Ana içeriğe atla

ASKER GAZETECİYİ EĞİTİRSE...

15 Ekim 2008'de Gazeteciler.com'da yayınlanan yazı.

* RTÜK Başkanının önerisi, Genel Kurmay’ın da anlaşıldığı kadarıyla arzu ve onayı ile artık gazeteciliği Milli Güvenlik Akademisi öğretecek. Gazetecilik zaten son zamanlarda pek milli bir o kadar güvenlikçi bir meslek haline gelmişti zaten. Paşam, nasıl olmuş bu spot?

Gazetecilerin/muhabirlerin, terörizm ve terör olayları konusunda Milli Güvenlik Akademisi (MGA) tarafından eğitilmeleri meselesine dört açıdan bakabiliriz:

- Mesleki/teknik
- Siyasi-ideolojik
- Öneri sahibinin kişiliği
- Nedenler ve zamanlama

* Harp Akademileri Komutanlığına (http://www.harpak.tsk.mil.tr/pageContainer.aspx?PID=2) dolayısıyla Genel Kurmay Başkanlığına bağlı olan bu akademi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ideolojik-eğitimsel bir organı/birimi. TSK, terörizm konusunda, gazeteciler açısından bir HABER KAYNAĞIdır. Genel Kurmay Başkanlığı, terör olayları konusunda gerektiği zaman, İnternet sitesinden ya da düzenlediği basın toplantılarıyla, muhabirler/basın kuruluşları aracılığıyla topluma bilgiler verir, konuya ilişkin görüş ve yaklaşımlarını aktarır. TSK, terör olayları konusunda hem zengin bir bilgi birikimine sahiptir, hem de konu hakkında kendine has bir yaklaşıma, perspektife sahip. Bu nitelikleri gereği, yani esas olarak bir haber kaynağı olması itibarıyla, TSK’nın gazetecileri eğitmesi, terör olaylarının nasıl izlenip aktarılacağı konusunda eğitim vermesi mesleki/teknik olarak yanlıştır, yapılmaz. Bir haber kaynağı, özel olarak da kendi ilgi/uzmanlık alanı konusunda gazetecilere, mesleğin nasıl icra edileceğine dair (Terör haberleri nasıl izlenir, nasıl yazılır?) eğitim vereceğini, bu konuda seminer ve toplantılar düzenleyeceğini açıklıyorsa, bu konuda bir niyet belirtisi ifşa ediyorsa, buna eğitim semineri denmez. Bu tür etkinlikler, haber kaynağının halkla ilişkiler/propaganda faaliyetidir. Gazetecilik, en kestirme işlevsel tanımıyla, haber kaynağı ile yurttaş arasında bir bilgi-görüş köprüsü ise, bu mesleğin nasıl yapılacağı konusunda haber kaynağının herhangi bir yetki, imtiyaz, öncelik ya da görevi olamaz. Haber kaynağı, zaten bu niteliği ile, yani istediği bilgi ve görüşü, istediği zaman, istediği şekilde muhabirler aracılığıyla yurttaşlara aktarma işlevini yeteri kadar yanlı bir şekilde yerine getiriyor; haber kaynağı olmanın avantajlarını kullanıyor. Bu yetmiyormuş gibi, haber kaynağı, istediği haberi ve görüşü, istediği zaman ve şekilde aktarmanın yanısıra, kendi dışındaki muhabirlerin bu haber ve görüşleri nasıl yayınlaması (Elde etme, değerlendirme, süzme, yazma, sunma) gerektiği konusunda da eğitim vermesi, doğrudan basın özgürlüğüne ve bağımsızlığına yönelik bir edimdir.
MGA ve genel olarak TSK, çeşitli olumsuz gelenekler ve köklü bir ideolojik geçmiş nedeniyle olsa gerek, medya çalışanlarını da kendi personeli (Mehmetçik Gazeteci/İliştirilmiş-Yapıştırılmış-Kaynaklamış-Ankastre Gazeteci) gibi algıladığı için onları da eğitmek istiyor.
Eğitimin (Formation) kaçınılmaz olarak siyasi-ideolojik bir içerik ve yaklaşımı vardır. Bu nedenle eğitim veren kurumun, bu eğitimden doğrudan ya da dolaylı herhangi bir çıkarı olmamalıdır. Bu nedenle de haber kaynağı eğitim veremez, vermemelidir.
Gazeteciler ancak ve ancak iki kurumdan eğitim alabilir: Öncelikle gazetecilerin kendi mesleki örgütleri olan sendika, cemiyet, birlik ve dernek, üyelerinin eğitim ihtiyaçlarını karşılamak konumundadır. Mesela bizde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, bazen tek başına bazen başka kuruluşlarla birlikte ulusal ya da yerel medya çalışanlarına yönelik eğitim toplantıları düzenlemektedir.
Gazeteciler, kendi mesleki örgütlerinin yanısıra iletişim/gazetecilik/radyo-televizyon dallarında uzmanlaşmış akademik kurumlardan da, yani kamu ya da özel üniversitelerden de eğitim alabilir. Türkiye’de, mesela ben, şimdiye kadar Galatasaray, Istanbul, Anadolu, Bilgi ve Kadir Has Üniversitelerinin aktif gazetecilere ya da gazeteci adaylarına yönelik olarak düzenledikleri çeşitli mesleki seminer ve sertifika programlarında eğitmen ya da öğrenci/stajyer (Bu alanlarda pek öyle MÜDAVİM rütbesine ulaşılmıyor!) olarak bulundum.


• İşin siyasi-ideolojik yanı, kaçınılmaz olarak mesleki-teknik yanında da sırıtıyor. MGA ya da TSK, terör konusunda mevcut çatışan taraflardan biridir. Bir bakışa göre 1925, bir başka bakışa göre 1984 yılından bu yana, bu topraklarda, Türk Silahlı Kuvvetleri ile Kürt silahlı militanları ve örgütleri arasında silahlı çatışmalar sürmektedir. TSK’nın terminolojisine göre bu silahlı çatışmalar ‘bölücü terör örgütünün milli birlik ve beraberlik ile Türkiye Cumhuriyeti Devletinin toprak bütünlüğüne yönelik terör eylemleri’dir. İşte tam da bu tanımdan yola çıkarak, çatışan taraflara eşit uzaklıkta durması gereken medya, taraflardan birinin yaklaşım, terminoloji hatta siyaset ve ideolojisini benimsemeye yönelik eğitim seminerlerine çağrılıyor. Haber kaynağı bir çatışmada aynı zamanda taraf ise, çatışmayı topluma aktaracak kişileri, yani gazetecileri/muhabirleri eğitmek isterken, aslında toplumu kendi bilgi ve görüşleri temelinde oluşturmaya çalışmak istemektedir. Taraflardan biri, haber kaynağı sıfatıyla, gazeteciyi eğitip, gazetecinin, bir konu (Anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma...vs...) hakkında yurttaşları doğru, çok yanlı, güvenilir, inanılır,hızlı bir şekilde bilgilendirmesini engelleyip, konu hakkında kendi tarafının bilgi ve görüşlerini, kendine uygun bir dil ve şekilde topluma aktarmasını istemektedir. Gazeteciler, taraflardan eğitim değil bilgi ve görüş talep eder. Bu bilgi ve görüşün nasıl işlenip haber haline getirileceği gazetecinin mesleki yetkinliğine ilişkin bir sorundur, tarafı, haber kaynağını ilgilendirmez.

• Taraf gazetesinden öğrendiğimize göre sözkonusu önerinin sahibi RTÜK Başkanı Zahid Akman imiş. Bu göreve gelmeden önce Kanal 7’de Ankara ve Washington temsilciliği ile anchorman’lik ve tartışma programları sunuculuğu/yöneticiliği yapmış olan iletişim doktoralı Akman, geçmişte de bu MGA’nın müdavimlerinden biri olmak istemiş ancak ‘sakallı kimliği’ nedeniyle askerlerce kabul edilmemiş. Akman’ın adı yakın geçmişte Deniz Feneri yolsuzluğunda da sık sık geçmişti halen de geçiyor. Burada ilginç olan, islami muhalefetin televizyonculuğunu yaparken bile, Türkiye’de iktidarın kimyasını hünerli bir şekilde Ankara’da öğrenmiş olan Akman’ın, iktidar döneminde, eskiden kişisel olarak yapamadığını artık kolektif olarak tüm meslekdaşlarına önermesi. Amiyane tabir ile, Akman, vakti zamanında Genel Kurmay’ın üst düzeyli bir yetkilisine kalkıp, ‘Paşam, olmuyor böyle, gelin biz el ele verelim, bizim gazeteci arkadaşları sizin Milli Güvenlik Akademisinde bir güzel eğitelim, bakın o zaman tüm medyayı bölücü teröre karşı kendi saflarımıza nasıl alıyoruz’ demiş olsa gerek. ‘Tabandan geliyoruz’, ‘Milli egemenlik’, ‘Halkın esas temsilcisi biziz’ söylemlerinin arkasında işte böyle jakoben, böyle ‘eğitimci’ bir zihniyet var. Akman, Türk medyasını ‘hizaya getirmek’ için, eğitmenini bulmadan, gerekli ve yeterli altyapıyı da hazırlamadan medya okur-yazarlığı alanına da balıklama atlamıştı. Her işin başı eğitim! Eğitim şart ! Değil mi? Kendisi belli ki iktidara gelince eğitilmiş, şimdi de meslekdaşlarını askerlere eğittirecek...

* Gazetecilerin terör haberleri konusunda MGA’da eğitim görmesi önerisi neden ve şimdi gündemde? Dağlıca ve Aktütün baskınlarından önce tasarlandığı belli olan bu proje aslında ilk bakışta çok da anlamlı, çok da işlevsel görünmüyor. Çünkü Türk egemen medyası aslında 1923’den bu yana belki de Osmanlı’dan bu yana öyle eğitim meğitim görmeden, çekirdekten yetişme bir tarzda zaten ordu yanlısı hatta askerseverdir. Açın bakın koleksiyonlara, eski gazetecilerin anılarını tarayın, Batı Avrupa geleneğinde var olan anti-militarizme bizde pek rastlanmaz. Bu sadece Türk egemen medyasına has bir eksiklik değil üstelik. Türk toplumu Orta Asya’dan bu yana şiddet, silah, askerlik, fetih denizlerinde kulaç atıyor. Savaş karşıtı bir yayın çizgisi yok bizde. Ne 1. Dünya Savaşı sırasında ne de 2. Dünya Savaşı döneminde. Nazilere karşı SSCB’yi destekleyenler vardı, iyi bir şey yapmışlardı ama bu tutum anti-militarizm değildi. Kore Savaşı döneminde de bir avuç Barış yanlısı aydın hariç savaşa karşı çıkan olmadı. Kıbrıs Harekatı sırasında da ‘İşgale Nihayet, Kıbrıs’a Hürriyet’ sloganı pek cılızdı. Şiddet ve savaş karşıtlığı Türkiye’de Kürt meselesiyle kendini gösterir oldu. 1984’den bu yana OHAL’ler, sınırötesi ve memleket içi hava ve kara harekatının sayısını tam olarak bilen çok az insan var.Aslında ‘savaş halinde bir ülkeyiz biz’ de, herkes bunun farkında ya çaktırmıyoruz ya da artık kanıksadık, doğal karşılıyoruz. Türk egemen medyası, resmi söylemin bir müştemilatı olarak, Kürtleri yok saydı, Kürtçeyi imha etti, Kürt haklarını terörizm olarak algıladı ve etiketledi. Sonra da, siyasal-askeri ve toplumsal zorlamalar karşısında ‘Kürtler isterlerse Cumhurbaşkanı bile oluyor’ deyip devletin radyo ve televizyonlarından Kürtçe yayını övdü.
Türk egemen medyasının yeni trendi olarak TSK’yı eleştirme ve sorgulama döneminin başlangıcında (Dağlıca ve Aktütün sonrası), tesadüf olsa gerek Genel Kurmay Başkanlığına da İlker Başbuğ geldi. Başbuğ, medyatik gerçeği hakiki gerçek olarak göstermenin anlam ve önemini bilen bir komutan olarak medya ve iletişim meselesine el attı. Zahid Akman, kadro ve bordro olarak İlker Başbuğ’un personeli olmasa da bu ‘Gazetecileri MGA’da eğitelim’ önerisi Başbuğ’un genel iletişim konseptiyle uyum halinde. Zaten Başbuğ göreve geldikten hemen sonra ‘Savunma Muhabirlerinin eğitilmesi’ meselesine değinmişti.
Genel Kurmay, belli ki, önümüzdeki dönemde, Kürt meselesi konusunda TSK’nın medyadaki etki ve gücünün zayıflayacağını hesaplıyor ve buna karşı ‘eğitim’ önlemleri geliştiriyor.
Zamanlama aslında pek talihsiz...MGA’daki komutan ve hocalar bu aralar çok sıkıntılı günler geçiriyordur herhalde:
- Gel de şimdi Aktütün baskını konusunda Jandarma ile Genel Kurmay’ın raporlarını kıyaslayıp, casus uçak görüntülerini yayınlayan Taraf muhabirlerini ve editörlerini eğit eğitebilirsen...
- Gel şimdi Hıncal Uluç’u Genel Kurmay başkanına nasıl soru sorulması konusunda eğit!
- Gel şimdi ‘Golfçü Paşa’ başlığının neden sakıncalı olduğunu anlat!

Genel Kurmay aslında bu ‘eğitim’ işini daha önce üstelik uygulamalı olarak yapmıştı. Kimi köşe yazarları, kimi muhabirler hakileri kuşanıp, helikopterle korucu köylerine götürüldü, akşamları kışlada er-erbaş karavanasına kaşık salladılar. Dönüşlerinde de TSK reklamı sayılabilecek güzel yazılar yazmışlardı. Bu ‘uygulamalı eğitimler’, anlaşılan semeresini vermemiş olsa gerek ki, devamı gelmedi. O zaman bu konu hakkında yazdığım bir yazıda işin başka bir yanına değinmiştim. Mealen: ‘Hakileri giyinip TSK ile korucu köylerini gezip kışlada yatıp kalkmak, gazetecilik/muhabirlik açısından tek başına olumsuz bir şey değil. Ama aynı şekilde, mümkünse aynı gazetecilerin, PKK kamplarını da gezmeleri, onların da ya da karşı tarafın da bilgi ve görüşlerini aktarmaları gerekir. Oysa ki, PKK kamplarına giden gazeteciler neredeyse PKKli olmakla suçlandılar, yazı ve röportajları ya hiç yayınlanmadı ya da sansürlü olarak çıktı. Bir süre sonra da PKK ile gazeteci olarak bile görüşmek, bölücülük ve teröristlikle eşanlamlı hale geldi. Üstelik, PKK hakkında bilgi veren gazetelerden dergilere, televizyonlardan İnternet sitelerine kadar bir çok medya organı yasaklandı. PKK hakkında tek ‘yasal ve meşru’ bilgi TSK tarafından verilir oldu.’

Aktütün baskınından sonra egemen medyanın sayfa ve ekranlarında Kürt sorunu yine tartışılmaya başlandı: Ne var ki bu, eski tartışmaların ısıtılmış hali. Kürt meselesi neden çözülemiyor sorusuna bir yanıt da acaba medyadaki bu olumsuzluk olabilir mi?:
- Medyada Kürt meselesini hep aynı resmi ya da yarı-resmi ağızlar tartışıyor
- Medyada Kürt meselesi Kürtsüz tartışılıyor. (Ümit Fırat PKK’ye karşı olduğu için Altan Tan ile Mehmet Metiner de bu aralar AKP’ye yakın olduğu için Kürt olarak konuşabiliyorlar)
- Medyadaki tartışmalar hem tek yanlı, hem de belirli konularda sınırlama hatta yasak var.

Şimdi eğitilmiş müdavim gazeteciler herhalde sadece ‘Terör haberleri nasıl yapılır?’ı öğrenmeyecekler. ‘Medyadaki tartışmalarda terör meselesi nasıl ele alınır’ başlıklı bir ders de olacak değil mi?

Ben yaptım, az-çok bilirim. Bu eğitim işi risklidir.
Müdavimlerden bir kısmı bölge insanı çıkar, iyi niyetle sorar:
- Paşam, siz bizim köyü neden boşaltıp yaktınız?
- Paşam, babamla ağabeyimi jandarma vurmuştu, neden? (Can Dündar da sormuyor!)
- Paşam, burada öğretilenleri gazeteci olarak tekrar edersek bizim haberlerin Genel Kurmay’ın açıklamalarından ne farkı kalacak?


Genel Kurmay, Savunma Muhabiri olarak akredite olmak isteyen gazetecilerden bu eğitimlere katılmasını şart koşacak mı? Yoksa sadece ‘Tercihan MGA Müdavimi’ ibaresini mi benimseyecek?
(SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla