Ana içeriğe atla

Kayıtlar

MAVİ TULUM /Renaud (*)

Suphi Nejat Ağırnaslı’nın anısına…. Yavaşça kapattı kapıyı ‘’Anne’’ uyanmasın diye Fırlattı Humanit é ’yi kanapenin üstüne Kedinin yanına Gitti çöktü bir köşeye Başı ellerinin arasında 50 yaşında, ihtiyar sayılmaz Ama n’apacak bu mavi tulumunu Sefertasını ve kasketini Bütün hayatı o torbanın içindeydi… Hep kederli yıllarını düşündü Ellerinde hala makine yağı Sonra bir de oğlu aklına geldi O berhava etmek istemişti her şeyi Oğlan yokken patladı her şey Acısız gürültüsüz Allah’tan hayır gelmez N’apacak bu mavi tulumunu Amele kollarını Bütün hayatı alın terindeydi Neden bugün aklına geldi oğlu On yıl olmuştu çekip gideli ‘’Ben kaçıyorum, sen bitmişsin, Bir köle gibi kalacaksın’’ Görüyor musun evlat Bugün ben bir hiç’im… Hala canı çok sıkkın N’apacak bu mavi tulumunu Kızıl Bayrağını, Lenin’ini Bütün hayatı üzerinde çalıştığı makinedeydi Belki de uyandıracak ‘Anne’yi Ve diyecek ki ona: ‘’Yine mektup yok ama

Sizin hiç kafanızı kopardılar mı?

TÜRK MEDYASINDA KOBANE DİRENİŞİ VE ÇARPITMALAR ·        İktidar yanlısı gazete ve televizyonlar, medyatik gerçeği kurarken, ‘IŞİD iyi, PKK kötü’, ‘Biz şahane, HDP berbat’ imajını sunuyor. Bu arada yüzbir gerçeği gizliyor. En vahimi de nefret söylemiyle Kürt düşmanlığını kışkırtıyor. Türk egemen medyası, adı üzerinde egemenlerin, hatta egemenin medyası. Bu nedenle egemenlerin medyasında, yayınlananları, yayınlanmayanları taradığımızda, iktidarın düşüncelerini, siyasetlerini hatta açık-gizli niyetlerini okumak mümkün. Bunu yaparken sadece egemenlerin demeçlerini incelemek yetmez. Konuya ilişkin haber neden ve nasıl yazıldı? sorusuna da ayrıntılı yanıtlar vermek gerekir. Köşe yazılarının altında yatan mantığı de deşmek lazım. Türk egemen medyasının yapısını sökmek için, yani eleştiri için, elimizde iki araç var: Sosyal medya ve yabancı basın. Facebook ya da Twitter’da güvenilir kaynakların olay yerinden verdiği bilgiler, hele bir de video, fotograf ya da ses kaydı da içeriyors

ORHAN DOĞAN CİZRE’NİN BARIŞ ANITI

* Herkes onu çok severdi. Çünkü o da memleketini, hemşehrilerini, barışı çok severdi. Bilhassa gazetecilere çok yardım etmiştir. Onun Cizre’deki evi ve yazıhanesi bizim önemli bir sığınağımızdı. Tanzerler tarayıp delik deşik ettiler o iki binayı . Orhan Doğan, Kürt siyasetçiler arasında en Türkiyeli olanıydı. Barış Meclisi son derece isabetli bir karar ile her yıl ‘Orhan Doğan Barış  Ödülü’nü organize ediyor. Geçen yıl Kardeş Türküler bu ödüle layık görüldü. Ödülü de Yaşar Kemal vermişti. Barış Ödülünü veren kurum da, seçici kurul da bu yıl da herhalde yine Orhan Doğan’a yakışan bir kişi ya da kurumu ödüllendirecek.  Orhan’ı kaybedeli 7 yıl olmuş. Onu ilk tanıdığımda Cizre’de İHD  temsilcisi idi ve avukatlık yapıyordu. Olağanüstü zarif ve narin bir insandı. Yaşıt sayılırdık, ama ben ondan çok şey öğrendiğim için Orhan’a hep ağabey muamelesi yaptım. Cizrelilere ‘Kürtlerin yahudisi’ derler, çünkü Cizre İpek Yolu üzerindedir. Cizreliler ticaretten iyi anlar, bu yoğun g

ARTIK CUMHURBAŞKANI OLAN BİR MEDYA İMPARATORUMUZ VAR!

Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası boyunca ve ertesinde en çok tartışılan konular, Erdoğan sonrası siyasi ihtimaller ve buna bağlı olarak medyanın acıklı hali idi. Egemen medyada pek konuşulmayan ‘Erdoğan medyası meselesi’ Kürecik’de, Çanakkale’de ve diğer yaz etkinliklerinde de gündeme geldi. Medyanın ilginç, önemli bir kadar da garip bir konumu var: Dünyada ve Türkiye’de genel olarak siyaset, özel olarak da seçim kampanyaları medyada yapılıyor. Medya, iktidarı pazarlıyor, toplumu iktidarın ve her yaptığının çok iyi olduğuna razı etmeye çalışıyor. Medyada yer almak/yer bulmak bu açıdan önemli. Medya, kendisi hariç herkesi eleştiriyor, kimi zaman karalıyor, çoğu zaman da toplumu kasıtlı ve bilinçli bir şekilde yanlış bilgilendirmeye/yönlendirmeye çalışıyor. Siyaset medya üzerinden paketlenip cilalanıp topluma servis edilirken, medya da, siyasi aktörlerin kararlarına göre mülkiyet, yayın politikası hatta çalışanlarını belirliyor. Dolayısıyla siyaset ile medya arasında karşılıklı bir

AMAN DİLİNİZE MUKAYYET OLUN!

Yağdaş Medyada Davutoğlu Güzellemeleri ·       Tabi kimse, ‘beceriksiz, kendini beğenmiş, mezhep savaşçısı’ diye gerçekleri yazamayacağı için, yeni Başbakan hakkında egemen medyada, henüz hiçbir icraatı olmadan, olağanüstü methiyeler yayınlanıyor. Eleştiri yok, dengeli ve çok yönlü yaklaşım yok, neredeyse ilahi bir empati içinde kendinden geçmiş kalem sahipleri… Ama bunun sonrası da var! 1983-87. Londra. Bir grup arkadaş ITV’de yayınlanan haftalık siyasi eğlence programı ‘Who Dares Wins’i (Cüret Eden Kazanır) izliyoruz. Yayın birden bire kesildi. Bir haber sunucusu ekrana geldi ve son derece ağır ve vahim bir ifade ile bir son dakika haberi okudu: ‘’ Sayın seyirciler, biraz önce  St. Ann’s hastanesinden aldığımız habere göre Prens Charles başarılı bir ameliyat geçirdi. Başhekim Richard Johnston’un verdiği bilgiye göre, 2 saat 45 dakika süren operasyon sonucunda, Sir Alaistair’in dili Prens Charles’ın makatından çıkarıldı. Prens iki gün sonra taburcu edilecek. Açıklamada, Si

YILMAZ ÖZDİL MESELESİ

Hürriyet’in popüler köşe yazarı Özdil’in gazeteden ayrılması tartışma yarattı. Özdil sansür kurbanı mı oldu? Özdil’in köşesini yitirmesi basın özgürlüğü açısından ele alınabilir mi? Bundan sonra ne olabilir? Hürriyet gazetesinin popüler köşe yazarı Yılmaz Özdil’in bir yazısının gazete yönetimi tarafından etik kurallara uymadığı gerekçesiyle yayınlanmaması, Özdil’den talep edilen değişikliğin de yazar tarafından rededilmesi ve sonuçta Özdil’in gazeteden istifası  tartışmalara yol açtı. Gazete yönetimi belki de dolaylı olarak siyasi iktidar tarafından sansür edilen bir yazar otomatik olarak mağdur duruma mı düşürülmüştür? Özdil, gerçekten sansüre mi uğramıştır yoksa Hürriyet’in etik kurallarını ihlal ettiği için mi istifa etmek zorunda kalmıştır? Savunduğu görüşler ne olursa olsun, gazete yönetimi tarafından yaptırıma uğratılan her yazar, basın özgürlüğü adı altında mutlaka savunulmalı mıdır? Sözkonusu sorulara kaçınılmaz olarak siyasi-ideolojik ve/veya mesleki-teknik yanıt

Omurgasızlar, sürüngenler, bukalemunlar

Mustafa Dağıstanlı’nın medya eleştirisi kitabına (5N 1 KİM, Postacı) yazdığım önsözde Türk egemen medya alemini sevimsiz bir hayvanat bahçesi olarak nitelemiştim. Sevimli dostlarımız hayvanlara gönderme yaparken dikkat: Onlar doğaldır, omurgaları hatta şahsiyetleri vardır, yırtıcı bile olsa hakikidir, belki de sevimli. Üstelik aslansa mesela, hep aslan kalır. Tarihte ve evrende önce aslan sonra tilki olan bir yaratığa rastlanmaz. Tilkiler de büyüyünce ya da orman değiştirince aslan olmazlar, olamazlar.  Ama bizde, siyaset ve medya dünyasını yakından uzaktan izleyen her yurttaş, her okur, fazla değil, 10 yıllık belleğe sahipse ya da zahmet edip arşive bir göz atsa, olağanüstü değişken (Oynak dememek için seçilmiş diplomatik bir sözcük!) bir manzara ile karşılaşır. 3 yıl önce ak diyen, aynı renge bugün kara deme cüretini çok rahat gösterebiliyor. 5 yıl önceki mavi bugün sarı oluyor. İşin vahim tarafı bu hızlı ve sorunsuz(?) saf değiştirmelerin akla izana, mantığa uyan hiçbir açıklama