Ana içeriğe atla

Kayıtlar

HAKİYDİ YEŞİL OLDU EGEMEN MEDYA

Dicle Haber Ajansının gerçekleştirdiği bu söyleşinin bazı bölümleri önce 31.10.2011 tarihli Dicle Haber Ajansı bülteninde sonra da 1 Kasım 2011 tarihli Evrensel (http://www.evrensel.net/news.php?id=16602) gazetesinde yayınlandı.   *Yaşanan son gelişmelerle birlikte Kürt sorununda basını sık sık uyaran ve daha önce değişik kritik dönemlerde yazılı ve görsel basın temsilcileriyle bir araya gelen Başbakan Erdoğan, ilk kez basın ile en üst düzeyde bir araya geldi. Basın kuruluşları yöneticileri ile bir araya gelen Başbakan Erdoğan'ın bu görüşmesi, 6 Nisan 1990 tarihinde Çankaya köşkünde yapılan ve "basına ayar çekme" olarak değerlendirilen toplantıyı anımsatıyor. Siz bu toplantıyı ayrıntılarını ve geçmişte yapılan "basına ayar çekme"toplantısı ile benzerliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?  R.DURAN- Bir Başbakan’ın, medya işverenleri ve yöneticileri ile, basın toplantısı dışında, hem de gizli/kapalı bir şekilde bir araya gelmesi başlı başına bir sorun. Bu t

Savaş Alanlarında Foto Muhabirliği

‘Gorkma gorkma…Bir şey yapmaz…Fotografi makinesi bu…Öldürmez, vurmaz…Gorkma!’ (*) Savaş ve çatışma alanları bir süredir maalesef özgür ve bağımsız gazetecilere kapalı. Oralarda silahlı kuvvetlerin medyatik güçleri faaliyette. Geçmişte nispeten başarılı bir şekilde yapılan savaş muhabirliğine keşke hiç ihtiyaç duyulmasa…Ama yine de… Çatışma ve savaş alanlarında muhabirliğin yanı sıra foto muhabirliği de, özellikle ABD’nin 2003’deki Irak saldırısından itibaren savaşan tarafça uygulamaya konan ‘Embedded’ (**) gazetecilik yüzünden büyük ölçüde zayıfladı, işlevini yitirmeye başladı. Bugün artık savaş muhabirliği özgür ve bağımsız bir şekilde yapılamıyor. Çünkü savaşan taraflar savaşla ilgili ‘gerçekleri’ (Hiç olmazsa medyatik gerçekleri) bizzat kendileri inşa etmek istedikleri için, ‘embedded’ olmayan muhabir ve foto muhabirlerinin can güvenliklerinden sorumlu olmayacaklarını baştan açıklıyor. Resmi terminoloji bile bu konuda yeteri kadar açık veriyor: Amerikan askeri sözlüğünde

Popüler kültürün vagonu medya

Popüler Kültür, aslında aldatıcı bir deyim. Popüler sözcüğü Latince kökenli, halk anlamına geliyor. Dolayısıyla Popüler Kültür, halk kültürü demek. Oysa ki uygulamaya ve somut örneklerine baktığımızda, pop kültürün, içeriğinin ya da biçiminin halkla, yani yönetilenlerle, çalışanlarla, ezilenlerle, mülksüz ve sessizlerle pek ilgisi yok. Dolayısıyla bu deyimi kullanırken, mutlaka sınıfsal bir anlam yüklemek gerekir, ama bu sınıf egemenler. Popüler kültürün doğru tanımı, popülerleştirilmeye, yaygınlaştırılmaya yani bir şekilde egemenleştirmeye çalışılan kültür… Walter Benjamin ve Theodor Adorno gibi felsefeciler, popüler kültür meselesi üzerine eğilmişler. Bilahare Louis Althusser, Pierre Bourdieu ve Noam Chomsky de bu konuya ilişkin yazılar yazmış. Ancak, galiba biraz daha geriye gidip Antonio Gramsci’nin ‘İdeolojik Egemenlik’ kavramı üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor. İdeolojik egemenlik, egemenlerin ideolojik üstünlüğünü sağlamaya/empoze etmeye yönelik kavramı/mekanizmayı anlatıyor. Dü

DEVLET GAZETESİ/MİT GAZETESİ

Biat kültürü ve iktidar yanlılığı öylesine içlerine sinmiş ki, meçhul kaynaklarla uzmanlarla haber diye propaganda yapıyorlar. Aslında onu bile doğru dürüst yapamıyorlar. Bir çarşaflama örneği… 23 Eylül 2011 tarihli Hürriyet gazetesinde (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=18805581) Metehan Demir imzalı, ‘’ Sızıntı Masadan ’’ imzalı bir yorum (?) yayınlandı. Gazetenin İnternet sayfasında sol üst köşeden en önemli yazı olarak yer alan bu yorum 77 satır ve 587 sözcükten oluşuyor. 55 cümlelik bu yazıda cümlelerin neredeyse tümü öznesiz. Yani haber kaynağı belli olmayan bilgiler, hep ‘ belirtiliyor ’, ‘ ifade ediliyor ’, ‘ söyleniyor ’ diye veriliyor. Bir iki yerde ‘ Kaynaklar’ , ve ‘ Uzmanlar ’dan sözediliyor . İddianın bini bir para… Tüm yazı boyunca, gizli/açıklanmayan ama bilinen haber kaynağından, tırnak içinde en az iki alıntı cümlesi de var. Demir’in yazısı gerek siyaset gerekse gazetecilik açısından çok sorunlu. PKK-MİT görüşmelerinin gizli ses kaydının yayı

İyi Bir Gazete Monografisi

EMİNE UŞAKLIGİL/BENİM CUMHURİYET’İM(*) Adı ve içeriği rejimle bütünleşmiş bir gazetenin, kuruluşundan bugünlere öyküsünü anlatmak, hele o gazeteyi 80-90 yıllık iniş-çıkışlarıyla, siyaset, ideoloji ve toplumla ilişkileri bağlamında aktarmak, değerlendirmek zor bir iş. Dedesinin, dayısının, ailesinin gazetesi ama… Emine Uşaklıgil, ‘Benim Cumhuriyet’im’ kitabını yazarken bence büyük bir risk almış ve cüretkâr davranmış. Çünkü dedesinin kurup bilahare dayısının yönettiği, son dönemde de bizzat kendisinin işveren/yönetici olduğu bir gazetenin öyküsünü kaleme almış. Ermeni Jamanag gazetesinden sonra Türkiye’de yayınlanan en eski günlük gazete, Cumhuriyet hakkında bir akademik çalışma ( Aysun Köktener, Bir Gazetenin Tarihi : Cumhuriyet, Yapı Kredi Yayınları ) , Emin Karaca’nın ( Cumhuriyet Olayı, Altın Kitaplar ), bir de Zeki Saral’ın ( Biz bir aileyiz-Yurt Yayınları ) kitaplarını okuduğumu hatırlıyorum. Hasan Cemal’inkini de unutmayalım. Uşaklıgil’in kitabı, benim şimdiye ka

KANDİL BOMBARDIMANI: APOLETLİ MEDYA BİS!

Bıçak kemiğe dayanmış ve sabır tükenmişti. Üstelik söz de bitmiş uygulama başlamıştı. Daha önce de terörizme karşı zaten yeni strateji ilan edilmişti. Çıka çıka Kandil bombardımanı çıktı tüm bu sinirli milliyetçi söylemden. Üstelik de 6 günlük operasyon PKK’ye göre başarısız. Ama bizim medyaya inanacak olursak…Durum vahim. Türk egemen medyası, Silvan olaylarıyla başlayan son süreçte, klasik/geleneksel yani temel gazetecilik ilkelerini ve yaklaşımını bir kez daha açık açık ihlal ederken, propaganda ağırlıklı yayınlarıyla iktidar-medya ilişkilerinde eski dönemin sürdüğünü sergiledi. Gazeteciliğin temel işlevi, meydana gelen bir olay konusunda, kamu çıkarını gözeterek, mümkün olan en doğru, en ayrıntılı bir şekilde (Ve tabi ki inandırıcı, güvenilir, dengeli ve hızlı bir yöntemle), tüm tarafların görüşlerini vererek, yurttaşları/okurları bilgilendirmek, aydınlatmak. Ne var ki, Silvan olaylarından Kandil’in 6. gün bombalanmasına kadar geçen süre içinde, Türk egemen medyası,

MEMURLAR KAVGASINA KARŞI DÜŞÜNCE(*)

Ece Ayhan / Kardeşim Akif / Akif Kurtuluş’a Mektuplar Ece Ayhan’ın 1982-84 yılları arasında şair arkadaşı Akif Kurtuluş’a yazdığı 19 mektupta kötülük toplumu, haksızlığa uğrayan dışlanmış şair ve kendi çalışmaları var. Yoksulluk, acılar, sıkıntılar, anlayışsızlık ama direniş! Anı ve mektup en çıplak, en içten edebiyat türleri. Özellikle mektup (Yazan kaldı mı?), anlık duygusallıkların, orta ya da uzun vadeli akıl yürütmelerin hesapsız kitapsız yazı mekanı . Bir de mektup özel hatta mahrem. Hiç kimse mektup yazarken, bir gün onların yayınlanıp kamuya mal olacağını, tanıdık tanımadık okurun eline geçeceğini düşünmez herhalde. Mektubu yazan kişi, hele Ece Ayhan gibi bir şair, etikçi, düşünce ve kavga adamı ise, bu mektuplardan Ayhan’ın şiir/deneme/söyleşilerinin arka planına yaklaşmak mümkün. Ayrıca mektupların 1982 ila 1984 yılları arasında yazılmış olması da, o lanet askeri dönemin izlerini gerek kişisel gerekse genel düzlemde yansıtması açısından önemli. Bu memlekettek