Ana içeriğe atla

17 ARALIK SONRASI MEDYA ETİĞİ VE HUKUK

Devletler, 11 Eylül saldırılarından bu yana 'ulusal güvenlik' gerekçesiyle kamuoyunu ilgilendiren birçok bilginin yayılımını suç olarak nitelendirecek adımlar atarken, medyanın rolü her zamanki gibi gerçeği göstermek olmalıdır.


Eskiden sansür ve yasaklar kolaydı. Artık ‘mahremiyet’ ya da ‘ulusal güvenlik’ gerekçeleri geçersiz. Ama hukuk olmayınca hırsızlar ‘hayırsever’, soyguncular ‘saf adam’ olabiliyor. Yalnız ve içine kapanan bir ülkede…Medya da bunu pek yazamıyor.

17 Aralık’tan bu yana süregelen tartışmalarda, medyada, Meclis’de hatta mahkeme kayıtlarında en sık geçen sözcük ve kavramları saymak gerekirse, ‘kamu yararı’, ‘özel hayatın mahremiyeti’ ve özellikle de son Suriye/Süleyman Şah Türbesiyle ilgili kayıtlar bağlamında ‘ulusal güvenlik’.

1999-2000 eğitim yılında Harvard Üniversitesinde, New York Times’ın üç kez Pulitzer ödülü kazanmış ünlü neo-liberal dış politika köşe yazarı Thomas Friedman’ın konuk konuşmacı olarak geldiği bir derste, çok ateşli bir küreselleşme ve özelleştirme militanlığına karşı, dersin hocası çok güzel, çok somut bir kamu çıkarı/özel çıkar çelişkisi örneği vermişti:
‘’Manhattan, ABD’nin belki de dünyanın en pahalı arsa alanlarına sahip bir bölge. Burada Belediyenin bir parkı var. Dev gökdelenlerin arasında en fazla bir futbol sahası kadar bir yer. Ağaçlı, banklı, çocuk parklı bir teneffüs alanı. Dadılar, genç anneler/babalar bebek arabalarıyla gelip çocuklarını gezdiriyor, başka çocuklar kum havuzunda, salıncaklarda oynuyor. Öğlen yemek tatilinde çevrede çalışanlar ellerinde sandviçleri, salataları ve içecekleriyle banklara kurulup yemeklerini yiyor. Bu park 24 saat açık, bekçisi, bahçıvanı var ve tabi ki bedava. İşte kamu yararının en somut tezahürü. Ne var ki Belediye, mali sıkıntıya girince bu alanı satmak zorunda kalıyor. Ve ünlü inşaatçı Trump bu arsayı satın alıyor. Dev bir gökdelen dikiyor. Her bir daire milyonlarca dolara satılıyor. Tabi ancak çok zenginler buradan daire alabiliyor. Böylelikle eskiden bu parktan yararlanan binlerce insan kamunun bir imkânından yararlanamaz oluyor. Bu değişim/dönüşüm kamu çıkarının ortadan tamamen kalkıp yerine özel çıkarın gelmesidir işte…’’.

Konumuzu ilgilendiren ikinci sözcük/kavram ‘Ulusal Güvenlik’. Bu kavramın yaygınlaşması aslında nispeten yeni. ABD’deki 11 Eylül 2001 saldırısından sonra sadece Anglo-Sakson değil neredeyse tüm devletlerin resmi terminolojisine ve devlet aygıtı mekanizmasına dahil oldu. Özgürlük/Güvenlik tartışmaları da zaten 11 Eylül’den sonra yoğunlaştı. ‘Ulusal Güvenlik’ten önce yaygın kavram, ‘Milli Savunma’ idi, ayrıca ‘Devlet Sırrı’ kavram ve uygulaması da hem eskiden hem de 11 Eylül’den bu yana farklı terim ve uygulamalarla da olsa yürütme cenahında çok revaçta. ‘Ulusal Güvenlik’in en yaygın tanımı şöyle:’’ Ulusal Güvenlik kavramı, bir ulusun yaşamına kastedebilecek olası riziko ve tehditleri savuşturma hedefine ulaşmak için gerçekleştirilen tüm edimler’’. Bu son derece geniş tanım da aslında 11 Eylül sonrasının korku ve sendromunu taşıyor. Kanun metni nihayet, ‘Kamu politikalarının tümü ulusal güvenlik amacına matuftur’ diyerek meselenin genişliğini saptıyor. Fransız kanun maddesi için bkz: http://www.legifrance.gouv.fr/affichCodeArticle.do?cidTexte=LEGITEXT000006071307&idArticle=LEGIARTI000020932648&dateTexte=20140418

Yasanın bu maddesinin ruhunu ve yazımını kabul etsek ve çok geniş bir yorum yelpazesi içinde ele alsak bile, bir baba ile oğul arasında geçen ve kaynağı bilinmeyen büyük miktarda bir paranın ‘sıfırlanması’ konusunun ulusal güvenliği hiç de ilgilendirmediği, olsa olsa ailevi güvenliğin konusu olabileceğini saptamak çok zor olmasa gerek. Konuşmanın baba ile oğul arasında geçmesi, özel hayatın mahremiyetini zedeler mi? Konuşmanın içeriği incelediğinde, aile içinde kalması gereken ya da aile mahremiyetini ihlal edebilecek tek bir sözcüğün bulunmadığını görüyoruz.  Konuşmayı yapan babanın en üst düzey kamu görevlisi olduğunu biliyoruz. Bahsi geçen çok büyük tutardaki paranın kaynağının belirsiz olması, bir başka konuşmada geçen para miktarının ise resmen rüşvet olduğu da bilinen bir gerçek. Bu telefon görüşmesi kimle kimin arasında geçerse geçsin, kara para aklama, haksız servet edinme gibi suç unsurlarını taşıyor. İyi bir savcı, hırsızlık suçlamasını bile iddianamesine yazabilir.

Keza, bir ülkenin en üst düzey güvenlik, askeri ve diplomasi yetkililerinin, komşu bir ülkeden kendi memleketlerine füze atmak ya da özel bir statüsü olan bir türbeye silahlı saldırı düzenlettirmesi de yasa maddesinde sayılan hiçbir kaleme girmediği gibi, dünyanın bütün devletlerinde ağır bir suç olarak mevzuatta yerini çoktan almıştır.

Gelelim şimdi de telefon kayıtlarından elde edilen bilgilerin yayınlanma meselesine. Konuya önce mesleki sonra da hukuki açıdan bakalım.

MEDYA ETİĞİ ve HUKUK

Bir bilginin yayınlanabilmesi için gazeteciler/editörler ilk başta iki temel kritere bakar: Bilginin doğruluğu ve bilginin kamu yararı taşıyıp taşımadığı. Bilahare, bilginin haber haline getirilmesi ve yayınlanabilmesi için gerekli diğer teknik koşullar da (Haberin tüm unsurlarının bulunması, tüm tarafların görüşlerinin alınması, herhangi bir kişinin temel hak ve özgürlüklerinin çiğnenmemesi, haberin nefret söylemi içermemesi, vs…) yerine getirilince haber yayınlanabilir. Hatta mutlaka yayınlanmalıdır. Çünkü bu bilgilere sahip bir medya organı, bilgiyi haber haline getirecek gerekli ve yeterli diğer koşulları da gerçekleştirmişse, yani haber hazırsa, bunu yayınlamamak, misinformation yani haber gizleme kategorisine girer. Bir gerçeği okurdan saklama faaliyeti… Bizdeki örnekte olduğu gibi, söz konusu haber, bir yasa ya da mahkeme kararı ile yasaklanırsa,  gazeteci ne yapmalıdır? Gazetecilik yasa ile mahkeme kararı ile değil gerçekle ilişki içinde yapılan bir meslek. Neyin haber olup olmayacağına yani bir bilginin haber değerine  (News Value) Parlamento ya da hâkimler değil gazete yönetimi, editörler yani gazeteciler verir. Zaten, bizim son örneğimizde, başta Cumhuriyet gazetesi ile diğer muhalif gazeteler ile onlarca İnternet haber sitesi mahkeme kararına rağmen Suriye konulu toplantının ses kayıtlarını yayınladı.

Hukuki açıdan elimizde bizim örneğimize çok benzeyen bir AİHM kararı var.
Slovakya hükümeti ile Radio Twist arasındaki ihtilafta, radyo, hükümetin üst düzey iki yetkilisi arasında geçen ve usulsüzlük olaylarını içeren bir telefon konuşmasını yayınladığı için Slovak mahkemesi tarafından suçlu bulunup mahkûm edilmişti. AİHM ise söz konusu konuşmanın yayınlanmasının kamu yararı içerdiğini oy birliği ile saptayıp, Slovak hükümetinin Sözleşmenin düşünce, ifade ve basın özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesini ihlal ettiğini belirterek Radio Twist’i haklı bulmuştu.
İngilizce karar metni için bkz: http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/pages/search.aspx?i=001-78603#{"itemid":["001-78603"]}
Fransızca özet için bkz:
https://wcd.coe.int/ViewDoc.jsp?id=1076883&Site=COE

Keza yakın dönemde Fransa’da da, Sarkozy dönemine ait  benzeri telefon konuşmaları yayınlandı.
Bkz http://www.mediapart.fr/search/apachesolr_search/ecoute%20telephonique

Rupert Murdoch’un mülkiyetindeki İngiliz News of The World gazetesinin olumsuz kahramanı olduğu telefon dinlemeleri ise, kişilere şantaj yapma amacını taşıdığı için ayrıca mahremiyeti ihlal ettiği için, yayınlanmadığı gibi çok sayıda gazeteci tutuklandı. İngiltere’nin en eski ve en çok satan hafta sonu gazetesi de bu skandaldan sonra patron tarafından kapatıldı.
Ayrıntı için bkz: http://www.poynter.org/latest-news/top-stories/139689/explainer-news-corp-phone-hacking-scandal/

Sonuç olarak, iletişim teknolojisinin bugün vardığı aşama, yurttaşlara özellikle sosyal medya sayesinde bilgiye ulaşma konusunda, eskiye oranla önemli bir avantaj sağlıyor. Bu durum, ulusal güvenlik ya da devlet sırrı adı altında, kendisi açısından olumsuz bilgileri saklamak zorunda kalan devletleri zor durumda bırakıyor.
Son dönemde Assange ve Snowden örnekleri yeteri kadar çarpıcı. Devlet yönetimleri tarafından hain ya da casus olarak suçlanan bu kişiler, düşünce, ifade ve basın özgürlüğü ile İnsan Hakları alanlarında önemli ödüllerle taltif edildiler.
Türkiye, Avrupa’nın, demokratik dünyanın bir parçası olacaksa, ‘Twitter’ın Mwitter’ın kökünü kazımaya’ niyetli, You Tube’u yasaklayan bir zihniyetle bu amacına ulaşamıyor.




(*) El Cezire Turk'ün İnternet sitesinde yayınlandı.
Bkz.http://www.aljazeera.com.tr/gorus/17-aralik-sonrasi-medya-etigi-ve-hukuk

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle