Ana içeriğe atla

Kayıtlar

HAKLILIĞIN İNADI/ERDOĞAN’IN İNADI

  Siyasi ve barışçı bir mücadele aracı olarak açlık grevi, ölüm orucuna dönüşürken Erdoğan gayrı ciddi bir şekilde BDP’yi suçlamayı sürdürüyor. Kürt cenahı bir yandan eylemin haklılığını ve meşruluğunu anlatmaya çalışırken bir yandan da ölümleri engellemek için çare arıyor. Birkaç kulak duyar gibi ama idam  propagandacısı Erdoğan’ın kapısı kör! 1 2 Eylül günü ‘süresiz ve dönüşümsüz’ açlık grevine başlayan ilk grup iki ayı doldurdu ve kritik aşamaya çok yaklaştı.  Artık ölüm orucu niteliğine bürünen hareketin ilk başladığı beş cezaevinden maalesef ölüm haberlerinin gelme tehlikesi yüksek. Bu aşamada öncelikli olarak birkaç  konu ön plana çıkıyor: -           Hükümet, devlet denetiminde olan, yani insanların can güvenliğini sağlamakla sorumlu olduğu resmi bir mekandan tabut çıkmasının kendisini içte ve dışta ne kadar güç duruma düşüreceğini bildiği için, şimdiden grevcilere müdahale ederek zorla besleme seçeneğini gizlice de olsa gündeme getiriyor. Hukuka, yasaya, uluslararası te

NEFRET SÖYLEMİ ÜZERİNE

  Her şeyin atomize olduğu günümüzde, giriş-gelişme-sonuç ya da tez-antitez-sentez yaklaşımlarına uyamadan Nefret Söylemi hakkında güncel ama kısa, parçalı gözlem, düşünce ve hatırlatmalar: ·         ·       Herhangi bir konuya girişirken önce tarihine bakmak gerek. Nefret Söylemi deyiminin ilk kullanılış tarihi 1994, mekanı  Ruanda Soykırımı. Dolayısıyla nispeten yeni. ·         ·       Hollandalı Marksist semiolog Teun A. Van Dijk,  Ekim ortasında Bilgi Üniversitesindeki konferansında hatırlattı: Mealen. Nefret Söylemi, ‘Ben seni sevmiyorum. Ben senden nefret ediyorum’dan çok öte bir olgu. Çünkü fikir ya da hissiyat ifade ederken, tekil ya da çoğul bir grubu hedef almak, ve ondan nefret ederken ona şiddet uygulama amacı gütmek lazım. Kısacası kimseyi sevmek zorunda değilsin. İstediğin kişi kurum ya da tutumdan nefret edebilrsin. Çünkü insanlık hali…Ama hiç kimseye sözle şiddet uygulayamazsın. Kimseye söz ya da yazıyla, ya da resimle, heykelle, enstalasyonla… şiddet uygu

ÇOK GÜNCEL BİR TEVFİK FİKRET

        Hıfzı Topuz’un son kitabı ‘Elbet Sabah Olacaktır’, sıradan bir Tevfik Fikret biyografisi ya da portresi değil. Romanse edilmiş bu yaşamöyküsünde  günümüze envai çeşit göndermeler var. Hıfzı Topuz’un son kitabı ‘Elbet Sabah Olacaktır’, ‘Özgürlük şairi Tevfik Fikret’in romanı…’ altbaşlığını taşıyor.  Büyük şair, büyük özgürlükçü ve büyük Galatasaraylı Fikret’in romanse edilmiş hayat öyküsü, bize bir yandan Osmanlı’nın çöküş yıllarındaki entelektüel, siyasi ve edebi hayattan kesitler gösteriyor, bir yandan da okura sık sık günceli çağrıştıran pasajlar sunuyor. Türkiye gibi az yazan, az okuyan bir ülkede,  kendi geçmişiyle sorunlu, ayrıca da kendi geçmişinin pek bilincinde  –ve bilgisinde- olmayan bir toplumda, Tevfik Fikret gibi önemli bir şahsiyeti özellikle genç kuşaklara tanıtmak önemli bir görev. Topuz, akıcı  uslubu, malzemeyi iyi sentezlemesi  sayesinde karşımıza  pek hoş, aynı zamanda  gerçekçi bir Tevfik Fikret çıkarıyor. Son dönemlerde özellikle Fransa’da ge

Muhafazakâr filan değil, resmen dingo! (*)

Kürtaj, Roboski, 4+4+4, Suriye ya da son olarak açlık grevleri… Her biri son derece önemli ve derin mevzular. Ne var ki kimileri bunun hiç farkında olmadığı gibi, ahlâksızca ilgisiz, üstüne üstlük saldırgan.    ''Bilemezsin kuşların kanatlarını Siperlik varsa kafanda Bakamazsın gökyüzüne'' Açlık grevleri trajik. Olayın kendisi vahim. Ama bana daha vahim gelen, sokaktaki kimi insanın bu eyleme bakışı, tepkisi. Okudum, duydum, tanık oldum; haliyle, müthiş bir rahatsızlık… Meydanda açlık grevcilerine destek vermek için toplanan kalabalığı gören otobüsteki yolcu “çok hevesliyseler, kendileri açlık grevi yapsın” dedi yüksek sesle. Otobüste çıt yok. Destekleyen de yok, itiraz da yok. Aklında da bir ihtimal, BDP’lilerin Kasrı Konca’daki ziyafet fotoğrafı vardı. Sonra da cep telefonuyla konuştuğu arkadaşına “akşam rakı-balık yaparız” dedi yüzsüzce. Ben sadece dönüp garip bir şekilde baktım adama. Galiba huzuru kaçtı, ya da belki de özeli teşhi

Ne demek cumhuriyet?

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı polis gazı ve coplarla kutlandı. Köşk resepsiyonu millî maç duyarlılığı ile naklen yayınlandı TV’lerde. Havai fişekler, gece fener alayları, bazı kentlerde cumhuriyet baloları filan hepsi tamam, yerli yerinde. Bir tek eksik var: Cumhuriyet fikriyatı! Fevkalâde sun’î, sahte yaklaşım ve davranışlar… Yüzeysel, biçimsel, plastik, hatta teneke… Muhteva yok, dış cepheler amyantı gizlemek için altın sarısına boyanmış. Floresan lambalar açık pembe, mor filan. Bir de o küçük aynalı küreler dönüyor tavanda. Çalan müzik, akordu bozuk piyano ve telleri gevşek bir mandolinden çıkan tımbırtı. Arkada, ihtişam olsun diye ramazan davulu… 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ya, çapsız bir polemik, anlamsız bir dalaşma başlattı Erdoğan’ın AKP’si. Bugünkü iktidar, cumhuriyet kavramıyla “Kemalizm”i, “ordu”yu, “darbeciliği” ve galiba “Cumhuriyet Halk Partisi”ni özdeşleştirdiği için, resmî kutlamaların dışındaki  yürüyüş ve  eylemleri yasakladı. AKP, iktidarda her geçen gün daha fazla

Haksızlığın gümbürtüsü

Balyoz davası sadece hukukî açıdan değil siyasî-ideolojik açıdan da tam bir skandal. Hukuk siyasallaşıp iktidar aracı haline geldiğinde, adaletin meşruluğu sorgulanıyor ve gerçek suçlu ile masumlar birbirine karışıyor. Dahası toplum bölünüyor, karşılıklı nefret bileniyor. Herkes kaybediyor. Mahkemenin kararını içeride bekleyen sanıklarla avukatlar, kapıda bekleyen eşler, çocuklar, dostlar ve medyadan haber almak isteyen herhalde milyonlarca kişi… Karar açıklandığında, kimse duymadı ve görmedi ama, müthiş bir gümbürtü koptu aslında. Bilinç ve yürekler infilak etti. Hani gece kâbusta bağırsanız, birinden yardım isteseniz belki de ölümden kurtulacaksınız, ama sesiniz çıkmıyor, bağırıyorsunuz, ama çıt yok. El-kol hareketleri nafile. Saçınızı başınızı da yolsanız, kardeşiniz zaten sağır “eloğlu” ise çok uzaklarda. Pennsylvania Mescidinin üç kalemi, iktidar yanlısı iki dolmakalem “Darbeci misin?” ya da “Sen Ergenekon’u mu savunuyorsun?”  diyecek diye çekinmenin, korkmanın âlemi yok. Be