Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Popüler kültürün vagonu medya

Popüler Kültür, aslında aldatıcı bir deyim. Popüler sözcüğü Latince kökenli, halk anlamına geliyor. Dolayısıyla Popüler Kültür, halk kültürü demek. Oysa ki uygulamaya ve somut örneklerine baktığımızda, pop kültürün, içeriğinin ya da biçiminin halkla, yani yönetilenlerle, çalışanlarla, ezilenlerle, mülksüz ve sessizlerle pek ilgisi yok. Dolayısıyla bu deyimi kullanırken, mutlaka sınıfsal bir anlam yüklemek gerekir, ama bu sınıf egemenler. Popüler kültürün doğru tanımı, popülerleştirilmeye, yaygınlaştırılmaya yani bir şekilde egemenleştirmeye çalışılan kültür… Walter Benjamin ve Theodor Adorno gibi felsefeciler, popüler kültür meselesi üzerine eğilmişler. Bilahare Louis Althusser, Pierre Bourdieu ve Noam Chomsky de bu konuya ilişkin yazılar yazmış. Ancak, galiba biraz daha geriye gidip Antonio Gramsci’nin ‘İdeolojik Egemenlik’ kavramı üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor. İdeolojik egemenlik, egemenlerin ideolojik üstünlüğünü sağlamaya/empoze etmeye yönelik kavramı/mekanizmayı anlatıyor. Dü

DEVLET GAZETESİ/MİT GAZETESİ

Biat kültürü ve iktidar yanlılığı öylesine içlerine sinmiş ki, meçhul kaynaklarla uzmanlarla haber diye propaganda yapıyorlar. Aslında onu bile doğru dürüst yapamıyorlar. Bir çarşaflama örneği… 23 Eylül 2011 tarihli Hürriyet gazetesinde (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=18805581) Metehan Demir imzalı, ‘’ Sızıntı Masadan ’’ imzalı bir yorum (?) yayınlandı. Gazetenin İnternet sayfasında sol üst köşeden en önemli yazı olarak yer alan bu yorum 77 satır ve 587 sözcükten oluşuyor. 55 cümlelik bu yazıda cümlelerin neredeyse tümü öznesiz. Yani haber kaynağı belli olmayan bilgiler, hep ‘ belirtiliyor ’, ‘ ifade ediliyor ’, ‘ söyleniyor ’ diye veriliyor. Bir iki yerde ‘ Kaynaklar’ , ve ‘ Uzmanlar ’dan sözediliyor . İddianın bini bir para… Tüm yazı boyunca, gizli/açıklanmayan ama bilinen haber kaynağından, tırnak içinde en az iki alıntı cümlesi de var. Demir’in yazısı gerek siyaset gerekse gazetecilik açısından çok sorunlu. PKK-MİT görüşmelerinin gizli ses kaydının yayı

İyi Bir Gazete Monografisi

EMİNE UŞAKLIGİL/BENİM CUMHURİYET’İM(*) Adı ve içeriği rejimle bütünleşmiş bir gazetenin, kuruluşundan bugünlere öyküsünü anlatmak, hele o gazeteyi 80-90 yıllık iniş-çıkışlarıyla, siyaset, ideoloji ve toplumla ilişkileri bağlamında aktarmak, değerlendirmek zor bir iş. Dedesinin, dayısının, ailesinin gazetesi ama… Emine Uşaklıgil, ‘Benim Cumhuriyet’im’ kitabını yazarken bence büyük bir risk almış ve cüretkâr davranmış. Çünkü dedesinin kurup bilahare dayısının yönettiği, son dönemde de bizzat kendisinin işveren/yönetici olduğu bir gazetenin öyküsünü kaleme almış. Ermeni Jamanag gazetesinden sonra Türkiye’de yayınlanan en eski günlük gazete, Cumhuriyet hakkında bir akademik çalışma ( Aysun Köktener, Bir Gazetenin Tarihi : Cumhuriyet, Yapı Kredi Yayınları ) , Emin Karaca’nın ( Cumhuriyet Olayı, Altın Kitaplar ), bir de Zeki Saral’ın ( Biz bir aileyiz-Yurt Yayınları ) kitaplarını okuduğumu hatırlıyorum. Hasan Cemal’inkini de unutmayalım. Uşaklıgil’in kitabı, benim şimdiye ka

KANDİL BOMBARDIMANI: APOLETLİ MEDYA BİS!

Bıçak kemiğe dayanmış ve sabır tükenmişti. Üstelik söz de bitmiş uygulama başlamıştı. Daha önce de terörizme karşı zaten yeni strateji ilan edilmişti. Çıka çıka Kandil bombardımanı çıktı tüm bu sinirli milliyetçi söylemden. Üstelik de 6 günlük operasyon PKK’ye göre başarısız. Ama bizim medyaya inanacak olursak…Durum vahim. Türk egemen medyası, Silvan olaylarıyla başlayan son süreçte, klasik/geleneksel yani temel gazetecilik ilkelerini ve yaklaşımını bir kez daha açık açık ihlal ederken, propaganda ağırlıklı yayınlarıyla iktidar-medya ilişkilerinde eski dönemin sürdüğünü sergiledi. Gazeteciliğin temel işlevi, meydana gelen bir olay konusunda, kamu çıkarını gözeterek, mümkün olan en doğru, en ayrıntılı bir şekilde (Ve tabi ki inandırıcı, güvenilir, dengeli ve hızlı bir yöntemle), tüm tarafların görüşlerini vererek, yurttaşları/okurları bilgilendirmek, aydınlatmak. Ne var ki, Silvan olaylarından Kandil’in 6. gün bombalanmasına kadar geçen süre içinde, Türk egemen medyası,

MEMURLAR KAVGASINA KARŞI DÜŞÜNCE(*)

Ece Ayhan / Kardeşim Akif / Akif Kurtuluş’a Mektuplar Ece Ayhan’ın 1982-84 yılları arasında şair arkadaşı Akif Kurtuluş’a yazdığı 19 mektupta kötülük toplumu, haksızlığa uğrayan dışlanmış şair ve kendi çalışmaları var. Yoksulluk, acılar, sıkıntılar, anlayışsızlık ama direniş! Anı ve mektup en çıplak, en içten edebiyat türleri. Özellikle mektup (Yazan kaldı mı?), anlık duygusallıkların, orta ya da uzun vadeli akıl yürütmelerin hesapsız kitapsız yazı mekanı . Bir de mektup özel hatta mahrem. Hiç kimse mektup yazarken, bir gün onların yayınlanıp kamuya mal olacağını, tanıdık tanımadık okurun eline geçeceğini düşünmez herhalde. Mektubu yazan kişi, hele Ece Ayhan gibi bir şair, etikçi, düşünce ve kavga adamı ise, bu mektuplardan Ayhan’ın şiir/deneme/söyleşilerinin arka planına yaklaşmak mümkün. Ayrıca mektupların 1982 ila 1984 yılları arasında yazılmış olması da, o lanet askeri dönemin izlerini gerek kişisel gerekse genel düzlemde yansıtması açısından önemli. Bu memlekettek

İKTİDAR YENİ KÜRT GİRİŞİMLERİNDEN RAHATSIZ

Özgür Politika’nın sorularına toplu yanıt. (http://yeniozgurpolitika.com/index.php?rupel=nuce&id=926) -Ece Temelkuran ve Nuray Mert'in, 12 Haziran seçimlerinde Kürt hareketine-Blok'a verdiği destek mesajları, AKP yanlısı yazarların hedefi haline gelmelerine yol açtı... Hilal Kaplan ve Negehan Alçı gibi isimlerin, bu isimlerin telaşla eski yazılarını bulmalarını ve Kürtlerde 'bakın bunlar dostunuz değil aslında' mealinde bir algı yaratmalarını nasıl açıklıyor ve değerlendiriyorsunuz? -Örneğin, Hilal Kaplan, sözkonusu içerikteki yazısının sonuna, "...Kamuoyuna ama özellikle de Kürtlere "safari şapkası takmayan" yoldaşlarını biraz daha iyi tanıtmayı amaçlayan yazıların sonuna geldik. Kimden hayır gelip, kimden gelmeyeceğinin kararı size kalmış" şeklinde bir not düşmüş. Bu not size ne anlatıyor? -Bu rol, Kaplan ve Alçı'nın bizzat edindiği mi, yoksa onlara verilen bir görev mi sizce? Ayrıca özellikle bu rolün kadın yazarlara ver

İDEAL DEĞİL İDEALİST GAZETE PATRONU: ALİ NACİ KARACAN

Milliyet’in kurucusu A.Naci Karacan (1896-1955) Osmanlı döneminde başlayıp DP iktidarına kadar gazetecilik, gazete patronluğu yapmış sıra dışı bir beyefendi. Siyasi ve medyatik açıdan bugünkü manzaranın kökenleri hakkında ipuçları veren görüş ve uygulamaları var. Kitap da artık sıradan bir meta muamelesi gördüğü için, süper marketlerde de satılıyor. Şimdiye kadar süper marketten üç kitap aldığımı hatırlıyorum: Falih Rıfkı’nın küçük boy Çankaya’sı, Tuğba Çandar’ın Hrant’ı ve Emine Uşaklıgil’in Benim Cumhuriyet’im başlıklı kitapları. Bu aralar bizim eve yakın süper marketin giriş kapısında promosyonlu (Hormonlu değil!) koca Diyarbakır karpuzları ile yine indirimli fiyatlı mayoların arasına yerleştirdikleri bir standta sarı kuşaklı bir kitabı ısrarla satmaya çalışıyorlar. 200 bin basmışlar. Ama tüm baskılara rağmen ben o kitaba yaklaşmıyorum bile. Uşaklıgil’in kitabını çıkar çıkmaz almıştım. Çünkü daha yazım sürecinde Cumhuriyet’deki eski patronumla kitabın içeriği konusunda muhabbet