Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İkili soruna tekli çözüm

SÜRECİN AKSAKLIKLARI ·           Çözüm Süreci tabir edilen gelişmeler PKK’nin silahlı güçlerini 8 mayıs tarihi itibarıyla geri çekmeye başlayacağını açıklamasıyla yeni  bir aşamaya evrildi. Geri çekilme, meselenin çözüldüğü anlamına mı geliyor? Yani artık  Barış mı geldi? Yoksa, işin en müşkül, en girift yanı daha yeni mi başlıyor? İktidarın ilerlemek için herhangi bir planı programı var mı? Kürt cephesinde neler aksıyor?  Çözüm Süreci adı verilen dönemin galiba en önemli olumsuzluğu, iki tarafı ilgilendiren bir ihtilafın, sadece tek tarafın iradesiyle çözülme isteği. ‘Müzakere en az iki kişiyle yapılır’ düsturunu Erdoğan, ‘Pazarlık yok, devlet meseleyi çözüyor’ gibi anlamsız bir yaklaşımla bozuyor ve yaptıklarına bakacak olursak ‘Her şeyi ben tek başıma yaparım’ diyor. Öcalan’la kimin görüşeceğini, Akil İnsanların kimler olacağını,  PKK açıklamalarının nasıl yorumlanacağını… kısacası Sürece dair her şeyi Erdoğan kararlaştırıyor ve uyguluyor. PKK, KCK, BDP ve son olarak HDK  il

Fener, şampiyonu neden alkışlayamıyor?

FİFA, boş yere mi “Respect” (Saygı) temasını ön plana çıkarıyor? Galatasaray ile Fenerbahçe arasında, tamam, herkes biliyor, müthiş bir rekabet var ama, rekabet bu yıl esas olarak Aziz Yıldırım ve Aykut Kocaman’ın açıklamaları nedeniyle düşmanlığı körüklüyor. Bu sene GS şampiyon olmuş, seneye FB olur, ne olacak ki yani…   Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki ilişki aslında sportif rekabet olması gerekirken, bizim toplumda avukatlık hukukçuluktan üstün tutulduğu için olsa gerek, giderek kutuplaşma, hatta düşmanlık haline geliyor. Halbuki, birbirlerini çok fazla incitmeden, karşılıklı dalga geçmeler, laf sokmalar işin doğasında var. Ben, iki klüp/camia arasındaki çelişkinin, herhangi bir sınıfsal, etnik, siyasal ya da ideolojik kriterle tarif edilebileceğine inanmıyorum. Bu tür kriterler ortaya atılsa bile yapay, hatta zorlama olur. Kurthan Hoca’nınkiler dahil… GS ile FB eşittir demek istemiyorum tabii ki… Olsa olsa sınırlı ve nispî bir kültürel fark vardır iki dünya arasında. İ

Taraf’ın ikinci ölümü

Sezaryenle doğmuştu, maalesef mongoloid çıktı.  Amerika’ya doktorlara filan götürdüler,  tedavi etmeye çalıştılar. Olmadı.  Kumaşında bir leke vardı. Bünyesi bozuktu. Olmadı.  Çünkü baştan itibaren,  kamu çıkarını savunup iktidarlara karşı  toplumu savunmak gibi bir amacı yoktu.  Bağımsız ve özgür olmadan hakiki gazetecilik  yapılmıyor,  yapılamıyor, yapılamadı. İktidara yaslanarak da. Müneccim değilim, ama geçen yıl 24 Aralık tarihli Birgün gazetesinin Pazar ekinde, yani beş ay önce yayınlanan söyleşide, Taraf gazetesinin geleceği konusunda şunları söylemişim: “Taraf, kendisinin de övünerek söylediği üzere, Ahmet Altan’ın gazetesi idi. O gidince Taraf da gitti. Bundan sonraki Taraf başka bir Taraf olacaktır. Nasıl yapılanır, nasıl bir genel yayın çizgisi tercih ederler, şimdiden bilmek zor. Yeni anlayış ve uygulamaları, eskiden olduğu gibi bu gazetenin isimleri künyede yazılı olan sahip ya da yöneticileri belirleyemeyecek. Tahminde bulunmak zor. Ama Başbakan
Halim Spatar’ın ardından Çok çile çekmiş bir komünist aydındı. Ama mütevazı idi, devrimci ahlâkı biz ondan öğrendik, nezaketi, estetiği, edebiyatı, çeviriyi de. Ona saygı duymayacak birisi insan olamazdı. 1 978 yılında Fransa’dan atama yoluyla Aydınlık gazetesinin dış haberler servisinde görevlendirildiğimde duymuştum adını ilk kez: Halim Spatar! Komünist harekette ekalliyetten de insanlar olduğu için, önce Istanbullu bir Rum sanmıştım. Soyadı da, ideolojik çağrışımdan olsa gerek, bana Spartaküs’ü anımsatmıştı. Gerçi bir Girit bağlantısı vardı soyunda, Spartaküs’ün de modern versiyonuydu. Bizim gruptan İbrahim Altınsay, ki o da Girit kökenli, bu konuda güzel yazmış: “Bilmem farketmiş miydiniz? Halim abinin o güzel ve zarif dilinde hafif bir aksan vardı hep. Bunu İstanbul lehçesine, ya da Frankofonluğuna yorabilirdiniz belki. Ama ben o aksanda hep Halim Abi’nin farketmeden koruduğu, korumaktan da haz duyduğu bir Giritli aksanı bulmuşumdur. Bu aksan onun Kazan

Yeni Harman'da Söyleşi

Bağımsız Dergisinde Medya Söyleşisi

Ahı tuttu madencilerin… Demir de gitti...

Barones Thatcher, Pazartesi günü 87 yaşında ilâhî şerbeti içti. Afiyet olsun! Bugünkü neoliberal politikaların ilk mimarı ve mühendisi idi. Hırçın ve radikal bir kapitalistti. Hayatı boyunca çok düşman kazandı. Çok günah işledi. Pazartesi  sabahı dersteydim. İnternetten Thatcher’in vefat haberi geldi. 1983-87 Londra yıllarımı hatırladım. Hayata ve ölüme de, belki de aşırı siyasî denebilecek bir bakışım olduğu için, içime serin sular serpildi. Demir Leydi, benim nefret etmekten zevk aldığım bir politikacı idi. Devlet hastanelerini yeteri kadar “müşteri”’ gelmediği için kapatan başbakandı. Binlerce işçinin çalıştığı madenleri kâr etmiyor diye kapatan başbakandı. Grevci madencileri “İç Düşman” diye karalayan başbakandı. Onbir buçuk yıllık hükümdarlığı sırasında her şeyi özelleştirip sermayenin en büyük hizmetçisi olan başbakandı. Yeni Dünya Düzeni adı altında bugünkü neoliberal politikaların ilk uygulayıcısı idi. İrlandalı Cumhuriyetçileri hapislerde çürüten, sokaklarda