kemalist uygulama nedeniyle, cumhuriyeti topyekûn olumsuz ilan edenler var. Oysa ki, çok yeni ve ilginç bir sentez olmasa da Öcalan uzun zamandan bu yana “demokratik cumhuriyet”ten söz ediyor.
Fransız jakoben cumhuriyet tecrübesi dahil, cumhuriyet rejimi, “Kimsizlerin Kimsesi” ya da “Res Publica” (Kamusal Şey) olarak etiketlenmiş olsa da, cumhurla cumhuriyet rejimi arasında sorunlu bir ilişki var.
İlginçtir, özgürlüklerin adının bile pek nadir olduğu ve sosyalizm kisvesine bürünen bir başka rejim türüne de “halk cumhuriyeti” adı verilmiştir resmen.
Geçelim bu teorik, felsefî mülâhazaları ama, bizim somut belleğimizde, 1923-2012 döneminde cumhuriyetten söz edildiğinde, hâkî renkli bir rejim, ordu önderliğinde hürriyetsiz, siyah-beyaz, ekonomik ve kültürel olarak Ortaçağ’ı anımsatan, ceberut, sevimsiz, bir o kadar da sahtekâr bir düzen akla gelmiyor mu? Yurttaşın hâlâ kul ya da köle olarak görüldüğü bir düzen. En halkçı lider diye sunulan Menderes de kalkıp “buraya odunu koysam aday olarak, yine de seçtiririm” dememiş miydi? Bizde cumhuriyet, devasa hükümet, adliye, hapishane binaları ile devletin bizzat kendi yurttaşına karşı gözdağı verdiği, meydan okuduğu bir rejim olarak somut ifadesini buldu. (Çivit badanalı!) Bakın mesela bu sene Diyarbakır’daki resmigeçit töreninde ordu, Stinger füzelerini teşhir etti. O geçit töreninin yapıldığı kentteki insanların oğulları, kızları dağlarda. Ordu da, o insanlara, oğullarını kızlarını nasıl öldüreceğini gösteriyor cumhuriyet bayramında. Böyle bir devleti, böyle bir cumhuriyeti kim benimser? Kim içine sindirebilir?
Kürtlerin bir kesimindeki cumhuriyet karşıtlığını kabul edin ya da etmeyin, ama anlamak kolay. Ya şimdiki iktidarın kayınpederi İslâmcıların bu cumhuriyetle hesaplaşmaları gaz sıkarak, gösterici coplayarak mı gerçekleşecek?
Humeyni’nin İran’da kurduğu rejimin adı “İslâm cumhuriyeti” idi, hatırlıyorsunuz, değil mi? Bizim İslâmcılar, tekke ve zaviyelerin kapatılmasının, Said Nursi’nin, İskilipli’nin vs. öcünü cumhuriyet kavram ve uygulamasından çıkarmak amacındalar. Oysa ki Kemalist cumhuriyetin cumhuriyet olmadığının farkında değiller. Tıpkı kendilerinin de artık cumhuriyetçi olmadıklarının farkında olmadıkları gibi… Laik olmadıkları için değil, demokrat olmadıkları için değil, ama cumhuriyetçi olmanın herhalde ilk koşullarından biri olan kamu çıkarını savunmayıp hem siyasî, hem toplumsal ve ideolojik olarak özel çıkarı kamu çıkarının üstünde değerlendirdikleri için…
Cumhuriyet üzerine düşünmek, tartışmak gerek. Hem teorik / akademik olarak 21. yüzyılda cumhuriyet fikrinin farklı versiyonları ile geldiği merhale saptanmalı ve bu farklı versiyonların karşılaştırmalı sentezi de ilginç olur.
“Cumhuriyet hayat demek / Yükselmeye kanat demek…” marşlarıyla ancak uçarız boşluklarda.
