Ana içeriğe atla

Erdoğan medyaya karşı neden baskıcı?

 Hükümet medyaya baskıyla, bir süre belirli bir kesimi etkilemek mümkün; ilelebet ve herkesi ikna etmekse imkansız. Sonunda, gerçek su yüzüne çıkar.


Türkiye, 1831’de ilk günlük gazete yayınlandığından bugüne, hiçbir zaman gerçek anlamda bağımsız ve özgür gazetecilik yapılamadı. İlk gazeteciler Padişah’ın maaşlı memurlarıydı. Gazetecilik, devletin bir yan kuruluşu olarak işlev gördü.

Bugün, 185 yıl sonra bile, işin esası çok fazla değişmedi: Türk medyası hâlâ bağımsız ve özgür değil. Çünkü bugün tüm medya organlarının mülkiyetine, dolayısıyla yayın politikalarına baktığımızda, yüzde 90’lara varan oranda, doğrudan ya da dolaylı olarak iktidarın imzası sırıtıyor.

Erdoğan’ın Saray’ı, aleyhindeki gerçeklerin yayınlanmasını önlemek için, çoğu zaman hukuka aykırı ve gayrı meşru yöntemlerle, medyanın üzerine çok ağır baskılar uyguluyor.

Klasik sansür ve otosansürün yanı sıra, devlet, yandaş şirketlere medya mülkiyeti temin etmek (ATV ve Sabah’ın kamu bankası kredileriyle Çalık grubuna devredilmesi), yandaş iş adamlarından toplanan inşaat ihalelerinin  paralarıyla havuz oluşturup iktidar medyasını finanse etmek (Star gazetesi ya da 24 televizyonu) ya da vergi cezaları gibi metotlarla kendisini medyada güçlü göstermek istiyor.

İktidar, son olarak, eski müttefik, yeni baş düşman Gülen Cemaati’nin medyasını susturmak için, Medeni Kanun’dan yararlanıp, kayyım atayarak, bu şirketlere el koydu. Böylece çok sayıda (Kanaltürk, Bugün, Samanyolu, Zaman) medya organını susturdu. Bu yöntem sadece basın özgürlüğünü çiğnemedi, mülkiyet hakkını da ihlal etti.
Gazetecilere, yani kamu çıkarı için iktidarın olumsuzluklarını sergileyenlere karşı cadı avı halen devam ediyor. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın yayınladığı bir bilançoya göre, Gezi Direnişi’nden bu yana siyasi nedenlerle 247 gazeteci işten atıldı ya da ayrılmak zorunda kaldı. Can Dündar ve Erdem Gül gibi başarılı gazetecilik örnekleri sergileyenler casuslukla suçlanıp tutuklandı. Kürdistan’da, Özgür Gündem, DİHA ve ANF muhabirleri yaptıkları haberler nedeniyle, ‘terör örgütü üyeliği’ suçlamasıyla gözaltına alındı. Türkiye’de beş yıldır yayın yapan IMC TV,  iktidarın talebiyle yayın platformundan atıldı.

İktidarın, muhalif medya organlarına yönelik saldırılarından, popüler Hürriyet gazetesi de payını aldı. Bir AKP milletvekilinin başını çektiği grup, gazete binasını basarak, cam çerçeve indirdi. Bilahare, bu gazetenin köşe yazarı Ahmet Hakan, evinin önünde dövüldü.Dahası, yandaş medya içinde, Erdoğan’a yüzde yüz biat etmeyen köşe yazarları da işlerinden oldu.

Erdoğan, her türlü eleştiriyi yasaklamak için, gazeteci, akademisyen, sendikacı ve aydınları, ‘cumhurbaşkanına hakaret’, ‘Paralelci’ (Gülen yanlısı), ‘Gezici’ ya da ‘Terörist’ olarak niteleyip haklarında dava açıyor. Türkiye’de yargının da bağımsız ve özgür olmadığını göz önünde bulundurursak,  binlerce yurttaş, sanık hatta suçlu konumuna düşüyor. Çünkü onlar Erdoğan’a biat etmeyi reddediyor, ülkede barış ve demokrasi talep ediyor.

Peki, Erdoğan medyaya karşı neden bu kadar baskıcı? Cumhurbaşkanı hakkında, Suriye’de Cihatçılara silah göndermekten, 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk skandalına, Kürt ilçelerinde toplu kıyım organize etmekten, solcuların, demokratların, Alevilerin, yüzlerce yurttaşın yaşam hakkını ve ifade özgürlüğünü çiğnemeye varan çok vahim ithamlar var. Bu suçlamalar bağımsız medya ve bilahare bağımsız yargı tarafından ele alınırsa, Erdoğan’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde ya da Türkiye’de Yüce Divan’da yargılanması gündeme gelebilir. Yani iktidarını kaybedebilir. İşte bu nedenle Erdoğan, medya dahil, ülkedeki tüm kurumları denetimi altına ve bununla da yetinmeyip, kendisini eleştiren Batı medyasına da yaptırım uygulamak istiyor.  

Medyaya baskıyla, bir süre belirli bir kesimi etkilemek mümkün. Ama ilelebet ve herkesi ikna etmek imkansız. Çünkü medyayla yaratılan sanal gerçek, ancak bir yere kadar hakikatle baş edebilir. Sonunda, siyasi, toplumsal gerçek su yüzüne çıkar ve kendisini dosta, düşmana kabul ettirir.


Merkezi Berlin'de bulunan Tageszeitung gazetesinin, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü dolayısıyla yayınlandığı Türkçe-Almanca özel ekten.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd