Ana içeriğe atla

ALTI FARKLI ECE AYHAN GEÇTİ YALI HAN’DAN


 Çanakkale’de bir arayan gelen sıkı Ece Ayhan okurları bu yıl ‘Şiir ve Sinema’ temasını tartıştı. Zengin çağrışımlı görselliğin hem teorik hem pratik olarak değerlendirildiği  sunumlarda Ece Ayhan’a ait anılar da gündeme geldi.

Geçen Cumartesi, 1 Aralık günü, Çanakkale’de gök gürültüsü, şimşekler ve müthiş bir yağmur vardı. Bu menfi hava durumuna rağmen saat 13.00’e geldiğimizde Yalı Han’ın üst katındaki küçük salonda 60-70 kişi bir araya gelmişti. Ece Ayhan Sivil Girişimi (EASG) şairi yitirdiğimiz 2002 yılından bu yana, yani on yıldır çeşitli etkinlikler düzenliyor. Bu yıl da ‘Ece Ayhan: Şiir ve Sinema Buluşması’ vardı.
Salona bakınca, genç-yaşlı, kadın-erkek karışık bir kitle görünüyordu. Az da olsa öğrenciler gelmişti, Ece’nin Çanakkale’deki eşi-dostu oradaydı, Istanbul’dan gelen Ece Ayhan okurları heyecanlıydı, sonuç olarak birbirini kolayca anlayabilecek bir insan topluluğu…Hepsi Ece’nin dilini bilen insanlar…
Ben iki oturum boyunca moderatörlük yaptığım için gerek konuşmacıları gerekse salonu  sürekli ve düzenli olarak izleyebildim. Bir kere konuşmacıların hepsi çok iyi hazırlanmıştı. Hepsinin önünde ya yazılı tam metin ya da notlar vardı. 20-25 dakika gibi nispeten kısa bir süre içinde kendi açılarından Ece Ayhan ve Sinema’yı anlatmak/aktarmak  kolay değil. Hepsi bunu başarıyla gerçekleştirdi üstelik hiç biri süresini de aşmadı. Salondaki izleyiciler de, alanın ve hacmin küçük olması, dolayısıyla  bir süre sonra havasızlığın fark edildiği salonda yerlerinden kıpırdamadı. Her biri en az 2 saat süren iki oturum boyunca kimse toplantıdan ayrılmadığı gibi yeni katılımlarla izleyici sayısı giderek arttı.
Çanakkale Belediyesi, Istanbul’dan gelen altı konuk konuşmacıyı kentin en iyi otel ve lokantalarında ağırlarken, etkinliğin ana sponsoru olarak üzerine düşeni bir kez daha çok iyi bir şekilde yerine getirdi. Bu arada yine Belediyenin uzun vadeli katkılarından biri olan Ece Ayhan Kültür Evi olarak hizmet verecek binanın  restorasyonu için önemli gelişmeler kaydedildiğini öğrendik.
Konuklar Cumartesi sabahı otelden ayrılıp Barlar Sokağının girişindeki ‘Şair Ece Ayhan Sokağı’nda toplu resim çektirdiler sonra da Yalı Han’a geldiler.
İlk konuşmacı, en kıdemli Ece Ayjhan okuru, belgesel sinemacı/yazar Enis Rıza, 60’lı yılların Istanbul entelektüel ve kültürel hayatından canlı kareler sunarken, ‘Biz o zamanlar Atila İlhan’a özenirdik’ dedi. Kendilerinden biraz daha yaşlı ama tanımadıkları bir adamın, Sinematek etkinlikleri sırasında bu genç topluluğa yaklaşıp ‘Kendiniz olun! Kendiniz olun!’ şeklindeki uayrı ve tavsiyesinin Enis Rıza’yı çok etkilediğini anlattı. Genç Sinema dergisi çevresindeki çalışmaları anlatan Enis Rıza, Ece Ayhan’ın yerli ve yabancı filmleri nasıl izleyip nasıl tahlil ettiğini tek tek örneklerle anlattı.  Böylece, 60’lı yılların sonunda Istanbul’da sıkı bir sinema izleyicisi Ece Ayhan’ı yakinen tanımış olduk.
İkinci konuşmacı sinemacı Kubilay Ünsal’dı. Ece ile vakti zamanında yakın temasta bulunduğu günleri, o dönemde yaptıkları sohbetleri anlattı. Ayhan-Ünsal muhabbetleri hep sinema üzerineydi. Kameramanlıktan yönetmenliğe Ünsal, Ece Ayhan’a beyaz perdenin arkasını arka planını anlatmış tek kanallı TV döneminde. Böylece, sıkı sinema izleyicisi Ece Ayhan’ın 70 ve 80’lerde sinemanın yanı sıra TV hakkındaki meraklarını da öğrenmiş olduk.
İlk oturumun son konuşmacısı mizah yazarı/karikatürist Metin Üstündağ, Ece hakkında çekmesi sözkonusu olan filmi anlattı. Ece’yi 1996’da tanıdığını söyleyen Metin, 2002’ye kadar yani ölümüne kadar Ece ile şiir, edebiyat, entelektüellikler ve her şey üzerine güzel/gırgır sohbetlerini anlattı. Özel olarak da Ece’nin son günlerini anlatan Metin, önce bacağının kesilme tehlikesi sonra da olası ölüm karşısındaki Ece Ayhan portrelerini mizahi bir şekilde anlattı. Salon kırıldı. Böylece sağlık/yaşam/ölüm üçgenindeki Ece Ayhan’ı yakın tanıklarından birinin ağzından dinlemiş olduk.
İkinci oturumun ilk konuşmacısı en genç Ece okuru Fırat Demir’di. O da kendi Ece Ayhan’ını anlattı.  Haliyle genç, underground ve cinsel kimliği öne çıkan bir Ece Ayhan. Bu portre konusunda önce Metin sonra toplantı dışında başka Ece okurları da farklı değerlendirmeler yaptılar ama radikal, genç, hızlı, başkalarını iplemeyen biraz da başıbozuk bir konuşmaydı Fırat’ınki. Böylece, okurlar başka bir Ece Ayhan’ı dinlemiş oldular. Ki o da hepimizin Ece Ayhan’ından hem farklıydı hem de ona benziyordu.
Ahmet Güngören, Ece-Sinema ilişkisine doğrudan değinmek yerine, Ece’nin de şiirlerinde hem yaratıp hem de kullandığı mit/mitos/mitologya kavramları üzerine antropolojik bir girizgah yaptı. Freud’ün özelliklerini de anan Güngören sayesinde, sosyal bilimlerin ne kadar sübjektif temellere dayandığını da bir kez daha anlamış olduk. Güngören’in sunumunda, Ece’nin Bizans-Osmanlı-TC tarihsel dönemlerinden sözettiği şiirlerde hangi imgeyi hangi mitosla buluşturup dizeye döktüğünü de anlamış olduk. Kısacası Ece Ayhan mitologyasını anlattı Güngören bize.
Son konuşmacı Orhan Alkaya, yine hem Ece’nin şahsi bir dostu hem de Ece şiirini en iyi bilen bir sanatçı. Orhan, konuşmasında, Ece’yi diğer yazar/düşünürlerden farklı kılan edebi ve siyasi-ideolojik ayrım noktaları üzerinde dururken, onun özgünlüğünün kaynakları üzerinde durdu. Orhan, konuşmasının finalinde bir de Ece Ayhan şiiri (Yalınayak Şiirdir)  okudu.
Buluşma hakkında ayrıntılı bir haber Bianet.org’da yayınlandı (http://bianet.org/bianet/sanat/142547-karasin-sair-ece-ayhani-anlattilar).
İki not daha: EASG’nin güzel sanatlar çalışanı Cenk, bu yıl konuk konuşmacılar için ayakları kamera  tripoduna benzer bir kadın heykelciği tasarladı. ‘Atelyedeki artıklardan yaptım. Bu yıl kürtaj sorunu ve kadın cinayetleri nedeniyle kadını ön plana çıkartmak istedim’  dedi.
Sonuç olarak, ana aks olarak muhalefet, karaşınlık, koyu esmer estetik ve mor-kara bir etik olduktan sonra çok farklı Ece Ayhan okumaları mümkün. Çünkü Ayhan hem derin bir yazar hem de ilgi ve yazı alanı geniş bir etikçi.
Konuşmacılar Pazar günü sabah Çanakkale’de Uluslararası Çocuk Bienalini  gezdikten  sonra Istanbul’a dönüş yolunda, Yalova köyünde Ece Ayhan’ın mezarını da ziyaret etti.
2013 yılında EASG yine Çanakkale’de Ece Ayhan için bir etkinlik yapacak. Belki ‘Şiir ve Müzik’ belki ‘Ece Ayhan ve Çanakkaleli dostları’, belki de başka bir tema...

Soldan sağa Enis Rıza, Kaptan Naci Özkan, Orhan Alkaya ve Kubilay Ünsal, Ece Ovasında Yalova köyünde Ece Ayhan’ın mezarı başında. 
2 Aralık 2012.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle