Ana içeriğe atla

Kayıtlar

NEFRET SÖYLEMİ : MEDYA VE ARKASI

• Nefret Söylemi, dünyada da bizde de son yıllarda hem akademik hem de mesleki olarak önemli bir güncel mesele haline geldi. Önce atmosferi kirleten en son aşamasında cinayete teşvik bile edebilen bu söylem, evet, medyada sırıtıyor. Ama oraya çıkmadan önce nerelerden gelip geçiyor bu söylem? Nasıl oluşuyor? Nefret Söylemi/Nefret Suçu ve bu olgunun medya ile ilişkisi, aslında çok geniş, çok boyutlu bir konu, bir alan. Aslında gerek akademik olarak gerekse mesleki olarak nispeten yeni bir konu. Nefret Söylemi, literatürde ilk kez 1993-94 Rwanda Soykırımı vesilesiyle geçiyor. Sonra da yaygınlaştı. Rwanda’da ‘Radio Libre Mille Collines’ (Özgür Bin Tepe Radyosu), Hutu yönetimindeydi ve açıkça isim, adres vererek, insanların öldürülmesine rehberlik eden yayınlar yaptı. 2007 yılında ise, Uluslararası Özel Rwanda Mahkemesi, RLMC radyosunun üç yöneticisini yargıladı ve mahkum etti. Akademik literatüre baktığımızda, Nefret Söyleminin çokdisiplinli bir alan olduğunu görüyoruz. Dolayısıyl

YENİDEN ÖZGÜR GÜNDEM GAZETESİ…

(Sabah gazetesinin sorularına yanıtlar) - Özgür Gündem’in 1992 yılındaki çıkış amacı neydi? ÖG, o dönem yükselmekte olan Kürt hareketi ile Türkiye’deki sol-demokratik muhalefeti bir araya getirip, mevcut yerleşik iktidar ve resmi muhalefetin karşısında üçüncü bir ses olmayı amaçlıyordu. - Mali desteği kim tarafından karşılanıyordu? Ö.G’nin mali kaynağı, gazetenin iki patronu Yaşar Kaya ve Serhat Bucak’ın koordinasyonunda, yurtiçinde ve yurtdışında yaşayan on kadar Kürt işadamı tarafından karşılanıyordu. - Kaç sayfaydı ve içeriği neydi? Haber ve reklam/ilan kapasitesine göre sayfa sayısı değişiyordu. Ayrıca o dönem piyasada kağıt sıkıntısı nedeniyle zaman zaman ancak 8 sayfa çıkartabildiğimizi hatırlıyorum. İçeriği, Kürt hareketinin ve Türkiye sol muhalefetinin siyasi, ideolojik, toplumsal, kültürel, askeri boyutlarıyla ilgili haber, röportaj, inceleme ve köşe yazılarından oluşuyordu. - Ne kadar süreyle yayın hayatına devam etti? ÖG, Türkiye basın

Askeri vesayeti Kürt hareketi kırdı

ÖZGÜR GÜNDEM SÖYLEŞİSİ İnci HEKİMOĞLU 11.04.2011 Askeri vesayeti Kürt hareketi kırdı AKP’nin dokuz yıldır iktidarda kalmasını sağlayan en önemli vaadi Türkiye’nin kemikleşmiş sorunlarını çözmekti. Bunların başında da “Kürt sorunu”, kişi hak ve özgürlükleri ile askeri vesayetin kaldırılmasıydı. Bir kez daha iktidara gelme hazırlığındaki AKP’nin dokuz yıl sonra neredeyse yine aynı vaatlerle oy isteyebilmesini sağlayan faktörlerin sosyolog ve sosyal psikologların analizine ihtiyaç bırakması ayrı bir gerçek. Daha görünür olanı ise; Kürt halkının taleplerine bugün de gaz bombaları ve coplarla karşılık verilmesi, milletvekillerinin yerlerde sürüklenmesi, gazetecilerin tutuklanması, kitapların yasaklanması ve AKP karşıtı herkesin bir gün bir “terör örgütü” çuvalına sokulacağı endişesi taşıması. Böyle bir ortamda seçim sürecine girerken, Ragıp Duran’ın “Kürt gazeteciliğinde milat” diye tanımladığı Özgür Gündem gazetesi, 17 yıl sonra yeniden hayat buldu. Yine Duran’ın ifadeleriyle “siyasi vey

ESKİ GAZETECİ YENİ MİLLETVEKİLİ AL BİRİNİ…

• Seçim kampanyası canlanırken, gazeteci olarak tanınan bazı şahsiyetler, özellikle iktidar partisinin listelerinden milletvekilliğine soyunuyor. Gazetecilik çok politik bir meslek, politika da giderek çok medyatik bir alan, ama yine de gazetecilikle milletvekilliği çok farklı iki mecra. Birinden ötekine geçmek ne demek? Tutarlı mı? Ne kadar etik? Ne kadar kabul edilir? Medyaya yansıyan haberlere göre azımsanmayacak sayıda gazeteci, bu genel seçimlere şimdiden aday adayı olarak hazırlanıyor. Gazetecilikle milletvekilliği arasındaki ilişkiler, girift ve genelde sorunlu. Siyasetin son yıllarda giderek medya üzerinden yapıldığı hesaba katılırsa, medyada köşe yazarlığı, televizyon yorumculuğu yaparak popüler hale gelmiş kişilerin, yani gazetecilerin diğer adaylara oranla bir tanınmışlık avantajı var. Onlar da zaten biraz bu popülerliği de kullanarak gazeteciliği bırakıp Meclis’in ceylan derili koltuklarına hevesleniyorlar. (Zaman’ın bir köşe yazarı ön yoklamada 34. olmuş. Bravo!) Gaze

Basın özgürlüğüne ve CHP'ye karşı 'rötarlı taciz'

Nedim Şener’le Ahmet Şık’ın, Savcılığın henüz ve hâlâ açıklamadığı ‘’gizli’’ (!) delillerle tutuklanması, siyasi iktidar ve stepnesi F tipi cemaati çok rahatsız etti, hatta paniğe sevk etti. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı, özel yetkili savcı… Herkes açıklama yaptı. Siyasi iktidar yanlısı köşe yazarlarının çoğunluğu bile bu kampanyaya karşı çıktı. 18. dalgayı başlatan ve Oda TV bilgisayarlarında bulunduğu iddia edilen belgeleri Oda TV yöneticileri ve avukatları redetti . Bu belgelerin, virüslü e-mail yoluyla dışarıdan kendi bilgisayarlarına gönderilmiş olduklarını söylediler. İçeriği ve söylemi itibarıyla da üretildiği izlenimi uyandıran bu belgeler temelinde evler, işyerleri basıldı, gazeteciler gözaltına alındı ve sonra da tutuklandı. Nedim’le Ahmet’in Savcılık sorgulamaları gazetelerde soru-cevap ve tam metin olarak yayınlandı. Bu metinlerden de anladık ki, Savcılık Nedim’le Ahmet’in gazetecilik faaliyetleri ile ilgileniyor. Özel olarak Hanefi Avcı ve Sabri Uzun konuları üzer

Medya etiği uzmanının ettiği!

Adını bile anmak istemediğim bir meslekdaşım kalktı, medyadaki yanlış/eksik bilgileri düzeltmek içinmiş gibi, ‘Ahmet’in bu Günlüklerin yayınlanmasında hiçbir dahli yoktur. Her şeyi tek başıma ben yaptım’ mealinde bir yazı yazdı. Gazeteci Ragıp Duran’ın aşağıdaki yazısı, Express dergisinin gelecek sayısı için kaleme aldığı “desinformation” konulu makalesinden alıntıdır. Makalenin “Darbe Günlükleri ve Alper Görmüş” ile ilgili bölümünü, yazarın onayıyla yayınlıyoruz. (…) Beni derinden yaralayan bir olay da, bu ‘Darbe Günlükleri’ konusundaki ofsayt. Sanki Ahmet’in Ergenekoncu olmadığını gösteren tek delil, onun ‘Darbe Günlükleri’ni yayınlayan Noktadergisinde çalışmış olması ve sanki Ahmet her yerde bas bas ‘Darbe Günlükleri’ni ben yazdım, ben yayınladım’ demiş gibi, adını bile anmak istemediğim bir meslekdaşım kalktı, medyadaki yanlış/eksik bilgileri düzeltmek içinmiş gibi,‘Ahmet’in bu Günlüklerin yayınlanmasında hiçbir dahli yoktur. Her şeyi tek başıma ben yaptım’ mealinde bir yazı yazd

'Hazreti İsa'nın katilini açıklayacaklar galiba'

6 Mart 2011 Pazar günü Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde yer alan haber ve birkaç açıdan sorunlu. • Öncelikle soruşturmanın gizliliği ilkesi çiğnendiği için, yayınlanan belgeler doğru olsa bile, yayınlanmaması gerekirdi. • Bu bilgi ve belgelerin sadece iktidar yanlısı iki gazetede yayınlanması da manidar. Her yere servis edildi de sadece Zaman ile Yeni Şafak mı kullandı, yoksa sadece bu iki gazetede çalışan başarılı araştırmacı gazeteciler mi belgelere ulaştı? • Belgelerin yayın zamanlaması da anlamlı. Kamuoyu Şener ve Şık vakalarına yoğunlaşmışken, yeniden Oda Tv ve Soner Yalçın’ın gündeme getirilmesi, Şener ve Şık konusunda iktidar yanlısı gazetecilerin bile eleştirel yaklaşımlar sergilediği bir ortamda, Şener ve Şık vakasını karartmaya, unutturmaya yönelik sanki. Şener ve Şık’ın suçlu olmadıkları yolundaki izlenim güç kazanadıkça, bu iki meslekdaşımızı, Oda TV’de ele geçirildiği öne sürülen belgelerle suçlama çabası artıyor. • Bir gazeteci, muhabir, haber müdürü ya da Yazı İşleri