Ana içeriğe atla

Olmayan Basının Olmayan Özgürlüğü


 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü ama Türkiye bu dünyada değil sanki...
[Haber görseli]

Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Ajansı (UNESCO), BM Genel Kurulu’nun 1993 yılında aldığı bir karar uyarınca, her yıl 3 Mayıs gününü Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak anıyor/ kutluyor.
Günün önemi 
Maksat, hiç olmazsa bir günlüğüne dünyada basın özgürlüğünün durumunu anlatmak, tartışmak… Her yıl olduğu gibi bu yıl da 3 Mayıs günü, dünyada ve Türkiye’de medya meslek kuruluşları ve organları, 2014-15 döneminde basın özgürlüğünün başına gelenlerin bilançosunu çıkarıyor, raporlar yayımlıyor, toplantılar düzenliyor, böylelikle bilgilendirme, bilinçlendirme ve duyarlılık yaratma etkinlikleri düzenleniyor. 
Hangi ülkede kaç gazeteci öldürüldü? Kaç gazeteci hapse atıldı? Hangi Başkan Twitter ve Facebook’u yasakladı? Gazeteciler hangi memleketlerde yazdıkları, söyledikleri, gösterdikleri haber, yorum, fikir ve görüntü nedeniyle yargılandı ve mahkûm oldu?
‘Silgiler silerken silinirler de!’* 
UNESCO, 2015 yılında Basın Özgürlüğü için üç ana tema saptadı: 
2-3-4 Mayıs tarihlerinde Letonya’nın başkenti Riga’daki toplantıda bu konular ele alınıyor: 
• Teknolojik ve ticari etmenlerin baskısıyla sürekli olarak değişim altında bulunan gazeteciliğe yeni bir soluk vermek için ‘Kaliteli Gazeteciliği’ yani bağımsız ve doğru gazeteciliği gündeme getirmek. 
• Medya alanında toplumsal cinsiyet konusunda talep edilen eşitlik düzeyine gelinmediği için hem medyatik üretim ve söylemde hem de medya çalışanları düzeyinde bu konuyu tartışmak. 
• Dijital ortamın getirdiği zorluklar karşısında gazetecinin, haberin ve haber kaynaklarının güvenliğinin sağlanması.
Gazetecilerin sorunları 
Nüfus ve yüzölçümü açısından dünyanın çoğunluğunu oluşturan ülkelerde ise gazetecilerin can güvenliği, despot iktidarlara karşı mesleklerini özgürce yapabilmek, mahkemeye, hapse düşmemek gibi sorunlarla boğuşuyor gazeteciler ve meslek örgütleri.
Bu yıl ödül Derviş’e 
Her yıl 3 Mayıs günü verilen Dünya Basın Özgürlüğü Ödülü (UNESCO- Guillermo Cano) de bu yıl zaten Suriye’de hapisteki gazeteci Mohsin Derviş’e verildi. Bu ödül 2014 yılında Türkiye’den Ahmet Şık’a verilmişti.
Türkiye ve özgürlük 
Türkiye, medya meslek örgütlerinin raporlarında son yıllarda hep çok eleştiri alan, basın özgürlüğü sıralamasında hep gerileyen bir ülke. 2014’te mesela, RSF’nin listesinde AKP’nin Türkiye’si 180 ülke arasında 154. sırada idi. 2002’de ise 139 ülke arasında 100. sırada idi. Gerçi Türkiye’de hüküm süren ileri demokrasi dolayısıyla ileri basın özgürlüğü sayesinde “İyi ama biz bu listede mesela Kuzey Kore’den, Çin’den, İran’dan, Küba’dan hatta Azerbaycan’dan daha iyi konumdayız” diyenler çıkıyor… Ya da bu listeleri hazırlayanlar arasında “Paralelci”, “Darbeci” parmağı bulanlar, çok satan ama okunmayan gazetelerin manşetlerini atıyor. Basın özgürlüğü konusunda özetle üç önemli nokta: Bu mesele kısa vadeli bir sorun değil. Salt yasal ya da siyasal, toplumsal, kültürel bir sorun da değil. Bunların hepsini kapsayan bir süreç. Ciddi bir mücadele. Egemenler, yasaklarla, engellerle sürekli olarak basın özgürlüğü alanını daraltmaya çalışıyor, gazetecilerle yurttaşlar da aynı süreklilik içinde hep birlikte hep Edward Munch durumları! Onlar sus diyor, biz bağırıyoruz! 
Düşünce, ifade, basın özgürlüğü bazılarının sandığı gibi sürekli olarak iktidarı, başkanı, Tanrı’yı övme özgürlüğü kısacası hemfikir olduğumuz kişi, kurum ve fikirleri yüceltmek, onların reklamını yapmak değil. Tam tersine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir kararında (7 Aralık 1976, Handyside/UK) belirtildiği üzere “toplumun geniş bir kesiminde infial yaratsa bile”, hemfikir olmadığımız, hatta kesinkes karşı olduğumuz, “tehlikeli” ya da “zararlı bulduğumuz” tüm düşüncelerin özgürce dolaşabilmesi demek. (Şiddet ve ayrımcılık hariç). 
Bu özgürlük, esas olarak ve sadece gazeteciler için elzem değil. Gazeteciler zaten toplumun nispeten küçük bir parçası. Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü aslında toplum için, tek tek ve topluca tüm yurttaşlar için hayati bir hak ve özgürlük. Yaşam hakkından sonra gelen en önemli hak. Çünkü basın özgürlüğü, yani yurttaşın özgürce istediği tüm bilgi ve haberlere engel olmaksızın ulaşma hakkı ve istediği tüm görüşleri serbestçe toplumda yayma hakkı olmazsa, yurttaş kendi haklarından da haberdar olmaz.
Sırada nutuklar… 
Şimdi bizde dün, bugün, yarın, iktidar sahipleri, medyaya çıkıp “Basın Özgürlüğü” hakkında nutuklar atacak. Medya mülkiyetinden, yandaş medyadan, havuz medyasından, Alo Fatih hattından, öldürülen gazetecilerden, bir telefonla işinden olan meslektaşlardan, hapisteki arkadaşlarımızdan, davası süren muhabir ve yazarlardan, yazısı kesilen köşe yazarından, sendikasız muhabirden, ihale karşılığı medya patronu olanlardan söz etmeden... 
Basın özgürlüğünün var olabilmesi için önce muteber bir basının olması gerek sonra da özgürlük lazım... 

*Şair Ece Ayhan’ın sözü.  
3 Mayıs 2015 tarihli Cumhuriyet gazetesinden

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd