Ana içeriğe atla

Cafer zor durumda

Son 11 yılda, ülkeyi muhalefetsiz bir şekilde yönetebilmiş olan AKP’nin ve Erdoğan’ın prestiji, itibarı, görüntüsü çizilmemeliydi. Her taraf kuzguni karanlık da olsa etraf tozpembe gösterilmeliydi. AKP’nin eksikliklerini, yanlışlarını, aldatmacalarını teşhir eden gazeteciler bir bir işlerinden edildi. AKP’nin iktidara gelmesiyle, sansür edilecek konuların başlıkları değişti.

PoitikART Yeni Özgür Politika 
1 Eylül 2013 Pazar

AKP, 2002’de iktidara geldiğinden bu yana, 2013 Mayıs sonundan itibaren, yani Gezi Direnişi’nden sonra, en güç günlerini yaşıyor. Çünkü bu dönemde Gezi’nin yanı sıra içeride süreç, dışarıda Rojava bağlamında Suriye ve Mısır’daki darbe nedeniyle, Başbakan Erdoğan’ın tüm kimyası bozulmuş durumda. ‘Değerli Yalnızlık’ gibi yaldızlı ama saçma sapan bir pankartla gizlenmeye çalışılan diplomatik alandaki ‘Şahane Yenilgiler’ yetmiyormuş gibi, Gezi Direnişi de, bugün hala her yerde kendini bir şekilde gösterirken, Başbakan Erdoğan’ın sinir üretici leitmotifi haline geldi. Böyle bir ortamda, en dahi ideolojik personeli Yalçın Akdoğan olan bir yönetimin, Kürt sürecini doğru dürüst yönetmesi zaten beklenemezdi. Nitekim, süreç, Akil İnsanlar fiyaskosundan sonra büyük ölçüde akamete uğradı. Öcalan, PKK ve BDP, şimdiye kadar belki de aşırı olgunluk ve sabır göstermiş olmalarına rağmen, artık hükümetten somut adım atması için mühlet verecek duruma geldi.
Son 11 yılda, ülkeyi muhalefetsiz bir şekilde yönetebilmiş olan AKP, işte bu son dönemde belki de 11 yılın birikmiş sorunlarıyla başa çıkamaz hale gelince, işe öncelikle medyadan başladı. AKP’nin ve Erdoğan’ın prestiji, itibarı, görüntüsü çizilmemeliydi. Her taraf kuzguni karanlık da olsa etraf tozpembe gösterilmeliydi. AKP’nin eksikliklerini, yanlışlarını, aldatmacalarını teşhir eden gazeteciler bir bir işlerinden edildi. AKP seçmen nezdinde, seçim günü oy kullananların yaklaşık yüzde 50’sinin onayını almış olmasına rağmen, medyada neredeyse yüzde 90 oranında egemenlik kurmuş durumda. Bu avantajdan yararlanarak medyada muhalefeti büyük ölçüde susturdu, bertaraf etti hatta varlığını sildi. Zaten zayıf olan parlamenter muhalefet, Kemalizm ve eski dönem muktedirlerinin ideolojisinden mağdurdu. Hakiki, güçlü, halkçı ve solcu muhalefeti yürütebilecek bir tek Kürt hareketi vardı. O da süreç nedeniyle AKP’ye karşı nispeten pasif bir tutum takınıyordu.

AKP iktidarıyla sansürün konusu değişti

Gezi’ye kadar, ciddi bir gençlik muhalefetinden, toplumsal itirazdan söz etmek mümkün değildi. AKP, önce hakiki muhalifleri egemen medyadan kovdu, bu yetmedi sonra Sabah, Yeni Şafak, Milliyet gibi iktidar medyasında çalışan bazı meslekdaşları da işlerinden etti. Türk medyasında zaten ilk günden bu yana sansür ve otosansür vardı. AKP’nin iktidara gelmesiyle, sansür edilecek konuların başlıkları değişti. Eskiden mesela Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhine haber yapılamaz ve yayınlanamazdı, o şimdi serbest ama bugün de hükümet aleyhine haber ve yorum yapmak, gazeteciler ve yazarlar açısından oldukça pahalıya mal oluyor. Hükümetin, Kürt politikası, gerçek anlamda bir Barış Süreci olsa, KCK’liler içeri atılmaz ya da atılanlar serbest bırakılırdı. Keza, hükümet, Kürt gazeteci meslekdaşlarımıza karşı özel bir hassasiyet göstererek, onları da KCK Basın-Yayın Masası gibi acaip gerekçelerle hapise attı.
AKP’nin süreç konusunda samimi olmadığını, Kürtleri oyaladığını, Öcalan’la Kandil’i ya da BDP’yi çarpıştırmak istediğini yazmak, Erdoğan’ın işine gelmezdi. Tek Adam, her şeyi tek başına yapmak amacındaydı. Gezi’de İstanbullu delikanlıya, başkaldıran kıza karşı Toma’yla, akreple, gazla, copla savaş açan Erdoğan, herhalde Kürtle barışamazdı. Nitekim de barışmadı. Teröristbaşı lügatini yeniden devreye soktu. Tüm bu çelişkilerin medya aracılığı ile toplumun daha geniş kesimlerine yayılmasını engellemek için sansürden, otosansürden ve işten adam atmaktan medet umdu Erdoğan. Kendi başarısızlığını gizlemek için medya üzerinde tahakküm kurdu ancak bu da ortaya çıkınca, yeni bir başarısızlık kalemi daha eklendi karnesine. Türkiye cezaevleri gazetecilerle dolup taşarken, bu gerçek bütün dünyada yankı buldu/buluyor.
2002’den 2006’nın sonuna kadar global medyada ‘Boğaziçi’nin Yeni Prensi’, ‘Sessiz Devrimin Kahramanı’, ‘Türk Modelinin Yaratıcısı’ gibi övücü başlıklarla manşetlere çıkan Erdoğan artık ‘Sultan mı?’, ‘Demokrat mı?’, ‘Saçmaladı!’ gibi başlıklarla anılıyor. Erdoğan’ın, global medyanın eleştirilerini susturamaması, ülke içinde Türk medyasına daha fazla yüklenmesine de neden oldu sanki. BBC, Reuter’s ya da New York Times gibi kurumlar, Türkiye’de devlet ihalelerinden nemalanmadıkları gibi bu ‘gavur’ (Ve galiba da Siyonist!) medya şirketlerinin başında Erdoğan’ın damadı da bulunmuyor. Erdoğan, içeride ve dışarıda zayıflayıp tecride gittikçe, daha fazla saldırganlaşıp medyaya daha fazla yükleniyor. Köşeye sıkışan kedi misali ya da cami duvarına işeyen adam gibi…

Kürt medyasını kapatmak mümkün mü?

Türk devleti, başından beri Kürtlerin kendi bağımsız medyasını hiçbir zaman istemedi, her zaman engelledi. Aslında, 1925’den 2000’li yılların ortasına kadar Kürtlerin varlığını resmen inkar eden bir yönetim, doğal olarak Kürt medyasına da olumlu yaklaşmayacaktı. İnkar ve asimilasyon politikalarının geçersizleşmeye başladığı dönemde, bu kez de Kürt bilincini, bilgi ve vicdanını denetim altına almaya yönelik bir hamle olarak ayrıca da Kürtçe yayın talebi konusunda yenilmiş olan devlet, Kürtçe radyo ve televizyon yayınına başladı. Kürt siyasi hareketinin 1925’den, son olarak da 1984’den bu yana sürdürdüğü silahlı ve siyasi mücadele sonucunda, devlet, inkarcı politikalarından resmen vazgeçmiş gibi görünse de bugün Türk mevzuatında yani resmi hukuki metinlerinin hiç birinde halen ‘Kürt’ sözcüğü geçmemekte.
Türk diplomasisi, neredeyse 30 yıldır, zaafını da pespaye bir şekilde beyan ederek, Kürt medyasını susturmak için, büyük devletlere yalvararak, küçük devletleri de tehdit ederek olağanüstü bir çaba sarfetti. Sonunda başardı ama ne yazık ki, AKP devletinin aslında biraz da Kürt medyasına ihtiyaç duyduğu bir dönemde Kürt televizyonlarına ağır para cezaları geldi. Zamanlama hatası… Türk devleti, herhangi bir Kürt televizyonunu sustursa da bir başka Kürt televizyonunun bayrağı devralıp yayını sürdüreceğini bile bile bu tutkusundan vazgeçmedi. Türk devletinin düşünce, ifade, basın özgürlüğü konusundaki karnesinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde mahkum olduğu dava sonuçlarına bakınca ne kadar zayıf olduğunu herkes görüyor. Son dönemde, süreç aşamasında, Kürt medyasına yönelik, yasadışı ve gayrımeşru saldırıların bir başka anlamı olsa gerek. Erdoğan, iki taraflı bir ihtilafı, tek taraflı olarak, yani sadece kendi iradesi ile çözmek amacında. Buna da çözüm denirse tabi…

