Ana içeriğe atla

Devlete ve Milliyetçiliğe Karşı Vicdan ile Akıl


HASAN CEMAL, 1915:ERMENİ SOYKIRIMI

·        Hasan Cemal, Ermeni meselesi konusunda kişisel serüvenini yazar gibi. Ama o aslında bir kuşak Türk aydınının devletle, resmi tezle hesaplaşma mücadelesini anlatıyor. Hrant’ın arkadaşı, çok içten bir uslupla, sıradan ama iyi bir muhabir gibi…
Bizde ‘Ermeni’ ya da ‘Kürt’ meselesi olarak anılan sorun aslında baştan aşağıya bir ‘Türk sorunu’! Bir başka ifade ile ‘Türk devletinin yarattığı bir sorun’, artı bu sorunla T.C. vatandaşı Türklerin  ilişkisi. Yani ilişkisizliği, kasti ve resmi ilgisizliği ya da yapay, üretilmiş tahrif edilmiş tarihle boğuşması, hakikatle karşılaşmak/yüzleşmek istememesi…
 1915’de Osmanlı Ermenilerinin başına gelenler hakkında,  çok uzun süren sessizlik kalkanı bir süredir kalkmaya başladı. Sis bulutunu dağıtan en önemli aktör, hayatta iken yaptıklarıyla Hrant ve öldürülmesinden sonra da Hrant’ın siyasi mirasçılarının çalışmaları.
 ARTIK ESKİSİ GİBİ DEĞİL
Hrant’ın Istanbul’daki cenazesine yüzbinlerce insanın katılması bence bir milat. O gün Istanbul sokaklarında yürüyen insanlar, başta Ermeni diasporasını hayrete düşürecek bir şekilde, bütün Türklerin, Ermeni konusunda Türk resmi devleti gibi düşünmediğini/davranmadığını  gösterdi.
 Kuşkusuz kronolojik olarak 1915 sırasında ve  sonrasında  İttihat Terraki’ye muhalefet eden bir avuç aydın, hatta vali, kaymakam, mutasarrıfın varlığından yavaş yavaş haberdar oluyoruz. Ayşe Nur ve Ragıp Zarakolu’nun linç ve hapis cezalarını göze alarak yayınladıkları kitaplar da bize resmi gerçeği sorgulamamızı öğretti.  Taner Akçam’ın bu alandaki katkısı tayin edici olsa gerek.  Akçam, İsmail Beşikçi’nin Kürt meselesi hakkında yaptıklarını Ermeni konusunda gerçekleştirdi. Resmi yalanları bir bir yakaladı ve teşhir etti. Soykırım gerçeğini okurun gözünün içine soktu.
Daha yakın bir geçmişte Ahmet İnsel’in Fransa’da yaşayan Ermeni bir akademisyen meslekdaşı ile gerçekleştirdiği  unutma/hatırlama, inkar/kabul , Türk/Ermeni  ikilemlerinde dolaşan diyalogları ve bunların kitap halinde yayınlanması da bu süreçte önemli bir çalışma.
Aralarında A.İnsel, Cengiz Aktar, Ali Bayramoğlu ve Baskın Oran’ın da bulunduğu bir grup aydının ‘Özür Diliyorum’ kampanyası,  Türk toplumunun Ermeni meselesinde artık eskisi gibi ilgisiz, vurdumduymaz ve ezberletilmiş resmi tezi  tekrar etmediğini ilan etti.
Galiba üç yıldır 24 Nisan’ı ananların yaşadığı bir Türkiye’deyiz.  Soykırım sözcüğü de artık eskiden olduğu mecburi öneki ‘sözde’ olmadan da kullanılabiliyor.
Ermeni sözcüğü, yüzyıl önce ‘sadık millet’ anlamını taşıyordu. 1915’den sonra önce yok sayıldı, anlamsızlaştırıldı sonra da küfür haline getirildi. Öyle ki PKK ilk çıktığında onlara da ‘Ermeni dölü’ dedi milliyetçi resmi kutup. Böyle bir ortamda ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye slogan atmak, ‘1915 soykırımdır’ demek müthiş bir vicdan gücü, bilgi, akıl ve cesaret gerektirir. Çünkü bugün hala hem resmi kesimlerde hem de toplumun çok farklı katmanlarında  olağanüstü güçlü, üstü örtülü de olsa bir Ermeni düşmanlığı var: ‘’Benim en iyi arkadaşım bir Ermeni ama soykırım tamamen bir emperyalist yalanıdır!’’. ‘’Savaşta maalesef olur böyle şeyler, onlar da bizi kesmiş!’’. ‘’Batı’nın uydurması…Fransa, Cezayir’de ne yaptı?’’. ‘’Asala bitti PKK başladı…Dikkat et’’.
Toprağı bol olsun Hrant, bir keresinde çok net anlatmıştı: ‘’Bu 1915’i niye kurcalamaz bu devlet, bu millet  biliyor musun?  Çünkü kurcalarsan ve sorumluları filan ortaya çıkarmaya kalkışırsan, Türkiye’nin ekonomi politiği olduğu gibi değişir’’. Gerçekten de 1915 öncesi bir karış toprağı olmayanların 1915 sonrasında ağa filan olduklarını biliyoruz. Türk egemen sınıfının zenginlik kaynakları arasında en önemlisi, el konulan daha sonra da bir kısmı devletçe müsadere edilip belirli kişilere dağıtılan  Ermeni mal ve mülkü…
FİKRİ VE VİCDANİ MUHASEBE
 Hasan Cemal’in ‘1915: Ermeni Soykırımı’ kitabından sözetmek için bunca uzun bir girizgah gerekliydi. Hasan Cemal benim mesleki hayatımdaki ikinci Genel Yayın Yönetmenim. Gazetecilik mesleğine önem veren, bu alandaki gelişmeleri izleyen bir yönetici. Siyasi-ideolojik alan ve konularda her zaman her olayda hemfikir olmasak da, Hasan Cemal’in dürüstlüğü ve iyiniyeti, onu tanıyan, onu okuyan her insan için tartışılmaz bir veri…
Cemal Kürt meselesinde de aydın vicdanını temsil etmeye çalışıyor. Barış için çabalıyor gazeteci olarak, fikir adamı olarak.
Hatırlıyorum, Cumhuriyet’te iken yakın çalışma arkadaşlarını kitap yazmaları için teşvik ederdi: ‘’Oğlum her gün 5 sayfa yazsan 2 ayda bir kitap çıkar, bir ay da onu toplayıp düzenlersin işte sana kitap… Gazetede ilk  baskının reklamı da bedava!’’
Hasan Cemal’in fikri ve mesleki hayatı, Kürt ya da Ermeni meselesi olsun, AKP iktidarıyla ilişkiler olsun, dinamik, özeleştirinin hep var olduğu bir yaşam. Doğan Avcıoğlu’nun bilinen ‘sol’ görüşlerinden İlhan Selçuk’un yine bilinen meşum ideolojisi, sonra daha modern bir sol, ardından liberalizm, AKP yanlılığı ve nihayet şimdilerde daha olgun, daha güncel, barışçı, bağımsız demokrat ve özgürlükçü bir perspektif…
Hasan Cemal’in Ermeni meselesi hakkında yazı ya da kitap yazmasının ayrı bir özelliği  vurgulanıyor: Cemal Paşa’nın torunu olunca her sözcük, her cümle kimileri tarafından farklı yorumlanabilir. Bence bu ailevi ilişkiler, yazarı belki psikolojik olarak etkilese de tayin edici değil. Hasan Cemal, Cemal Paşa’nın torunu olmasa da bu kitapla bir Türk aydınının tayin edici siyasi bir konudaki entelektüel ve vicdani muhasebesini kaleme aldığı için çok önemli bir işlevi yerine getiriyor: Bugüne kadar Ermeni meselesinde devlet bize ne dedi ve ne yaptı? Biz nasıl karşılık verdik? Ermeni meselesinin devletin söylediği gibi olmadığı ortaya çıkınca ne oldu? Bu trajik değişime nasıl yanıt verdik?
Bu süreçte, Ermenilere, benim gibi düşünmeyen hatta bana açıkça saldıran Türklere karşı ne yapacaktım?
Cemal işte tüm bu sorulara ve Ermeni meselesine değen diğer sorulara kendi yanıtlarını veriyor.
Hatırlıyorum, Hrant’ın öldürülmesi kuşkusuz hepimizi, özellikle Hrant’ı tanıyan/tanımış herkesi şoke etmişti. Hasan Cemal şöyle böyle değil çok esaslı bir şekilde çarpılmıştı. Bunalıma girmişti.  Bu kitap Cemal’in Hrant’a postmortem bir selamı, bir saygı duruşu. Üstelik de tam da Hrant’ın istediği, hedeflediği bir şekilde, bir Türk aydınının Ermeni meselesini nasıl kavraması, nasıl içselleştirmesi gerektiğini satır satır açıklayarak. Hasan Cemal tabi ki sadece kendi adına yazıyor ama bu kitapta  bence bir kuşağın (Galiba 68) özeleştirisi var. Solcuyken  ya da Kürt mücadelesine saygı duyarken, Kürt mücadelesini desteklerken, Ermeni meselesini ne kadar biliyor, kavrıyor ve duyuyordu Türkler, Türk aydınları? Hüzünlü bir çelişkidir: 70’li yıllarda Ankara’da Vietnam’la Dayanışma Mitinginin akşamında evde devrimcilerden biri ilk kez Ermeni Soykırımı deyimini duymuştu. ‘Yok canım ne soykırımı…Misyoner papazların uydurması’.
Ahmet İnsel’in kitabında  vardı, Hasan Cemal’inkinde de var:  50’li, 60’lı, hatta 70’li 80’li yıllarda Ermeni meselesini nasıl kavrıyorduk? Asala konusunda mesela çoğumuz ilk başlarda (Belki bugün hala) aynen devlet gibi düşünmüyor muyduk?
‘Asala terörünün haritası’ gibi çok fiyakalı bir yazı  (Cemal de bahsediyor kitabında)  yazmış birini çok yakından tanıyorum.
 HANGİ TARAFTASIN HANGİ KONUDA?
 Cemal, Mülkiye mektebinden bugüne Ermeni konusundaki kavrayış ve algılamasının nasıl geliştiğini, değiştiğini, evrildiğini anlatıyor. Teorik, akademik gerekçelere zaman zaman değinse, alıntılar yapsa da, Cemal’in kitabı bir anı, bir günlük samimiyetinde yazılmış. Sonlara doğru New York kahve muhabbetleri biraz fazla uzadığı için ben editör olsam kısaltırdım ama neyse…Başta Los Angeles’deki Ermeni toplantısı sonra Istanbul’daki yargılama sahneleri, iyi bir muhabirin kaleminden çıkmış kareler.
Bunca değerli bir kitap gerekli ve yeterli ilgiyi gördü mü? Mesela bizim Çanakkale’de, adı lazım değil bir takım yazarların kitapları hemen beşer beşer vitrinlere çıkarılırken Cemal’in kitabı sipariş bile edilmemişti.  Çünkü  ‘1915:Ermeni Soykırımı’ öyle ayaklarını uzatıp,  fındık fıstık yerken okunacak türden bir kitap değil. Anlayanı, anlamak isteyeni, rahatsız edici bir kitap. Belki de insanı karamsarlığa, utanmaya sürükleyecek bir kitap. Kitabın daha başlığı ve kapak fotografı da her türlü resmi kalıba karşı.
İnternet’de şöyle bir baktım. Kitap çıkalı neredeyse 2 ay olmuş, bırakın ayrıntılı bir eleştiri/değerlendirme yazısını doğru dürüst bir tanıtım yazısı bile göremedim. Ama mesela ASİMED’in bildirisi var. ASİMED’i bilmiyor musunuz?  Hayır medikal bir kuruluş değil. Asimetriyle de bir ilişkisi yok. ASİMED, ‘Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Derneği’ demekmiş!
Peki TADF’yi tanıyanınız var mı?  Bu kuruluşun bildirisinden bir paragraf:  ''Hasan Cemal "1915" Ermeni Soykırımı" adlı yeni bir kitap çıkardı. Kitabın adından ne yazdığı belli: 1915 Ermeni Tehciri, kıyım değil, soykırımdır. Amerika'daki Ermeni basini bu kitabi ove ove biteremiyor. TADF olarak Hasan Cemal adli sozde yazara hem protesto yazisi hemde tarih dersi vermek icin harekete gecmistir. TURK MILLETININ ONURLU TARIHINE laf edenlerin vatan ve bayrak sevgisinden yoksun,vatana ihanet ettigi aciktir.''
TADF, Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun kısaltılmış hali. Hasan Cemal’e ‘sözde yazar’ demeleri size bir şey hatırlattı mı? Genelkurmay Başkanlığının bir bildirisinde Kürtlerden ‘Sözde Vatandaş’ diye bahsediliyordu!
Hasan Cemal’in kitabının değerini kavramış ve yazmış birkaç kalem, Yasemin Çongar, Cüneyt Özdemir, Ahmet Hakan, Sanem Altan, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Karin Karakaşlı, Rober Koptaş…Agos, yerli ve yurtdışındaki Ermeni İnternet sitelerinde de kitaba hakkını verenler var.  Yavuz Baydar da iyi bir yazı yazmış, Nazlı Ilıcak, belli ki okumamış, üç satırla geçiştirmiş.  Göremediklerim ya da atladıklarım  varsa bağışlasınlar.
Hasan Cemal’e karşı,  ASİMED ve TADF’ın cephesinde yer alanlar Serdar Turgut, Murat Bardakçı, Soner Yalçın, Oray Eğin . Bu isimlere hiçbir itirazım yok, çünkü bulundukları siyasi-ideolojik konuma uygun tutum takınmışlar.  Bu saflarda Işıl Özgentürk’ün adına rastlamak beni hem şaşırttı hem de üzdü.  Birileri, Hasan Cemal ve kitapla ilgili bir video hazırlayıp You Tube’a koymuşlar. Düşmanlığın, hıncın böylesi az görülür. Tartışma kültürü ve ötekine saygının neresindeyiz Allahaşkına?
Hasan Cemal bana kalırsa şu mesajı veriyor Türklere: ‘’Birey ol, bağımsız ol, devlete değil kendine güven, ötekini öğren ötekine saygı göster, vurma kırma, geçmişini gözden geçir, takıldığın yerlerde haklıyla haksızı ayıracak kriterlerin arasında milliyetçilik olmasın, vicdan olsun, barış olsun…’’.
 Erivan’a kadar gitmeye gerek yok. Soykırımı anlamak ve hissetmek önemli. Yüzleşince kendi geçmişimizle, evet gerekirse tazminat da ödenince mağdurlara, hatta torunların torunları  eski arazi ve evlerine geri dönünce  belki de anıt dikmeye filan da gerek kalmayabilir.
Yeni bir kent kurarız o zaman Diyarbakır’la Malatya’nın  oralara bir yerlere:Hrantgert!
(+) express dergisinin ekim-kasım-aralık 2012 tarihli 131. sayısından.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd