Ana içeriğe atla

Kayıtlar

KIŞLANIN MEDYASI / MEDYANIN KIŞLASI

(Bu yazı, Almanya'da yayınlanan Özgür Politika gazetesinin eki Politikart'ın 16 Şubat 2009 tarihli sayısında yayınlandı) Apoletli Medya sadece fikren apoletli değildir. Türk egemen medyasının yapısı, çalışma tarzı da apoletlidir. Her Türk asker doğuyorsa, her gazeteci de Türkse, her gazeteci aynı zamanda asker demektir. İtiraz, eleştiri, farklı görüş önermek yasa ve tüzüklere göre ayrıca içtihad olarak ‘isyan sebebi’ sayılır. Ona göre! Pink Floyd’un Syd Barrett’ten sonraki serok’u Roger Waters, bir şarkısında mealen ‘Askeri hayatta her şey çok rahat/ Hiç düşünme, hiç tasalanma/Sadece emirleri yerine getir/Askeri hayat çok güzel’ der. Bir efsaneye göre ‘Her Türk asker doğduğu’ için, sadece 18-20 yaşına gelen Türk gençlerinin yaşadığı sınırlı bir süre değil, bir hayat tarzı, bir anlayış hatta bir ideoloji olarak kışla kültürü yani militarizm, Orta Asya’dan, Malazgirt’ten bu yana Türkiye toplumunun dolayısıyla da yurttaşlarının çok büyük çoğunluğunun neredeyse tüm fiziki ve f

ALAMET-İ FARİKASI APOLETTİR!

(Evrensel Gazetesinin sorularına yanıtlar) Bu yazının kısaltılmış bir versiyonu 16.02.2009 tarihli Evrensel'de yayınlanmıştır. Türk egemen medyası ile Ordu ve Sermaye (Ekonomik İktidar) arasındaki ilişkiler başlangıçtan bu yana bağımlılık ilişkileri çerçevesinde gelişti. Hele 80’lerden sonra, zenaat niteliğini yitirip sanayi haline gelen medya, o büyük sermayenin hem organik (Holdingin bir parçası) hem de ideolojik müştemilatı haline geldi. Ordu da baştan beri mali sermayenin ordusu olması itibariyle ‘Ordu Semayeye Elele’ sloganı neredeyse egemen medya organlarının tümünün künyesine işlendi. Medya, ordu ile sermaye arasında nadiren çelişkiler olduğunda da yakın zamana kadar esas olarak ordudan yana tavır aldı. Çünkü Türkiye burjuvazisi gerçek anlamıyla bağımsız bir sınıf olamadığı için ve galiba da istemediği için, önemli bir yatırım ve ideolojik aracı olan medyayı çoğu zaman ordunun emrinde değerlendirdi. 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a kadar, farklı dozlarda medya, ordunun safını tut

Can Dündar’ın asıl sürprizi!

Can Dündar, 3 Şubat 2009 Salı tarihli, Milliyet gazetesinde, ‘Kayıtlardaki sürpriz’ üst başlığı ve ‘Davos bandını yeniden izleyince...’ başlıklı yazısının bir bölümünde aynen şöyle diyor: ‘’Tercümedeki eksik 9) Gelelim asıl sürprize: Bandı İngilizce izleyince simültane tercümanın belki telaştan, belki diplomatik bir skandala engel olmak için bazı sert sözleri atladığı ya da dozunu düşürdüğü anlaşılıyor. Mesela Erdoğan Peres’e, “Sesin yüksek çıkıyor. Sesinin çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisiyledir” diyor. Çeviri şöyle: “Çok güçlü bir sesiniz var. Belki de kendinizi biraz suçlu hissettiğinizden sesiniz güçlü çıkıyor.” Erdoğan’ın “Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz” sözü tercüme edilmemiş. “Benim için Davos bitmiştir” sözü de... Dolayısıyla, Peres ve Türkçe bilmeyen dünya, Erdoğan’ın diklenişini bizimle aynı dozda hissetmemiş.’’ Dündar bu iddiasını aynı gün TV8’deki bir demecinde de tekrar etti. Akşam yönettiği ‘Neden’ programında ise benim izleyebildiğim kadarıyla bu çevir

BBC Gazze'ye yardım filmini neden yayınlamadı?

(Bu yazı 1 Şubat 2009 günü Star gazetesi Açık Görüş'de yayınlanan yazının uzun versiyonudur) Gazze’nin yıkılıp yakıldığını, insanların evsiz-barksız, aç-sefil kaldığını anlatıyor 2 dakikalık film. (İzlemek için: http://video.haberturk.com/Video.aspx?v_ID=38382&k_A=haberturk). Yaralı çocuklar, kurtarma ekiplerinin faaliyetleri görülüyor. Ve acil yardım çağrısı yapıyor. Kaç sterline ne yapılabileceği de belirtilmiş sonra da yardımların nasıl yapılacağı anlatılıyor. Filmin bir bölümünde de açık açık ‘Bugün çatışmada kim haklı kim haksız meselesini tartışacak durumda değiliz çünkü acil yardım gerekiyor’ mealinde bir cümle de var. Filmin hiç bir sahnesinde ya da metinde İsrail’in adı bile geçmiyor. Gelelim şimdi BBC’nin, DEC’in (Felakete Karşı Acil Kampanya) bu filmi yayınlamayı red etme gerekçelerine: BBC yönetimi diyor ki: - Filmi yayınlarsak tarafsızlığımız zedelenir - Yardım çağrısı yapılan klipte, haber görüntüleri kullanılmış - Bölgede çatışmalar devam ediyor. Her üç gerekçe

Komiser Gazeteci !

Geçmişte örnekleri olsa da, son dönemlerde yeni bir gazeteci tipi tezahür etmeye başladı. Kuşkusuz bu kategori içinde yer alan şahısların kişilikleri tartışma konusu olmamalı. Çünkü yeni marka gazeteciler, esas olarak mevcut medya düzeninin tipik/karakteristik birer ürünü/sonucu. Medya manzarasındaki değişikliklere uygun ve uyumlu olarak gazeteci profilinde de değişiklikler beliriyor. Medya-iktidar ilişkileri yoğunlaşıp sınırlar flulaştıkça, gazeteci-politikacı kimlikleri de birbirine karışıyor. Siyasi iktidar, her kurum ve kişiyi kendi müştemilatı haline getirmeye çalışıyor. Gazeteciler çok farklı nedenlerle (Kapanma, daha iyi iş teklifi, yönetimle anlaşamamak, işverenin değişmesi, özel sebepler, vs...) çalıştıkları medya kurumundan ayrılıp bir başka medya şirketinde çalışmaya başlayabiliyor. Bu durum, son derece normal, üstelik sık karşılaştığımız bir durum. Sözkonusu gazeteci, sadece çalıştığı alanı/mekanı değiştiriyor, ama esas olarak aynı mesleği yapmaya devam ediyor. Özellikle ek

NEVZAT TANDOĞAN’IN KÜRTÇE TELEVİZYONU

Resmi terminolojiye göre ‘çok dilli kanal’ TRT6, 24 saat Kürtçe yayın yapacak. Başbakan’ın bile Kürtçe olarak hayırlar dilediği kanalın kime nasıl hizmet vereceğini henüz ayrıntılı olarak bilmiyoruz. TRT6, RojTV ve Kurdistan TV ile nasıl rekabet edecek onu da göreceğiz. 1 Ocak 2009 akşamı TRT2 televizyon kanalında ‘TRT’nin yeni ‘Çok Dilli Kanalı’nın açılış töreni naklen yayınlanıyordu. Bakanlar, milletvekilleri, Genel Müdürler, ‘kıymetli basın mensupları’ hepsi oradaydı. Kürsüye gelen yetkililer, öyle çok fazla isim vermeden, ayrıntıya girmeden ‘aslında binlerce yıldır birlikte yaşadığımızı’, ‘hepimizin aynı gemide olduğunu’ filan söylediler. Daha ileri gidenler, bu kanalın ‘milli birlik ve beraberliği güçlendireceğini’ belirttiler. Türkçe bilmeyen ‘cahil köylü kadınların’ bu televizyon kanalı sayesinde bilgileneceklerini söyledi Diyarbakırlı bir ‘Güneydoğulu’. Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ise trajik bir görüntü sergiledi: Tören öncesi TRT’ye yaptığı açıklamada mealen, ‘Ben 6-7 ya

GAZETECİ HANGİ KAMPANYAYA NASIL İMZA ATAR?

• Demokratik bir ifade özgürlüğü tezahürü ya da protesto beyanı olan imza kampanyalarında gazetecilerin konumu nedir? Ne olmalıdır? Her gazeteci her kampanyaya imza verebilir mi? ‘Özür Dilerim’ kampanyasındaki gazeteciler... İmza kampanyaları özellikle İnternet’in sağladığı kolaylıklardan sonra Türkiye’de de yaygınlık kazandı. Neredeyse her hafta aydınlar, yurttaşlar, gençler, çeşitli baskı grupları önemli hatta hayati buldukları bir konuda dileklerini ya da protestolarını imza kampanyalarıyla kamuoyuna duyuruyor ya da duyurmaya çalışıyor. İmza kampanyası, yapı ve doğa olarak demokratik bir ifade tarzı. Mekanizma olarak da içeriği ne olursa olsun, yani sözkonusu talep ya da protestonun içeriği, imza kampanyası aracılığıyla hem kamuoyuna yansıyor, hem de imzacılar açısından bakıldığında sözkonusu içeriği paylaşan insanlar da kendilerini birlikte, hep beraber ifade etmiş oluyor. Son olarak dört arkadaşımızın (Aktar, Bayramoğlu, İnsel, Oran) öncülüğünü üstlendiği ‘Özür Diliyorum’ kamp