Bu nedenle de İmralı’ya gidecek heyetin hangi milletvekillerinden oluşacağından, Öcalan’ın açıklamalarının nasıl yorumlanması gerektiğine kadar her konuda sadece Erdoğan söz sahibi olmak istiyor. Oysa ki Kürt medyasının sadece varlığı bile, Erdoğan’ın bu hedefine ulaşmasını önlüyor. Erdoğan, besmelenin rakibi olarak gördüğü ve ‘Çağın belası’ olarak nitelendirdiği Twetter ve benzeri sosyal medya araç ve mecralarını ya da Kürt televizyonlarını yasaklayarak, kapatarak amacına ulaşacağını sanıyor. Oysa ortada bir mesaj varsa, suyun yolunu bulması gibi, bu mesaj da bugün artık şu veya bu şekilde ulaşacağı hedefe ulaşır, nitekim ulaşıyor da. Evet, Kürt medyası, Kürt sosyal medyası, sadece süreç konusunda değil aynı zamanda Rojava konusunda da egemen medyanın sansürlediği bilgi ve görüntüleri yayınladığı için Erdoğan’ın önünde bir engel.
Tekrar etmekte yarar var: Baskı, sansür, otosansür, haber gizleme ya da haber çarpıtma ancak belirli bir süre, o da ancak belirli bir kitle üzerinde etkili olabilir. Bu yöntemlerle gerçeği herkesten çok uzun süre saklayamazsınız. Bütün medya mülkiyeti sizin de olsa, siyasal ve toplumsal alanda bir olay meydana gelmişse, bu olayı gizlemek, sansür etmek ya da yayınlamamakla, o olayın gerçekleşmediğini iddia edemezsiniz. Eninde sonunda, belki biraz geç, belki ilk başta biraz tahrifatlı bir şekilde, insanlar bugün artık her gizli şeyi bile en fazla iki saat sonra öğrenebiliyor. Roboskî’yi ne kadar gizleyebildiniz ki? Penguenler, Gezi’nin önünü ne kadar kapatabildi? Kürt medyası da özellikle de Kürt sosyal medyası, mesleki, teknik olarak geliştikçe, profesyonelleştikçe, yaygınlaştıkça, sadece Kürtleri değil, Türkleri de Arapları, Farisileri de hatta Avrupalı meraklıları da daha iyi bilgilendirecek.

At bakalım, gazeteci kim bakalım!

Gezi Direnişi, evet maalesef birçok meslekdaşımızın işinden olmasına neden oldu. Bu aslında AKP ve Erdoğan’ın Gezi’den ne kadar çok korktuğunun bir işareti. Mesela iktidara yakın TV kanallarından birinde magazin programı yapan kıdemli bir meslekdaş bile ‘Gezi bağlantısı’ sebebiyle işten kovuluyor. Halbuki o meslekdaş öyle Gezi katılımcısı, eylemcisi filan değil. Sadece Gezi’ye destek veren sanatçıları programına ağırlamış, onlara her gazetecinin Gezi hakkında soracağı soruları sormuş.
AKP sadece diplomaside ‘Değerli Yalnızlık’a gitmiyor, medyada da muhteşem bir tecride gidiyor. Ilıcak, Koru, Barlas, Dağı gibi iktidar yanlısı yazarlar bile artık AKP’yi savunamayacak duruma düştüler. Gözü kapalı AKP propagandacıları ise meslekdaşlarının işten atıldığı bir dönemde, sanki hiçbir şey olmamış gibi, ıslık çalarak mezarlıktan geçmeye devam ediyor. (Bkz. O. Çalışlar). Bu kişilerin gazetecilik kalibresi ile insani açıdan tıynetleri üzerinde belki durmaya bile değmez.

Bilmeden Kürdistanca konuşan bir kurum?

Evet, Rojava’dan önce Türk egemen medyası Kürtlerin 1984’den itibaren sık kullandığı bir başka sözcüğü de galiba mecburen benimsedi ve kullanıyor: Süreç! Süreç, Kürtlerin ‘Durum’, ‘Dün-Bugün-Yarın’, ‘Gidişat’ anlamlarında sıkça kullandığı bir sözcük iken, Türk egemen medyası da bu sözcüğü 2012 Aralık sonunda başlayan ‘Müzakere’ için kullanmaya başladı. Rojava ise Türk egemen medyasının sözcüğün siyasi, ideolojik ve kültürel anlamını bilmeden kullandığı bir sözcük. Kürt dünyasında Suriye Kürdistan’ı ya ‘Küçük Güney’ ya da ‘Rojava’ olarak anılır. Her iki sözcük de  aslında Kürdistan’a gönderme yapar. Türk egemenleri ve  medyası, Kürdistan sözcüğünden hoşlanmaz hatta bu kavramdan nefret eder. Kürdistan sözcüğü, her ne kadar tüm Osmanlı dönemlerinde resmi kayıtlara geçmiş coğrafi/idari bir bölge adı olmasına, ayrıca Birinci Meclis’de Kürdistan milletvekilleri bile bulunmasına rağmen, Şeyh Said İsyanı’ndan sonra, T.C. tarafından Kürtlerin bağımsız devletinin adı olarak anılmış, bölücülük kapsamına alınmış, bu nedenle de yasaklanmıştı. Aynı sözcük, Kürtlerin yaşadığı diğer üç ülkede, İran, Irak ve Suriye’de resmen kabul edilmiş coğrafi/idari bir bölge adı.
Bugün Suriye Kürdistan’ı için Rojava sözcüğünü kullanan Türk egemen medyasının Diyarbakır-Kars-Hakkari bölgesi için de Bakur sözcüğünü kullanması söz konusu olabilir mi? Nasıl olsa Bakur sözcüğünde Kürdistan geçmiyor! Bu adlandırmalar önemli. Şimdi Türk egemen söylemi, Türkiye’nin Kürt bölgeleri için Doğu ve Güney Doğu diyor. Neden? Çünkü başkent Ankara’yı merkez alırsanız, Kürt bölgeleri gerçekten de Doğu ve Güneydoğu’ya düşer. Kimi, neyi merkez aldığınız önemli. Coğrafya da çok siyasi çok ideolojik bir alan değil mi? Kürtler ise mesela Türkiye Kürdistan’ına ‘Kuzey Batı’ derken, onlar da 1946’da kurulup çok kısa bir süre yaşayabilmiş olan Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin başkentini (Mahabad’ı) kerteriz alarak bir isimlendirme ve tercih yapıyor. 3-4 yüzyıldır yani Êhmedê Xanî’den beri, bu dört ülkenin Kürtlerinin şarkı ve şiirlerinde, düşlerinde bir büyük ideal var. Sansürlenmişti Xanî’nin dizelerinde.

Herkes biliyor/gemi su alıyor

Dönüyoruz yine başımızın belası Türk egemen medyasına. Bu medya evet değişiyor, giderek daha berbat, daha rezil hale geliyor. Meslekdaşlarımızın bir kısmı hapiste, bir kısmı işsiz. AKP, kentsel dönüşüm adı altında kentleri nasıl mahvediyorsa, medyatik dönüşümle de gazeteciliği, haberciliği ayaklar altına aldı. Bakın mesela hemen birkaç örnek vereyim: Bu son dönemde işten atılan… gözden düşürülmeye çalışılan, ismen saldırıya uğrayan Nuray Mert! Aynı dönemde yıldızı parlatılan, televizyon ve gazetelerde kendisine iş aranan ve bulunan kim? Nagehan Alçı! Bu iki ismi yan yana, aynı cümlede zikretmek bile ağır ve acı geliyor bana.
Aynı bağlamda… Hasan Cemal’i tukaka yapıyorsun, övdüğün yücelttiğin isim Rasim Ozan Kütahyalı! Ayıp oluyor yani! AKP’nin medyatik yıldızları çok çapsız… Yurttaş nezdinde de bir kıymeti kalmadı bu medyanın. Yurttaşlar medyayı bilgi almak, gelişmeleri öğrenmek için değil, kimin neyi nasıl düşündüğünü, kimin nasıl bir siyaset güttüğünü anlamak için izliyor. Herkes bal gibi biliyor, devlet bankası kredileriyle alınan Sabah ve Atv’nin Başbakanın damadı tarafından yönetildiğini… Milliyet’le Vatan’ın Demirören’e neden ve nasıl verilip, Futbol Federasyonunun nasıl yönetildiğini… Zaman’la Yeni Şafak’ı da ya da Yalçın Akdoğan’ı ne gözle okumak gerektiğini de herkes biliyor. Leonard Cohen’in ‘Herkes Biliyor’(Everybody knows) şarkısında şöyle dizeler vardır:
Herkes biliyor iyi çocuklar yenildi/ Herkes biliyor şike yapıldı/Herkes biliyor fakir, fakir kaldı, zengin daha zenginledi/ İşte böyle yürür işler ve herkes bilir/ Herkes biliyor gemi su alıyor/ Herkes biliyor kaptan yalan söyledi/ Herkeste buruk bir his/Sanki az önce babası ya da köpeği ölmüş…
Neyse ki Türkiyeli okur Cohen kadar karamsar değil. Sabah bayiden para verip gazete alacağına özellikle gençler artık esas olarak İnternet üzerinden, sosyal medyadan, yani çok daha geniş, çok daha zengin ve çok daha seçenekli haber ve bilgi kaynaklarından yararlanıyor. Sosyal medya, egemen medyanın bütün üçkağıtlarını, eksikliklerini, madrabazlıklarını anında, Tweetlerle, Facebook üzerinden, bloglarda, sitelerde açığa çıkartıyor. Sosyal medya, siyasi iktidarın denetlemek, egemen olmak istediği bir alan ama bu mümkün değil. Orada da AKP çapını/tiynetini Melih Gökçek ile göstermek istiyor ama sosyal medya kuşağının kalemleri, zehir gibi mizahla 3-5 kelimede muktedirleri yerin dibine gömüyor.
Kürt sosyal medyası da Kürt siyasi hareketi açısından, gençleşme, kentleşme, dağ ile kenti yakınlaştırma açısından önemli ve olumlu bir işlev görüyor. Dolayısıyla varsın, AKP, kendisine muhalefet eden yazarları gazetecileri ayrıca da yandaş medyada çalışan ama ‘bozuk ses’ çıkartmaya başlayan meslekdaşlarımızı gazetelerinden kovdursun… Birisinde bir bilgi, birisinde bir fikir varsa, bugünkü medya teknolojisi çağında, o bilgi, o fikir ne yapar eder kendisine uygun bir mecra bulur. Buluyor da nitekim. Değişim, egemen medyanın kağıt ve televizyon versiyonunun, çökmekte olan egemenlerin iktidarının sesi olması. Egemen medya artık  siyasi olarak sevimsiz çünkü yalaka, teknik ve mesleki olarak da ağır, hantal, siyah-beyaz hatta resmi hale geldi. Sosyal medya ise cıvıl cıvıl. Siyasi olarak çok sesli/çok renkli, müthiş aktif ve hızlı. Erdoğan’ın ‘Başbelası’…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle