Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ÇİVİ, ZIVANA, ŞİRAZE...

Kuvvetler ayrıldı mı, birleşti mi?   Hak, hukuk, adalet, vicdan, mantık ve insaf… günlük hayatta da, devlet idaresinde de olmazsa olmaz kavram ve gerçekler. Bunlar olmayınca, içi boş her şeyin. O zaman ayakkabı kutuları doluyor, o zaman çenebazlar komplo, paralel devlet, Haşhaşinler diye saçmalıyor. Gazetelerde televizyonlarda çapsız adamlarla kadınlar da hırsızları, katilleri savunmak için maaş karşılığı nutuk atıyor. Sultan Alparslan, size bir şey sorabilir miyim? Rahmetli babam, Hukuk profesörüydü ve ben kendimi bildim bileli, ‘Bu memleket ölmüş, gömeni yok’ derdi. Üstelik o zamanlar henüz Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay bugüne kıyasla hukuka daha fazla saygı gösterirdi. Bu Yüksek Mahkemeler, özellikle yürütmenin hukuka, vicdana aykırı yasa ya da edimlerini engellerdi. O zamanlar, 60’lı 70’li yıllardan sözediyorum,  savcı talimatına uymayan kolluk kuvveti yoktu. Ya da polis teşkilatına örgüt suçlaması yapan yoktu. Yanlış anlaşılmasın o zaman da resmi ideoloji vardı, ya

HUKUK DEVLETİ, YANDAŞLAR VE MAHKEME GAZETECİLİĞİ

Acaip bir memlekette  yaşadığımız kesin. Acaip çünkü hukuksuz. Acıyamıyorum bile bağzı köşe yazarlarına. Kimileri de gazetecilik yapmamak için bahane üretiyor.   Ses kayıtları yağmuru altındaki yoğunlukta üç nokta: -        Herhangi bi hukuk devletinde bu kayıtlar gün yüzüne çıktığında Savcılık derhal soruşturma açar. Savcılık makamı sırasıyla, bu kayıtların gerçek mi yoksa montaj mı yani sahte mi olduğunu bilirkişiler aracılığı ile ortaya çıkarır. Telefon görüşmelerindeki kişiler, yani Bilal Erdoğan ve adı geçen iş adamları ve diğer kişiler ifade vermek üzere Savcılığa davet edilir. Başbakan’ın dokunulmazlığı olduğu için, ‘Yargı  Erdoğan’a hiç bir şey yapamaz’ görüşü hakim. Oysa ki sözkonusu dokunulmazlık, yani milletvekili dokunulmazlığı, bir başka tanımla kürsü dokunulmazlığı, seçilmiş kişilerin suç işleme ya da suç işledikten sonra soruşturma ve koğuşturmadan muaf  olma özgürlüğü olarak yorumlanamaz. Milletvekili dokunulmazlığı, sözkonusu kişinin yasama faaliyeti içinde ç

SON GAZETECİ KİTAPLARI NE ANLATIYOR? (*)

*  Medya ıssızlaşırken, irtifa kaybedip, kalite ibreleri düşerken,  iktidar baskısıyla işinden olan gazetecilerin bazıları kaleme sarılıp başlarından geçeni yazdılar. Ellerine sağlık… Ama yine de bazı çekinceler yok değil. Fevkalade menfi ve zor günler geçiriyor Türkiye’de gazetecilik. Çünkü, bir gazete, politika ve uygulamalarını denetlemekle, açıklarını bulup teşhir etmekle ve doğru alternatifleri göstermekle yükümlü olduğu iktidarın çok ağır, yoğun, sistematik, faşizan baskılarıyla karşı karşıya. Gazetecilikte özgürlük ve bağımsızlık olmadığı zaman yapılan işin şekli şemali, muhtevası, biçimi hatta adı bile değişiyor. Kâh ajitasyon-propaganda oluyor, kâh halkla ilişkiler, bazen haber çarpıtma, bazen haber gizleme, kimi zaman da manipülasyon… Baskılardan bahsederken, öyle soyut, genel baskılar değil söz  konusu olan. Artık uluslararası alanda da kabul gördü ki, Türkiye bir gazeteci hapisanesi. Dünyada en çok gazeteci Türkiye cezaevlerinde. Merkezi New York’ta bulunan CPJ’

OLMAYA MATBUATTA HÜRRİYET…

2014 kışı. Her kış doğal olarak soğuktur ama bu kış cam kesiği soğuğu. Kızılcık şerbeti de kalmayınca kan kusuyor mesleğimiz. Tiksinç şeyler oluyor medya ortamında. İlk işaret fişeğini Haluk Şahin vermişti: Can Çekişen Bir Meslek Üzerine Son Notlar (Say, 2011). Doğduğunda belki tam olarak Hakiki Gerçeğin, Toplumsal Hakikatin, sessizlerin, mülksüzlerin sesi değildi ama, gazetecilik, hiç olmazsa 1960’ların sonlarına kadar zenaat olarak, yurttaşın, haklının, yoksulun daha çok yanında yer aldı. O zamanlar  ‘Gazeteci’ denince, ayağa kalkılıp düğmeler bile iliklenirdi. Ayarı kaçırmayalım, gazete patronlarının bir kısmı mebustu, matbuatla basın da, kaçınılmaz olarak resmi söylemin üretim ve dağıtım merkezi gibi çalışırdı ama yine de o zamanki durum, bence her şeye rağmen  bugünkü manzaradan iyi idi. Ahmet Emin Yalman’dı mesela gazete patronu. Bugün Ahmet Çalık! ‘T.C Mustafa’(?) Mutlu, işten atılınca kendine geldiğini sandı, içini döktü: ‘Dön Kardeşim’, (Kırmızı Kedi, 2013). Sonra Mustaf

Sansür ve ötesi (*)

  AKP/Cemaat koalisyonunun çatlaması ve 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ve sonrasında ortaya çıkan telefon konuşmaları, Türk egemen medyasının trajik bağımlılığını çok somut bir şekilde ortaya çıkardı. Yol, yöntem, içerik ve gazetecilik hakkında birkaç not… (…) ·          Öncelikle sözkonusu telefon görüşmelerini yayınlamak doğru mudur? Bazı meslekdaşlar, telefon görüşmelerinin mahkeme izniyle kaydedilenlerinin  yayınlanmasının doğru olduğunu savunuyor. Oysa ki, gazeteci,  olgu ile, olay ile,  haber ile ilişkisinde öncelikli olarak mahkeme kararını  ya da yasayı temel kriter olarak benimseyemez. Gazetecilikte, haber değeri denilen parametrede tayin edici iki unsur vardır: Birincisi yayınlanmaya aday bilginin doğru olması, ikincisi de bu bilginin kamu çıkarına hizmet etmesidir.  Bilahare haberin kaynağına, sızıntı ise  kimler tarafından ne amaçla yapıldığına da kuşkusuz bakmak gerekir. Ama bilgi doğru ise ve kamu çıkarına hizmet ediyorsa yayınlamakta hiçbir sakınca yoktur.  Doğ

SİYASETİN ŞİRAZESİ ÇIKINCA MEDYA CİLTLERİ DE BERHAVA OLUR

  17 Aralık hadisesini betimleyen en uygun sözcük, yarılma olsa gerek. İktidar içi kapışma da artık öyle bir düzeye geldi ki, devlet krizi değil, devlet kaosu sözkonusu. Tüm bu süreçlerde medya ne yaptı? Eskiden ne yapıyorsa aynı yolda devam etti.   12 yıldır hükümet eden siyasi iktidar, son oylamada sandık başına giden yurttaşların yüzde 50’sinin onayını almışsa,  büyük bir kısmı kuşkulu operasyonlarla medya mülkiyetinde yüzde 90’lık bir denetim/yönlendirme gücüne sahip ise, kendi bakanları, bakan çocukları ve yine kendisine yakın işadamlarını ilgilendiren rüşvet/yolsuzluklar ortaya çıktığında, inandırıcı hiçbir delil hatta emare bile göstermeden, ‘uluslararası komplo’, ‘darbe’ diye çığlıklar atarsa, bu siyasi iktidarın ne kadar pişkin olduğunu göstermez mi? Pişkinlik, aynı zamanda, kamuoyunu, yurttaşı, muhalefeti aptal yerine koymak anlamına da geliyor. Pişkinlik aynı zamanda korku ve paniği örtmenin bir suç aleti. Biz gelişmeleri medya üzerinden izlemeye çalışıyoruz. Önce manz

Katliamın arkasında devletler var

Almanya’da yayınlanan Özgür Politika gazetesinin sorularına yanıtlar. Gazetenin 15 Ocak 2014 tarihli nüshasında  bazı bölümleri yayınlanan yanıtlar, Ömer Güney ve MİT’le ilgili kayıt ve belgelerin ortaya çıkmasından önce kaleme alınmıştı. -Paris cinayetinin asıl hedefi neydi, failleri neden ortaya çıkartılamıyor?   Paris cinayetlerinin bir çok hedefi olsa gerek. 2012 Aralık ayında başlayan Süreç,  2013 Ocak başındaki bu cinayetlerle sekteye uğratılmak istendi. Devletle isyancı güçler arasındaki tüm müzakere süreçlerinde -tecrübelerden de biliyoruz- devlet, pazarlık masasına otururken, rakibin en zayıf  dönemine  denk gelmeye bakar. Tahran ile İran KDP’si arasındaki Süreci hatırlayalım: Humeyni rejimi pazarlık masasında iki kez İran Kürdistan’ının liderlerini öldürdü.  Paris cinayetlerinde, Süreci bir kenara bırakacak olursak, Sakine Cansız’ı hedef seçenler, PKK’ye, Alevi Kürtlere,  Dersimlilere ve devrimci kadınlara da ağır bir mesaj vermiş oldular: ‘Boyun eğin, yoksa sizi im