Ana içeriğe atla

Kayıtlar

MEMURLAR KAVGASINA KARŞI DÜŞÜNCE(*)

Ece Ayhan / Kardeşim Akif / Akif Kurtuluş’a Mektuplar Ece Ayhan’ın 1982-84 yılları arasında şair arkadaşı Akif Kurtuluş’a yazdığı 19 mektupta kötülük toplumu, haksızlığa uğrayan dışlanmış şair ve kendi çalışmaları var. Yoksulluk, acılar, sıkıntılar, anlayışsızlık ama direniş! Anı ve mektup en çıplak, en içten edebiyat türleri. Özellikle mektup (Yazan kaldı mı?), anlık duygusallıkların, orta ya da uzun vadeli akıl yürütmelerin hesapsız kitapsız yazı mekanı . Bir de mektup özel hatta mahrem. Hiç kimse mektup yazarken, bir gün onların yayınlanıp kamuya mal olacağını, tanıdık tanımadık okurun eline geçeceğini düşünmez herhalde. Mektubu yazan kişi, hele Ece Ayhan gibi bir şair, etikçi, düşünce ve kavga adamı ise, bu mektuplardan Ayhan’ın şiir/deneme/söyleşilerinin arka planına yaklaşmak mümkün. Ayrıca mektupların 1982 ila 1984 yılları arasında yazılmış olması da, o lanet askeri dönemin izlerini gerek kişisel gerekse genel düzlemde yansıtması açısından önemli. Bu memlekettek

İKTİDAR YENİ KÜRT GİRİŞİMLERİNDEN RAHATSIZ

Özgür Politika’nın sorularına toplu yanıt. (http://yeniozgurpolitika.com/index.php?rupel=nuce&id=926) -Ece Temelkuran ve Nuray Mert'in, 12 Haziran seçimlerinde Kürt hareketine-Blok'a verdiği destek mesajları, AKP yanlısı yazarların hedefi haline gelmelerine yol açtı... Hilal Kaplan ve Negehan Alçı gibi isimlerin, bu isimlerin telaşla eski yazılarını bulmalarını ve Kürtlerde 'bakın bunlar dostunuz değil aslında' mealinde bir algı yaratmalarını nasıl açıklıyor ve değerlendiriyorsunuz? -Örneğin, Hilal Kaplan, sözkonusu içerikteki yazısının sonuna, "...Kamuoyuna ama özellikle de Kürtlere "safari şapkası takmayan" yoldaşlarını biraz daha iyi tanıtmayı amaçlayan yazıların sonuna geldik. Kimden hayır gelip, kimden gelmeyeceğinin kararı size kalmış" şeklinde bir not düşmüş. Bu not size ne anlatıyor? -Bu rol, Kaplan ve Alçı'nın bizzat edindiği mi, yoksa onlara verilen bir görev mi sizce? Ayrıca özellikle bu rolün kadın yazarlara ver

İDEAL DEĞİL İDEALİST GAZETE PATRONU: ALİ NACİ KARACAN

Milliyet’in kurucusu A.Naci Karacan (1896-1955) Osmanlı döneminde başlayıp DP iktidarına kadar gazetecilik, gazete patronluğu yapmış sıra dışı bir beyefendi. Siyasi ve medyatik açıdan bugünkü manzaranın kökenleri hakkında ipuçları veren görüş ve uygulamaları var. Kitap da artık sıradan bir meta muamelesi gördüğü için, süper marketlerde de satılıyor. Şimdiye kadar süper marketten üç kitap aldığımı hatırlıyorum: Falih Rıfkı’nın küçük boy Çankaya’sı, Tuğba Çandar’ın Hrant’ı ve Emine Uşaklıgil’in Benim Cumhuriyet’im başlıklı kitapları. Bu aralar bizim eve yakın süper marketin giriş kapısında promosyonlu (Hormonlu değil!) koca Diyarbakır karpuzları ile yine indirimli fiyatlı mayoların arasına yerleştirdikleri bir standta sarı kuşaklı bir kitabı ısrarla satmaya çalışıyorlar. 200 bin basmışlar. Ama tüm baskılara rağmen ben o kitaba yaklaşmıyorum bile. Uşaklıgil’in kitabını çıkar çıkmaz almıştım. Çünkü daha yazım sürecinde Cumhuriyet’deki eski patronumla kitabın içeriği konusunda muhabbet

Toprak burada, zenginlik burada, ama şey yok!

Göçmenlik Müzesinin Broşür Kapağı G elibolu'dan bir kare: Yaralanan askeri eşek sırtında taşıyan arkadaşı 5. KITADAN (3) Kanguru ya da Koala görmedim. Amblem ve fotograflarda çok sık. Aborjin kültür merkezini bir Kürt arkadaşla ziyaret ettik. ‘Mücadele etmezsen böyle olur sonun’ dedi. Çünkü İngiliz sömürgecileri, kıtanın gerçek sahiplerini, tıpkı Amerikalıların Kızılderililere yaptığı gibi, ‘Reserve’ adı verilen kıtanın orta bölgelerindeki çöl alanlara sürüp orada da alkol ve kumara düşürmüş. Sarı-kırmızı-siyah bayrakları bir çok binada hala dalgalanıyor ama Aborjinler sonuç olarak folklorik bir malzeme haline getirilmiş. Victoria Kürdistanlılar Derneğinin kundaklanmış merkez binasında da vardı sarı-kırmızı-siyah bayrak. Melbourne’da Savaş Müzesini gezdik. Gelibolu onların belleğinde hala önemli bir yer tutuyor. Çanakkale’nin yeni bir sakini olarak ANZAC dedelerle ilgilenmek durumunda kaldım. Bizde olduğundan daha çok sayıda Çanakkale Savaşları kitabı vardı müzede. Göçmenler Müz

SUŞİ YİYEN KÜRT’LE YOGA YAPAN ALEVİ….

2011'de Melbourne Modern Sanat Müzesinde bir Tanıdığa Rastladım! 5. KITADAN (2) Avustralya’ya, ‘Kürt Meselesi ve Düşünce Özgürlüğü’ konusunda konferanslar vermek amacıyla davet edildiğim için, Kürt meselesi kaçınılmaz olarak en çok tartışılan konu oldu. Sydney’de Türkiyelilerin yoğun yaşadığı Auburn Belediyesinin salonunda bir konferans, Melbourne’da da Coburg Belediye salonunda bir konferans ile iki sohbet toplantısında Kürt meselesinin çeşitli boyutlarını konuştuk. Zaman zaman medya sorununa da değindik. Avustralya’da yaşayan Türkler ve Kürtler, belki de biraz Batı Avrupa’da olduğu gibi, aynı ülkeden gelen insanların birlikte yaşaması sayesinde konuya Türkiye’dekine oranla hem daha bilgili hem de daha duyarlı gibi geldi bana. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve milliyetçilik konularında da, ne de olsa yabancı bir ülkede yaşamanın yarattığı atmosfer sayesinde, olumlu yaklaşımlar, izlenimler edindim. Yine de Türk sosyalistleri ile ‘Kürt hevaller’ arasında, bazen de Alevi kiml

Memleket zengin, bizimkiler iyi...

5. KITADAN (1) Avustralya’ya gideceğimi Nisan ayından beri biliyordum. Kime söylesem, ‘Amaan acaip uzun ve zor bir yolculuk…Canın çıkıyor, mahvoluyosun…3-4 günde ancak toplarsın’ diyorlardı. En güzel ve en komik yolculuk anekdotlarını Mazlum Çimen anlattı. O, üç kez konser vermeye gitmiş. Bana ‘Katiyyen gitme…Bussiness’de uçsan bile yıkılıyorsun’ filan demişti. Cengiz Aktar da, ‘Dünyanın en zehirli 100 böceğinden 74’ü Avustralya’da, aman dikkat et’ diye uyarmıştı. Sanki Avustralya kırsalına ya da dağlarına çıkıyormuşum gibi…Daha önce Sydney ve Melbourne’a gidenler ise tüm bu güçlüklere rağmen oradaki Türkiyelilerin kendilerini son derece iyi ağırladıklarını, devrimcilerin ve Kürt arkadaşların mükemmel organizasyonlar yaptıklarını söylemişlerdi. Tecrübelilerin öngörüleri doğru çıktı. Zaten Avustralya’da iken sürekli olarak Ertuğrul Kürkçü’nün, Haluk Gerger’in, Fikret Başkaya’nın, Faik Bulut’un gezi ve ziyaretlerinden kareler canlandırdılar. Avustralya hakkında pek bilgim yoktu. İngil

İNGİLTERE’Yİ ALIP AMERİKA’YA YAYMIŞLAR: A V U S T R A L Y A

5. KITADAN • Burada herkes yabancı Aborjinler hariç. Onlar da artık folklor malzemesi gibi. • Önce İngiliz sömürgecileri gelmiş, sonra onlar da yerli halktan özür dileyip onların haklarının bir kısmını tanımak zorunda kalmış. • Yüzölçümü Türkiye’nin on katı büyüklüğünde kocaman bir kıta, ama toplam nufus 20 milyon • Sydney ya da Melbourne’da dolaşırken kendinizi bazen Boston’da bazen Londra’da sanabilirsiniz, zaten neredeyse tüm bölge, yöre, kent ve ilçe isimleri İngiltere’den:Liverpool, Brighton, South Wales… • Türkiyeliler ilk kez 1969’da buralara gelmiş. Gemiyle. 3 aylık yolculuktan sonra. • Şimdilerde onların torunları doğuyor.3. kuşak. Bizimkiler artık buralı olmuş. • Hepsi İngilizce konuşuyor. İlk başlarda güçlükler olmamış değil: ‘Building here, me here, no man!’ • Batı Avrupa’daki Türkiyeli göçmen işçilere oranla, Ausie-Türkiyelilerin ekonomik, mali, toplumsal konumları çok daha iyi. Bahçeli büyük evler, arabalar, cipler. Çünkü bizimkiler çok çalışmış, çünkü burası Batı Avrupa