Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

AHMET ŞIK’I NEDEN TUTUKLADILAR?

Pembe gözlükler lazım  simsiyah gerçekleri gizlemek  için… ·        ‘ Gazeteci’ dediğin, Başkanın uçağında poz verip sırıtacak. Gazetesi pek satmasa da cebini dolduracak. Milli ve yerli olup dünyaya savaş açan adamın sözcüsü olacak. Beyaza siyah diyecek ki, iktidar seni övsün. Bunları yapmayınca... Meslekdaşımız Ahmet Şık’ın yazdığı haberler ve attığı tvitler nedeniyle gözaltına alınıp tutuklanması, sadece gazeteciler dünyasında değil, kamuoyunun önemli bir kesiminde, ki buna bazı AKP milletvekilleri de değil, infiale yol açtı. Sosyal ya da geleneksel medyada, Şık’ın tutuklanmasına tepki gösterenler, tutuklama kararı veren hakimin gerekçesine özel olarak karşı çıktı. Çünkü hakim, Şık’ın, yani bir tek gazetecinin çeşitli haberlerinde, PKK, DHKP-C ve FETÖ propagandası yaptığını iddia etti. Üstelik, hukuki hiçbir niteliği/geçerliği olmayan bir şekilde de, bu üç örgütün aslında farklı hatta çelişkili örgütler gibi görünmesine rağmen, ‘medyada yer alan değerlendirmelere’ de atıf
Aldırma Kadri aldırma... 16 Aralık 2016 Cuma Gazeteciler bu aralar ya adliyede ya cezaevi kapılarında ya da içerde. Dışarıda kalanlar ise bir avuç hakiki gazeteci. Onlar da yazmaya, çizmeye çalışıyor. Acaba beni de tutuklarlar mı? Dışarıda derken, başkaları da var. 1453’ten önce bile İstanbul’da yaşayan Yahudiler de yavaş yavaş memleketten ayrılıyor. Bizim çevrelerde de çoluğu çocuğu ve parası olanların büyük bir kısmı bu memleketten umudu kesiyor. Vize, yurtdışında en uygun ülke hangisi muhabbetleri var etrafta. Nefes alamaz olduk. Buralarda gazeteci diye dolaşanlar ise aslında yatacak yeri olmayanlar. Merak etme. Onlara da sıra gelecek. Bir kısmı, isim vermeyeyim sen tanırsın, şimdiden işten atıldı, bazılarını o meşum uçağa almıyorlar. Kimileri dönmeye çalışıyor. Ama yerleri dar. Almanya’da ev alanlar da varmış onlardan. “Tabula Rasa”dan sonra meslekle ilgili etraflı bir yüzleşme/ hesaplaşma lazım. Bilirsin, Fransa’da iki dönem hakkında (İkinci Dünya Savaş

MUHTEŞEM KAYBETTİ

So Long Leonard Donald Trump ABD’ye Başkan seçildikten birkaç gün, Bob Dylan’a Nobel Edebiyat Ödülü verildikten bir ay, Cizre-Şırnak-Sur yerle bir edildikten bir mevsim ve Galatasaray’ın Avrupa’ya çıkamadığı  sezondan  sonra,  Leonard Cohen, Marianne’ın yanına gitti. Bizim kuşaktan da bir heybeyi  yanında götürdü. Tam da bu aralar son CD’si ‘You Want İt Darker’ ı dinliyor, Brierre-Vassal’ın yazdığı ‘Leonard Cohen Kendi Ağzından’ kitabını okuyordum. CD  otantik, patetik ve trajik bir vasiyetname. Sesinin her tınısında,  dizelerin her sözcüğünde ‘masadan ayrılmanın’ hüznü var. Kitap ise Cohen hakkındaki en zengin çalışma. Son 30 yıl içinde bir kez Paris’te bir kez de Londra’da Cohen konseri izlemiştim. İki şarkı arasında çok konuşuyordu. Dylan, Istanbul Açık Hava konserinde hiç konuşmamıştı mesela… Cohen aslında konser şarkıcısı değil. Cohen, tek başına, odada, kulaklıkla dinlenen şarkıcılardan. Ya da en fazla bir sevdiğinle  sakin, uzanırken… Fransa ile, Yunanistan ile

MEDYASIZ TOPLUM MUHALEFETSİZ İKTİDAR

Ah şu gazeteciler olmasa… Ne güzel idare ederdim medyayı ve memleketi! ·         Kısa dönemde gözaltılar, tutuklamalar, kapatma ve yasaklarla medyaya yönelik operasyon büyük bir sorun yaratsa da, iktidar açısından, gizleme telaşının, çaresizliğin ve paniklemenin somut ifadesi olan bu tasfiyeler ve şiddet, orta ve uzun vadede Saraylılara geri döner! Önce matbuat sonra basın, bugün de medya dediğimiz alan/mekanizma/yapı, aslında çok eski değil. Batı’da Ortaçağ’ın sona ermesinden sonra, bizde ise ancak 19. yüzyılda gazetecilik/habercilik gündeme geldi.  Daha öncesinde Batı’da Krallık, bizde de Padişahlık, sadece siyaset ve ekonomi değil, ideoloji ve iletim/iletişim iktidarını da elinde bulunduruyordu. Saray, emir ya da fermanlarını bütün ülkeye sözlü ya da yazılı olarak iletebilecek/dağıtabilecek altyapıya ve kadroya sahipti. O zamanlar iktidar, hem bilgi tekeline sahipti, yani tüm bilgiler sarayda toplanıyordu, hem de istediği bilgi ve fikirleri yayma tekelini elinde tutuyordu.

Duran: İyi habercilik, 'spin doctor'luğun panzehri olur

İSTANBUL (DİHA)  - Abdulkadir Selvi'nin yazdığı yazılarda savaş çığırtkanlığı yapmasını ve HDP'lileri hedef göstermesini değerlendiren gazeteci Ragıp Duran, Selvi'yi spin doctor'a (gündemin değişmesini organize eden danışmanlar) benzeterek, "İyi habercilik, 'spin doctor'luğun panzehri olur" dedi.  Siyasi iktidarın basını en fazla hedef aldığı dönemlerden geçildiği bugünlerde medyanın içinde bulunduğu durumu ve Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi'nin yazdığı yazılarda savaş çığırtkanlığı ile HDP'lileri hedef göstermesini gazeteci-medya eleştirmeni Ragıp Duran, DİHA'ya değerlendirdi.  Gazetecilerin olup biteni topluma anlatma amacını yerine getirmesi için toplumu yönetenlerin, yurttaşların ve gazetecilerin özgür ve bağımsız olması gerektiğini belirten Duran, gazetecinin iktidarın, devletin, muktedirlerin istediği bilgi ve fikirleri değil, iktidarın gizlemeye çalıştığı, çarpıttığı bilgiler ile halkın talep ettiği bilgi ve fikirleri haberl
Akit ve benzerlerine  yaptırım şart ‘Gazetecilik Suç Değildir’, diyoruz biz.  Onlarsa bizi tekzip etmek için,  ihbarcılık yapıp, hedef gösteriyor.  Nefret suçu kıdemlisi Akit, suç işliyor. Ragıp DURAN Sadece medya dünyasında değil, siyasal, ekonomik, kültürel alanlarda da cezasızlık/yaptırımsızlık, kuralsızlığı cesaretlendirip neredeyse meşru hale getirdiği için hukuk sürekli olarak askıya alınabiliyor. ‘Biz çoğunluğu temsil ediyoruz, istediğimizi yaparız’ anlayışı, kural tanımazlık yani hukuka muhalefet anlamına geliyor. Somut olarak Akit gazetesinin konumuna bakalım: Bu yayın organı uzun bir süreden beri nefret söylemini standart söylem olarak zaten benimsemişti. nefretsoylemi.org sitesinde Akit’in bu konudaki sabıkasını kanıtlayan onlarca somut örnek var.  BİZ GAZETECİYİZ ONLAR DEĞİL  İktidar yanlısı, özgürlük ve demokrasi karşıtı, Kürt ve solcu düşmanı bu gazete, şeriat yanlısı yayınlarıyla da tepki çekiyor. Burada, liberal bir demokrasi çerçeves

Medyanın işlemediği bazı konular, mesela: Peki biz neden aldatılmadık?

Büyük Türk medyası aradan bir ay geçmesine rağmen 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin özüne ilişkin bir dizi temel bilgiyi hâlâ araştırıp bul(a)madı. Demokrasi şölenlerinin heyecanından olsa gerek, ortada hâlâ çok sayıda yanıtlanmamış soru var. Bir de, aldatıldık/kandırıldık meselesinde ters açı: Peki biz neden aldatılmadık biliyor musunuz? Başarısız darbe girişiminden bu yana neredeyse bir ay geçti. Mümtaz medyamız ve kuyumcu terazili adliyemiz, bu girişim konusunda temel ve esaslı birçok noktayı hâlâ aydınlat(a)madı. Egemen medya, tekbirli ve idam cezası talepli, dönerli ayranlı, bedava taşımalı, yoklamalı, dolayısıyla organize kitlesel etkinlikleri demokrasi şöleni diye sunarken, haksız ve temelsiz gözaltı, tutuklama ve işten el çektirmeleri görmezden geliyor, hatta bu hukuksuzluğu meşru göstermeye çalışıyor. Bir de itirafçılar geçidi başladı ki, hem hukukî olarak hem de vicdanî olarak sorunlu. Darbe başarısız oldu diyorlar, ama başarılı olsaydı acaba bugün yapılanlardan farklı olarak

Darbe girişiminde medya

* Gazetecilik / habercilik savaş ya da darbe girişimi ortamlarında normal zamanlara kıyasla daha da büyük önem ve değer kazanıyor. Ama gazeteciliğin / haberciliğin olmazsa olmaz birinci koşulu bağımsız ve özgür olmak! 15 Temmuz medyasını değerlendirme girişimi / denemesi… Egemen medyanın 15 Temmuz darbe girişimi konusunda başarılı bir sınav verdiği söyleniyor. Cumhurbaşkanı, başbakan, bilumum resmî zevat, konuşmalarında “darbeye karşı çıkan kahraman milletimize ve görevini yapan medyaya” onlarca kez teşekkür etti. Oysa ki, medyanın aslî görevi, iktidarın (üç gücün) olumsuzluklarını, açıklarını kamuoyu adına izleyip teşhir etmek. İktidarın söylemini yaygınlaştırıp meşrulaştırmaya çalışmak değil. Gazetecilik doğa olarak, yapı olarak, tanım olarak eleştirel bir meslek. Halkla ilişkiler, reklam ve ajitasyon-propagandadan en önemli farklarından biri de bu… Bir kere siyasî iktidarın medyayı övmesi, medya açısından pek hayırlı bir girişim değil. Medyayı övecekse, kendisine hizm