Ana içeriğe atla

Kayıtlar

OLMAYA MATBUATTA HÜRRİYET…

2014 kışı. Her kış doğal olarak soğuktur ama bu kış cam kesiği soğuğu. Kızılcık şerbeti de kalmayınca kan kusuyor mesleğimiz. Tiksinç şeyler oluyor medya ortamında. İlk işaret fişeğini Haluk Şahin vermişti: Can Çekişen Bir Meslek Üzerine Son Notlar (Say, 2011). Doğduğunda belki tam olarak Hakiki Gerçeğin, Toplumsal Hakikatin, sessizlerin, mülksüzlerin sesi değildi ama, gazetecilik, hiç olmazsa 1960’ların sonlarına kadar zenaat olarak, yurttaşın, haklının, yoksulun daha çok yanında yer aldı. O zamanlar  ‘Gazeteci’ denince, ayağa kalkılıp düğmeler bile iliklenirdi. Ayarı kaçırmayalım, gazete patronlarının bir kısmı mebustu, matbuatla basın da, kaçınılmaz olarak resmi söylemin üretim ve dağıtım merkezi gibi çalışırdı ama yine de o zamanki durum, bence her şeye rağmen  bugünkü manzaradan iyi idi. Ahmet Emin Yalman’dı mesela gazete patronu. Bugün Ahmet Çalık! ‘T.C Mustafa’(?) Mutlu, işten atılınca kendine geldiğini sandı, içini döktü: ‘Dön Kardeşim’, (Kırmızı Kedi, 2013). Sonra Mustaf

Sansür ve ötesi (*)

  AKP/Cemaat koalisyonunun çatlaması ve 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ve sonrasında ortaya çıkan telefon konuşmaları, Türk egemen medyasının trajik bağımlılığını çok somut bir şekilde ortaya çıkardı. Yol, yöntem, içerik ve gazetecilik hakkında birkaç not… (…) ·          Öncelikle sözkonusu telefon görüşmelerini yayınlamak doğru mudur? Bazı meslekdaşlar, telefon görüşmelerinin mahkeme izniyle kaydedilenlerinin  yayınlanmasının doğru olduğunu savunuyor. Oysa ki, gazeteci,  olgu ile, olay ile,  haber ile ilişkisinde öncelikli olarak mahkeme kararını  ya da yasayı temel kriter olarak benimseyemez. Gazetecilikte, haber değeri denilen parametrede tayin edici iki unsur vardır: Birincisi yayınlanmaya aday bilginin doğru olması, ikincisi de bu bilginin kamu çıkarına hizmet etmesidir.  Bilahare haberin kaynağına, sızıntı ise  kimler tarafından ne amaçla yapıldığına da kuşkusuz bakmak gerekir. Ama bilgi doğru ise ve kamu çıkarına hizmet ediyorsa yayınlamakta hiçbir sakınca yoktur.  Doğ

SİYASETİN ŞİRAZESİ ÇIKINCA MEDYA CİLTLERİ DE BERHAVA OLUR

  17 Aralık hadisesini betimleyen en uygun sözcük, yarılma olsa gerek. İktidar içi kapışma da artık öyle bir düzeye geldi ki, devlet krizi değil, devlet kaosu sözkonusu. Tüm bu süreçlerde medya ne yaptı? Eskiden ne yapıyorsa aynı yolda devam etti.   12 yıldır hükümet eden siyasi iktidar, son oylamada sandık başına giden yurttaşların yüzde 50’sinin onayını almışsa,  büyük bir kısmı kuşkulu operasyonlarla medya mülkiyetinde yüzde 90’lık bir denetim/yönlendirme gücüne sahip ise, kendi bakanları, bakan çocukları ve yine kendisine yakın işadamlarını ilgilendiren rüşvet/yolsuzluklar ortaya çıktığında, inandırıcı hiçbir delil hatta emare bile göstermeden, ‘uluslararası komplo’, ‘darbe’ diye çığlıklar atarsa, bu siyasi iktidarın ne kadar pişkin olduğunu göstermez mi? Pişkinlik, aynı zamanda, kamuoyunu, yurttaşı, muhalefeti aptal yerine koymak anlamına da geliyor. Pişkinlik aynı zamanda korku ve paniği örtmenin bir suç aleti. Biz gelişmeleri medya üzerinden izlemeye çalışıyoruz. Önce manz

Katliamın arkasında devletler var

Almanya’da yayınlanan Özgür Politika gazetesinin sorularına yanıtlar. Gazetenin 15 Ocak 2014 tarihli nüshasında  bazı bölümleri yayınlanan yanıtlar, Ömer Güney ve MİT’le ilgili kayıt ve belgelerin ortaya çıkmasından önce kaleme alınmıştı. -Paris cinayetinin asıl hedefi neydi, failleri neden ortaya çıkartılamıyor?   Paris cinayetlerinin bir çok hedefi olsa gerek. 2012 Aralık ayında başlayan Süreç,  2013 Ocak başındaki bu cinayetlerle sekteye uğratılmak istendi. Devletle isyancı güçler arasındaki tüm müzakere süreçlerinde -tecrübelerden de biliyoruz- devlet, pazarlık masasına otururken, rakibin en zayıf  dönemine  denk gelmeye bakar. Tahran ile İran KDP’si arasındaki Süreci hatırlayalım: Humeyni rejimi pazarlık masasında iki kez İran Kürdistan’ının liderlerini öldürdü.  Paris cinayetlerinde, Süreci bir kenara bırakacak olursak, Sakine Cansız’ı hedef seçenler, PKK’ye, Alevi Kürtlere,  Dersimlilere ve devrimci kadınlara da ağır bir mesaj vermiş oldular: ‘Boyun eğin, yoksa sizi im
Ne olur gazetecinin hali,  monoblok iktidar kırılınca... GÜZEL VE YALNIZ ÜLKENİN MEDYASI   Ragıp DURAN Bir gazetenin genel yayın politikası açısından, en önemli kimlik belgesi, o gazetenin arşividir. İnsan için geçmiş/sicil ne ise, gazete için de arşiv aynı şeydir. Gazetenin zaman içinde ne derece ilkeli ve/veya  tutarlı olduğu, gelişme süreci ancak arşivinden anlaşılır. Eğer bir gazete,  siyasi/ideolojik/toplumsal/kültürel  konjonktürel kriterlere bağımlı kalarak bir yayın stratejisi benimsemiş ve uyguluyorsa, bu gazetenin arşivi kuşkusuz çok zengin ve renkli olabilir. Ne var ki bu zenginlik ve çok renklilik aslında bir tutarsızlığın, çelişkilerin ifadesi olarak da okunmalıdır. Batı’daki köklü gazetelerin (NY Times, Guardian, Le Monde) arşivlerine baktığımızda, genel yayın politikasını belirleyen en az 5-10 temel ilkenin bu gazetelerin en az 50 yıllık geçmişlerinde var olduğunu, uygulandığını kolaylıkla görebiliriz. Çünkü gelişigüzel örnek olarak seçtiğimiz bu üç gazete

Diyarbakır 2013: Normalleşme işaretleri

Her yıl en az 2-3 kez gidilen bir kentte, omzunda siyasi/sosyal/kültürel bir kamerayla dolaşınca ilginç kareler takılıyor vizöre. Sonra eskiden çektiğin karelerin yanına koyuyorsun yenileri. İş daha da ilginç hale geliyor. Dışarıda ince bir yağmur. Hava kararıyor.  Sülüklü Han’ın avlusunda ateşin etrafında oturmuşuz, Midyat’tan gelen ev yapımı şarabı içiyoruz. 10-15 sene önce olmayacak bir tablo. Çünkü o zamanlar güneş batınca herkes evine sığınırdı. Sokaklarda “faili meçhuller” olurdu. Kürtler “faili meşhur” der. Belki kırk yıldır gider gelirim Diyarbakır’a. Her seferinde yeni bir şeyler keşfetmek mümkün Amed’de. Cuma akşamı Istanbul’da Toplum ve Kuram dergisinden iki genç akademisyenle görüşmüştüm. Önümüzdeki sayı, “90’lı yıllar” özel dosyasını hazırlıyorlar, bana da “90’lı yılların medyası ve Kürt sorununu” sordular. Yaklaşık üç saat sohbet ettik. Arkadaşlardan biri ABD’nin saygın üniversitelerinden birinde “Istanbul Kürtleri” üzerine antropolojik bir çalışma yapıyor. Diğe

Biji Gezi?(2)

·         Sorun kısa vadede 3-5 oy daha fazla kazanmak değil. Kürt meselesinin adil bir şekilde çözülmesi ve AKP’ye karşı ciddi, güçlü ve halkçı bir muhalefet rüzgarı estirmek. 2011’deki son genel seçimlerde, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) en iyimser tahminleri bile aşarak 36 milletvekili çıkaracak  kadar oy toplamıştı. Kuşkusuz bu başarının ardında bir çok faktör vardı: BDP, bu kez iki önemli ittifak başarmıştı. Milletvekilleri adayları arasında Kürdistan’da PKK dışındaki güçlerin temsilcileri de vardı (Şerafettin Elçi, Altan Tan ve  Erol Dora). İkinci işbirliği ise Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel ve Sırrı Süreyya gibi Türk solu temsilcileri idi.  Bu seçim başarısı, bir çok çevrede, BDP’nin ana muhalefet partisi gibi algılanmasını sağladı.  O dönemde AKP’nin Kürt meselesini çözememiş olması, CHP’nin de Kürt meselesine hala soğuk durması, BDP’nin başarısındaki diğer faktörlerdi. Biji Gezi? Aradan geçen iki yıl içinde, BDP’ye yönelik olarak başta siyasi iktidar, sonra resmi ana