Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İyi Bir Gazete Monografisi

EMİNE UŞAKLIGİL/BENİM CUMHURİYET’İM(*) Adı ve içeriği rejimle bütünleşmiş bir gazetenin, kuruluşundan bugünlere öyküsünü anlatmak, hele o gazeteyi 80-90 yıllık iniş-çıkışlarıyla, siyaset, ideoloji ve toplumla ilişkileri bağlamında aktarmak, değerlendirmek zor bir iş. Dedesinin, dayısının, ailesinin gazetesi ama… Emine Uşaklıgil, ‘Benim Cumhuriyet’im’ kitabını yazarken bence büyük bir risk almış ve cüretkâr davranmış. Çünkü dedesinin kurup bilahare dayısının yönettiği, son dönemde de bizzat kendisinin işveren/yönetici olduğu bir gazetenin öyküsünü kaleme almış. Ermeni Jamanag gazetesinden sonra Türkiye’de yayınlanan en eski günlük gazete, Cumhuriyet hakkında bir akademik çalışma ( Aysun Köktener, Bir Gazetenin Tarihi : Cumhuriyet, Yapı Kredi Yayınları ) , Emin Karaca’nın ( Cumhuriyet Olayı, Altın Kitaplar ), bir de Zeki Saral’ın ( Biz bir aileyiz-Yurt Yayınları ) kitaplarını okuduğumu hatırlıyorum. Hasan Cemal’inkini de unutmayalım. Uşaklıgil’in kitabı, benim şimdiye ka

KANDİL BOMBARDIMANI: APOLETLİ MEDYA BİS!

Bıçak kemiğe dayanmış ve sabır tükenmişti. Üstelik söz de bitmiş uygulama başlamıştı. Daha önce de terörizme karşı zaten yeni strateji ilan edilmişti. Çıka çıka Kandil bombardımanı çıktı tüm bu sinirli milliyetçi söylemden. Üstelik de 6 günlük operasyon PKK’ye göre başarısız. Ama bizim medyaya inanacak olursak…Durum vahim. Türk egemen medyası, Silvan olaylarıyla başlayan son süreçte, klasik/geleneksel yani temel gazetecilik ilkelerini ve yaklaşımını bir kez daha açık açık ihlal ederken, propaganda ağırlıklı yayınlarıyla iktidar-medya ilişkilerinde eski dönemin sürdüğünü sergiledi. Gazeteciliğin temel işlevi, meydana gelen bir olay konusunda, kamu çıkarını gözeterek, mümkün olan en doğru, en ayrıntılı bir şekilde (Ve tabi ki inandırıcı, güvenilir, dengeli ve hızlı bir yöntemle), tüm tarafların görüşlerini vererek, yurttaşları/okurları bilgilendirmek, aydınlatmak. Ne var ki, Silvan olaylarından Kandil’in 6. gün bombalanmasına kadar geçen süre içinde, Türk egemen medyası,

MEMURLAR KAVGASINA KARŞI DÜŞÜNCE(*)

Ece Ayhan / Kardeşim Akif / Akif Kurtuluş’a Mektuplar Ece Ayhan’ın 1982-84 yılları arasında şair arkadaşı Akif Kurtuluş’a yazdığı 19 mektupta kötülük toplumu, haksızlığa uğrayan dışlanmış şair ve kendi çalışmaları var. Yoksulluk, acılar, sıkıntılar, anlayışsızlık ama direniş! Anı ve mektup en çıplak, en içten edebiyat türleri. Özellikle mektup (Yazan kaldı mı?), anlık duygusallıkların, orta ya da uzun vadeli akıl yürütmelerin hesapsız kitapsız yazı mekanı . Bir de mektup özel hatta mahrem. Hiç kimse mektup yazarken, bir gün onların yayınlanıp kamuya mal olacağını, tanıdık tanımadık okurun eline geçeceğini düşünmez herhalde. Mektubu yazan kişi, hele Ece Ayhan gibi bir şair, etikçi, düşünce ve kavga adamı ise, bu mektuplardan Ayhan’ın şiir/deneme/söyleşilerinin arka planına yaklaşmak mümkün. Ayrıca mektupların 1982 ila 1984 yılları arasında yazılmış olması da, o lanet askeri dönemin izlerini gerek kişisel gerekse genel düzlemde yansıtması açısından önemli. Bu memlekettek

İKTİDAR YENİ KÜRT GİRİŞİMLERİNDEN RAHATSIZ

Özgür Politika’nın sorularına toplu yanıt. (http://yeniozgurpolitika.com/index.php?rupel=nuce&id=926) -Ece Temelkuran ve Nuray Mert'in, 12 Haziran seçimlerinde Kürt hareketine-Blok'a verdiği destek mesajları, AKP yanlısı yazarların hedefi haline gelmelerine yol açtı... Hilal Kaplan ve Negehan Alçı gibi isimlerin, bu isimlerin telaşla eski yazılarını bulmalarını ve Kürtlerde 'bakın bunlar dostunuz değil aslında' mealinde bir algı yaratmalarını nasıl açıklıyor ve değerlendiriyorsunuz? -Örneğin, Hilal Kaplan, sözkonusu içerikteki yazısının sonuna, "...Kamuoyuna ama özellikle de Kürtlere "safari şapkası takmayan" yoldaşlarını biraz daha iyi tanıtmayı amaçlayan yazıların sonuna geldik. Kimden hayır gelip, kimden gelmeyeceğinin kararı size kalmış" şeklinde bir not düşmüş. Bu not size ne anlatıyor? -Bu rol, Kaplan ve Alçı'nın bizzat edindiği mi, yoksa onlara verilen bir görev mi sizce? Ayrıca özellikle bu rolün kadın yazarlara ver

İDEAL DEĞİL İDEALİST GAZETE PATRONU: ALİ NACİ KARACAN

Milliyet’in kurucusu A.Naci Karacan (1896-1955) Osmanlı döneminde başlayıp DP iktidarına kadar gazetecilik, gazete patronluğu yapmış sıra dışı bir beyefendi. Siyasi ve medyatik açıdan bugünkü manzaranın kökenleri hakkında ipuçları veren görüş ve uygulamaları var. Kitap da artık sıradan bir meta muamelesi gördüğü için, süper marketlerde de satılıyor. Şimdiye kadar süper marketten üç kitap aldığımı hatırlıyorum: Falih Rıfkı’nın küçük boy Çankaya’sı, Tuğba Çandar’ın Hrant’ı ve Emine Uşaklıgil’in Benim Cumhuriyet’im başlıklı kitapları. Bu aralar bizim eve yakın süper marketin giriş kapısında promosyonlu (Hormonlu değil!) koca Diyarbakır karpuzları ile yine indirimli fiyatlı mayoların arasına yerleştirdikleri bir standta sarı kuşaklı bir kitabı ısrarla satmaya çalışıyorlar. 200 bin basmışlar. Ama tüm baskılara rağmen ben o kitaba yaklaşmıyorum bile. Uşaklıgil’in kitabını çıkar çıkmaz almıştım. Çünkü daha yazım sürecinde Cumhuriyet’deki eski patronumla kitabın içeriği konusunda muhabbet

Toprak burada, zenginlik burada, ama şey yok!

Göçmenlik Müzesinin Broşür Kapağı G elibolu'dan bir kare: Yaralanan askeri eşek sırtında taşıyan arkadaşı 5. KITADAN (3) Kanguru ya da Koala görmedim. Amblem ve fotograflarda çok sık. Aborjin kültür merkezini bir Kürt arkadaşla ziyaret ettik. ‘Mücadele etmezsen böyle olur sonun’ dedi. Çünkü İngiliz sömürgecileri, kıtanın gerçek sahiplerini, tıpkı Amerikalıların Kızılderililere yaptığı gibi, ‘Reserve’ adı verilen kıtanın orta bölgelerindeki çöl alanlara sürüp orada da alkol ve kumara düşürmüş. Sarı-kırmızı-siyah bayrakları bir çok binada hala dalgalanıyor ama Aborjinler sonuç olarak folklorik bir malzeme haline getirilmiş. Victoria Kürdistanlılar Derneğinin kundaklanmış merkez binasında da vardı sarı-kırmızı-siyah bayrak. Melbourne’da Savaş Müzesini gezdik. Gelibolu onların belleğinde hala önemli bir yer tutuyor. Çanakkale’nin yeni bir sakini olarak ANZAC dedelerle ilgilenmek durumunda kaldım. Bizde olduğundan daha çok sayıda Çanakkale Savaşları kitabı vardı müzede. Göçmenler Müz

SUŞİ YİYEN KÜRT’LE YOGA YAPAN ALEVİ….

2011'de Melbourne Modern Sanat Müzesinde bir Tanıdığa Rastladım! 5. KITADAN (2) Avustralya’ya, ‘Kürt Meselesi ve Düşünce Özgürlüğü’ konusunda konferanslar vermek amacıyla davet edildiğim için, Kürt meselesi kaçınılmaz olarak en çok tartışılan konu oldu. Sydney’de Türkiyelilerin yoğun yaşadığı Auburn Belediyesinin salonunda bir konferans, Melbourne’da da Coburg Belediye salonunda bir konferans ile iki sohbet toplantısında Kürt meselesinin çeşitli boyutlarını konuştuk. Zaman zaman medya sorununa da değindik. Avustralya’da yaşayan Türkler ve Kürtler, belki de biraz Batı Avrupa’da olduğu gibi, aynı ülkeden gelen insanların birlikte yaşaması sayesinde konuya Türkiye’dekine oranla hem daha bilgili hem de daha duyarlı gibi geldi bana. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve milliyetçilik konularında da, ne de olsa yabancı bir ülkede yaşamanın yarattığı atmosfer sayesinde, olumlu yaklaşımlar, izlenimler edindim. Yine de Türk sosyalistleri ile ‘Kürt hevaller’ arasında, bazen de Alevi kiml