Bizim kendi cumhuriyetimizin de (Yarın cumhuriyeti ilan edeceğim!) sadece 1923 değil, bir ihtimal Tanzimat’tan bu yana oluşum evrelerini, ilanını ve son 90 yıllık uygulamalarını değerlendirmek gerek.
Ece Ayhan, “tarih öyle ayağa kalkıp ceket ilikleyerek anlaşılacak bir şey değildir” demişti. Cumhuriyet tarihi de, küçücük çocukların her sabah “Türküm, doğruyum…” diye bas bas bağırarak, her pazartesi ve Cuma, ayrıca her resmî spor müsabakasından önce hazırola geçip “Korkma sönmez…” diye marş söyleyerek kavranacak, tartışılacak bir kavram değil.
Bunlar hep resmî ve biçimsel şeyler. İşin özüne, içeriğine işte belki de bu resmiyete ve biçimselliğe takılıp kaldığımız için bir türlü inemiyoruz. Cumhuriyetin özüne, bizatihi kendisine ilgi duymuyoruz, cumhuriyetin simge ve biçimselliklerine mecburen gösterdiğimiz resmî dikkat ve özen kadar.
2002’den sonraki ilk beş yılda, bazı Batılı gazetelerde “Boğaziçi’nin liberal devrimcisi” filan diye Erdoğan’ı öven tahliller yayınlanmıştı. Erdoğan, askerî cumhuriyetin imtiyazlarını törpülüyordu, AB’ye tam üye olmak için hukukî reformlar yapıyordu. Güzel… Ne var ki kadim askerî cumhuriyetin kaidesini yıkıp yerine yeni hakiki bir cumhuriyet altyapısı inşa etmek varken, AKP, bu eski yapıda sadece biçimsel ve isimsel değişiklikler yapmayı ve kadim rejimi yeni isimle sürdürmeyi tercih etti. AKP, eskiden muhalefet ettiği cumhuriyetin direksiyonuna geçince, muhalefeti bıraktı, aynı arabayla yola devam ediyor. Araba değil, şoför değişti. Yeni şoförün eskisiden daha mahir, daha tecrübeli, daha güven verici olup olmadığı çok tartışılır.
Kısacası, Türkiye’deki cumhuriyetçilik hakiki değil, biçimsel ya da moda deyimle sanal…
“Cumhuriyet Tarihinin Eleştirel Analizi” başlıklı akademik bir sempozyuma, panelin arkasında Türk bayrağı ve Atatürk posteri bulunan bir salonda ve İstiklal Marşı ile başlamak komik mi olur?
Böyle bir sempozyuma, kürsüdeki imamın Kur’an’dan ayetler okuyarak başlaması, kimilerinin aklından ve gönlünden geçse de, komik olur!
(birdirbir.org'dan)
Yorumlar
deve konuşamadığına göre!
deve adına yıllardır konuşan develeri arıyorum, bir uuzuun zamandır :)
bence türkiye nin, bitmeyen ve ısrarla artan sorunlarının çözümü: insanların farklı bir düşünce yapısıyla hayata bakmaları...
ne sağcısı ne solcusu ne de sucucusu bu ülkenin yönetiminden memnun olmuyor. her döneme iktidar partisi ve ailesi mutlu oluyorsa; herkesin iktidarın ailesinden olması sorunu çözmez mi? diye düşündüm, ya diğer aileler...
başka türlü bir türkiye mümkün, tabi eğer zihnim bir reklam sloganından etkilenmediyse..
ama olsun yine de mümkün!
mesela başka türlü bir Türkiye dediğimde de, zihnimin kalıntılarla dolu olduğunu hissettim. illa türkiye olmak zorunda değil, başka türlü bir ülke mümkün.
en azından, insanların düşünceleri yüzünden, ölmediği ve öldürmediği!
bu kadar ölmek anlatıldığı kadar bu kadar bile normal değil..
haa sonunda gene öleceğiz ama böyle ölmesek iyi..