Ana içeriğe atla

Tabu olan yerde özgürlük eksiktir



Hukukun, iktidarın önemli bir ideolojik aracı olarak işlev gördüğü ülkelerde, fotoğrafın yargısal kaderi, fotoğraftaki kişinin iktidarla ilişkisi temelinde kurulur. Yoksul ve mülksüzlerin sefil perişan hallerini her gün medyada görebilirsiniz ama zengin ve muktedirler, özel hayatlarını korumasını, devletle birlikte, iyi bilir.
Bu fotoğraflar Türkiye’de çekilse gazeteler yayımlar mıydı?

Türkiye’de de, Kraliyet ailesi olmamasına rağmen, geçmişte üst düzey devlet yöneticilerinin ya da medyatik ünlülerin, kamu alanı sayılamayacak özel alanlarda, kendilerinden habersizce, gizli bir şekilde fotoğrafları çekildi, bazıları yayımlandı, bazıları yayımlanmadı. Fotoğraf, görsel bir haber unsuru olarak, kamu yararı içeriyorsa, herhangi bir kişi ya da grubun herhangi bir hakkını ihlal etmiyorsa yayımlanabilir. Son yıllarda Batı’da gelişen ‘İmaj Hakkı’ ilkeleri çerçevesinde, kamu alanında bile olsa, bir kişinin fotoğrafının yayımlanabilmesi için sözkonusu kişinin özel/yazılı izninin alınması gerekir. Çünkü fotoğrafta görülen beden, o kişinin özel bedenidir ve bu beden üzerindeki tüm haklar münhasıran kendisinindir.
ZENGİNLERE ÖZEL MUAMELE

 Türk mahkemelerinden nasıl bir karar çıkardı?


Çeşitli ülkelerin yargısal  tarih, anlayış ve kültürleri farklı olduğu için, AB’nin 100 bin sayfayı bulan muktesabatını da hesaba katsak bile, farklı ülkelerin mahkemeleri, benzeri hatta aynı konularda farklı hükümler verebiliyor. Hukukun da, iktidarın önemli bir ideolojik aracı olarak işlev gördüğü ülkelerde, fotoğrafın yargısal kaderi, fotoğraftaki kişinin iktidarla ilişkisi temelinde kurulacaktır. Yoksul ve mülksüzlerin sefil, perişan hallerini her gün medyada görebilirsiniz ama zengin ve muktedirler, özel hayatlarını korumasını, devletle birlikte, iyi bilir.
 Fransa’da çekilmiş olmasına karşın Türkiye’de hemen hemen tüm gazeteler bu fotoğrafları kullandı. Bu durum basın etiği açısından bir sakınca yaratır mı?

 Bir ülkede yayını yasaklanan bir fotoğrafın bir başka ülkede yayımlanması, kaçınılmaz olarak daha çok hukuki bir sorun. Söz konusu örnekte, mahremiyetini korumak isteyen Kraliyet ailesi üyesinin avukatı, Türkiye’de de bu fotoğrafı yayımlayan medya organlarına dava açabilir. Sonucu, teknik hukuki gerekçelerden çok, Ankara ile  Londra arasındaki ilişkilerin içtenlik derecesi belirleyecektir  herhalde.
 Kate’in yerinde sıradan biri olsa fark eder miydi?

Teorik olarak fark etmemesi gerekir. Ha Kate ha Ayşe... Ama Kate,  soylu bir aileye mensup olup, dolaylı da olsa ünlü bir iktidar şahsiyeti olduğu için, bugünkü egemen medya anlayışının magazin yaklaşımında, Kate’in haber değeri daha yüksek...
CHARLIE ANARŞİST ATEİST
 
 Fransa’da Charlie Hebdo dergisinin yayımladığı karikatürleri nasıl yorumluyorsunuz?

Charlie Hebdo basın özgürlüğü anlayışında, anarşist ve ateist ideolojiyi de benimsemiş olduğu için, Allah, Tanrı, Peygamberler ve bütün dinlerle dalga geçmek mübah olarak kabul ediliyor. Bugün bütün dünyada herkesin (Medya, devletler, okurlar)  üzerinde kesinlikle hemfikir olduğu bir  düşünce, ifade, basın özgürlüğü kavramı/tanımı yok. Charlie Hebdo, benim çok eskiden beri izlediğim bir yayım organı. Canard Enchaine hatta Liberation da, benzeri bir basın özgürlüğü anlayışını savunmakla beraber, her zaman, her konumda aynı tür malzemeyi kullanmıyor. Bu tür yayım organları, sadece İslamiyet değil, Hıristiyanlık, İsa, Musa, Musevilik, Budizm’le de müthiş dalga geçerler. 1789 ve 1968’in ülkesinde böyle bir anlayış mevcut.
İDEOLOJİK OLGUNLUK GEREKİYOR

 Dini konularda da özel hayat gibi sınırlar var mıdır? Bu karikatürler dava edilirse sizce nasıl sonuçlanır?


Charlie Hebdo, daha önce Danimarkalı karikatüristlerin çizdiği Muhammed ve İslamiyet konusundaki karikatürleri yayımladığında, Fransa’da bir Müslüman örgüt tarafından mahkemeye verilmişti. Sözkonusu Fransız  mahkemesi  Charlie Hebdo’nun bu karikatürleri yayımlamasını basın özgürlüğü/hiciv/eleştiri kapsamında değerlendirdi ve  dergi mahkum olmadı.
Tayin edici olan şu: Bir haber, bir fotograf, bir karikatür şiddet övgüsü ve ayrımcılık yapmadığı sürece, ‘geniş bir kesimin tepkisini çekecek olsa bile’ özgürce yayımlanmalı. Devlet, din, iktidar, Ahmet, Mehmet, Kate ya da Ayşe hiçbir kurum ya da kişinin bu çerçevede, eleştiri ve/veya hicivden muaf tutulması gerekir.  Tabu olan yerde özgürlük tam değildir. Sonuç olarak, teori farklı ilkeler/yaklaşımlar önerse de, uygulamada, din olsun, özel hayat olsun bir dizi kural, güç dengeleri çerçevesinde yorumlanıyor.
Yaratıcılık, yasa ya da mahkeme kararıyla sınırlanabilecek bir alan değil. En keskin eleştiriye hatta hakaretlere karşı sakin, ağırbaşlı, şiddet içermeyen tepki verebilmek de kültürel, siyasi, ideolojik olgunluk gerektiriyor.
 (*) Milliyet'ten Burcu Ünal'ın sorularına yanıtları içeren  bu söyleşi,  söz konusu gazetenin  20 Eylül 2012 Perşembe tarihli sayısında yayınlandı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle