Ana içeriğe atla

40 YIL SONRA AİX-MARSEİLLE (1)


Önce Öğrenci, Sonra Profesör, Şimdi Turist 


Yurtdışında okuyan çok insan vardır.  Türkiye’deki giriş sınavlarında başarılı olamayıp, baba parasıyla yurtdışına üniversite tahsili yapmaya gidenler…  Devletin ya da özel sektörün burslarıyla Avrupa’ya ABD’ye okumaya gidenler…    Vakti  zamanında Türkiye’de bulunmayan bazı yüksek öğrenim uzmanlık alanları nedeniyle yurtdışında okuyanlar...  ‘Almanya’da amcası’ olduğu için Hamburg’da okuyanlar…
Çevrenize bakın ya da kimi kitapları karıştırın, ‘Kim kimdir?’  cinsi ansiklopedilerin sayfalarını karıştırın çok sayıda insanın Osmanlı'dan


bu yana yurtdışında okuduğunu göreceksiniz. Türkiye’de liseyi bitirip üniversite okumaya yabancı bir kente gidenlerin ayrıntılı istatistikleri var mıdır bilmem ama bazı kentler çoğunlukla tercih edilen yabancı üniversite kentleri… Mesela Londra ya da Paris, tabi ki Berlin ama aynı zamanda Lozan, belki de Milano. Madrid’e gidenler de az değil.
Osmanlı’nın Fransa’ya atadığı ilk resmi ve yerleşik sefir 28 Çelebizade Mehmet Efendi’den de önce Paris,  Osmanlıdan gelen öğrencilerin özel olarak tercih ettiği bir üniversite kenti. Kuşkusuz Fransızca’nın 2. Dünya savaşına kadar ‘Lingua Franca’ (Dünya Dili) olması, Osmanlı-Fransız ve bilahare Fransa-T.C ilişkilerinin genel olarak özellikle  kültürel alanda olumlu olması önemli etkenler. 
 Paris büyük, kalabalık ve pahalı  bir kent. Bu nedenle Tours (Fransızca eğitimi için) , Lyon, Montpellier, Grenoble, Toulouse ve bu yazıların kahramanı Aix-en-Provence gibi il ve ilçeler de yıllardır Türkiye çıkışlı öğrencileri ağırlıyor.
Yaklaşık olarak 1960-80 yılları arasında Aix-en-Provence üniversitelerinde  lisans, master ya da doktora eğitimi almış olanların önemli bir özelliği var: En fazla 20-30 kişilik bu cemaat, uzun zamandır  yılda en az iki kez Istanbul’da toplanır, Aix anılarını tazeler. Halen Aix’de yaşayan arkadaş ve tanıdıklarından haberler alır. Paris, Londra ya da Berlin gibi kentlerde üniversite okumuş olanların pek yapamayacağı zaten de yapmadığı bir gruplaşma. Çünkü Aix küçük bir yer.  Türkiye’den gelen her öğrenci birbirini tanıyor, o 4-5 yıllık eğitim hayatının sonrasında da ilişkilerini koparmıyor. Bizim bu Aix cemaati, Istanbul toplantılarında ortaya çıkıyor, bir nevi Truva katmanları gibi. 1960’la 70 arasında eğitim görmüşler var mesela,  haliyle onlar 70 sonrası gelenleri Aix’de tanımamış, sonradan Istanbul’da Aixdaşlık oluşuyor.


Bu arada   aynı yıllarda Paris, Grenoble, Montpellier ya da Toulouse’da okumuş olanların Aixlilere karşı, kıskançlık demeyelim de özel bir sempatisi olduğunu hatırlatalım. Hatta bir keresinde Paris mezunu bir arkadaş, ‘Yahu sizin şu Aixliler toplantısına Parislileri, Lyon ve Grenoble’luları da çağırsanıza…’  demişti.
70’li yıllarda Fransa’nın çeşitli kentlerinde okuyan Türkiyeli öğrencileri bir araya getiren önemli bir kurum da Fransa Türkiyeli Öğrenciler Birliği’dir ki, Paris, Starsbourg, Grenoble Genel Kurulları bugün hala belleklerde. Çünkü o dönemlerde Maocularla Revizyonistler arasında sıkı ve üstelik sadece ideolojik olmayan çekişmeler zaman zaman şiddetli çatışmalara dönüşürdü. FTÖB kongreleri ayrıca Almanya, İngiltere, Belçika ve İsviçre’den gelen öğrencilerin buluşma mekanı olurdu. FTÖB, Ertuğrul Özkök’ün yazılarında da birkaç kez konu edilmiştir. Geleneksel olarak yanlış bir bağlam ve şekilde ayrıca da  konu saptırma  amacıyla…
Aixliler tabi ki öyle otomatik olarak, kendiliğinden bir araya gelmediler/gelmiyorlar  Istanbul’da.  Istanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi  Profesörlerinden Suat Gezgin, organizatörlüğü   sayesinde bizleri kâh Üniversitenin Balta Limanındaki tesislerinde kâh  Basın İlan Kurumunun Dragos tesislerinde kimi zaman da Boğaz’daki lokantalarda bir araya getirdi/getiriyor.
Son 2-3 yıldır bu toplantılarda ‘Bundan sonraki toplantıyı Aix’de yapalım’ fikri güzel bir şekilde gelişti, yayıldı.  Suat’ın ve İktisat ya da Sosyoloji okumuş bir çok arkadaşımızın Aix’den Hocası olan Prof. Roger Establet  zaman zaman  Istanbul’a gelip Suat’ın Dekanlık dönemlerinde Istanbul İletişim’de ya da bizim Galatasaray Üniversitesinde dersler, konferanslar, seminerler düzenler. Eşi Colette  17. Yüzyıl Osmanlı uzmanı. İkisi de emekli olmuş. Aix’den 20 km. uzakta, Rognes  köyünde şahane bir hayat sürdürüyor. Establetler ortaçağdan kalma bu köyün içinde 15-20 odalı bir konakta yaşıyor. Şahane yani çok zengin bir şarap mahzenleri var. Evin içi, odalar da Establetlerin dünyanın dört bir yanından topladıkları eşyalar, biblolarla,heykelcik ve tablolarla süslü. Bir dünya müzesinde hissediyor insan kendini. Establetler çok iyi hazırlanmışlar: Gruptan 3-4 çift konakta kaldı, grubun tümü de galiba bir gece hariç her akşam konakta akşam yemeği yedik. O hariç gece de Aix şehir merkezindeki ‘Divan  d’Antioch’ (Antakya Divanı) lokantasında geçti.  Bizim zamanımızda (40 yıl önce)  Aix’de  etnik lokanta yoktu.
Şimdilerde benim hemşehrilerim de, Vietnam, Hint, Tayland, Arjantin mutfağının  yanında Antakya-Halep-Beyrut mutfağını başarıyla temsil ediyor.
Biz şimdi belki 40 yıl önce bu şehirde üniversite öğrencisi olarak yaşamışız ama Aix’le bağımızı daimi kılan birkaç arkadaşımız da önemli. Mesela ulaştırma mühendisi Sinan Havsalı  eğitimini , doktorasını da bitirdikten sonra Marsilya’ya yerleşse de ruhen halen Aixli. Ya da benim Mekteb-i Sultani’den sınıf arkadaşım  müzik etnologu Sami Sadak, buraya lisanstan sonra gelse de Aix’in yeni Doyen’i olarak görevine devam ediyor. Galatasaraylı bir başka Aix’li de İlker Erkal’dır.
Aix dediğimiz 100-150 bin nufuslu  bir şehir. Esas olarak öğrenci kenti. Marsilya’nın 30 km. kuzeyindeyiz. Cezanne’ın kenti. Atelyesi hala turistik ziyaret mekanı. Aix, ‘Su Şehri/Sanat Şehri’ olarak bilinir. Biz kentten ayrıldık ayrılalı özellikle eski şehirde pek önemli bir değişiklik yok. Çünkü zaten bu ortaçağ kale içine kimse dokunamaz. Cours Mirabeau şehrin ana caddesi sayılır, yaya kaldırımını genişletmişler biraz, o kadar. Aix, bizim zamanımızda, Fransa’da  kişi başına en fazla sinema koltuğu düşen kentti.  Baktık şimdi kimi eski sinema salonların bazıları kapanmış, dükkan filan yapmışlar.
Aix öğrenci kenti olmanın yanı sıra emekliler  biraz da aristokratlar  şehri.  Mesela Aix ile Marsilya neredeyse hiçbir konuda anlaşamaz. Hatta birbirlerinden nefret eder.   Marsilyalı ünlü film yönetmeni Robert Guediguian’ın bir filminde Aix’li yaşlı bir aristokrat ile Marsilyalı küçük Arap çocuğu arasında şöyle bir diyalog geçer:
-         Yavrum sen nerelisin?
-         Ben Marsilyalıyım amca ya sen?
-         Ben Aixliyim oğlum!
-        Amca sen Tanrıtanımaz mısın?
 Marsilya eskiden beri Fransa’nın en Arap şehri. Büyük bir ihtimalle dekolonizasyonun başladığı yani Afrika’daki eski Fransız sömürgelerinin bağımsızlıklarını kazanmaya başladığı 50li yılların sonu 60lı yılların başından bu yana, Marsilya, Fransa’nın denizden  Güney giriş kapısı olduğu için ve gelenlerin bir kısmı da liman kente yerleştiği için,   Marsilya, 1915 sonrası ağırladığı Türkiye Ermenilerinden sonra, siyah Afrikalıları, Magrip Maşrukluları  buyur etti. Kemal Tahir aşığı rahmetli Ermeni arkadaşımız Luminy Mimarlık mezunu Seyhan’ı da andık  40 yıl sonra. Marsilya, OM Marseille futbol takımının da kenti. Velodrome stadyumu da bu kentte. Daha Chirac zamanında  stadyumda milli maç öncesi  Fransız Milli Marşı La Marseillaise (Marsilyalı Kadın) okunurken esmer gençler  yuhalayıp ıslık çalmışlardı. Raphael’in ‘Le patriote’(Yurtsever) şarkısında bu sahneye atfen ‘Milli marş okunurken kimileri ellerini yüreğine koyar/Bense ıslıklarım arap gençlerle’ dizeleri yer alır.  Renaud’nun ‘La Belle de Mai’ (Bir Marsilya semti olan ‘Mayıs Güzeli’) şarkısı da bu kenti anlatır. Daha da eskilere gidecek olursak Le Penci Alain Delon ile Jean Paul Belmondo’nun başrollerini oynadığı Borsalino filmi dMarsilya’yı resmeder. 

Sonuç olarak sıcak bir Akdeniz kenti Marsilya.
  Bu kentten sözedip şivesinden sözetmemek olmaz. Müthiş melodik, işveli ve ritmli bir şive. İtalyancaya kayar. Zaten Marsilya tarihte, bizim Foçalılar tarafından kurulmuş olsa da, İtalyan ve Occitane egemenliklerinin coğrafi ve siyasi olarak tam  ortasında yer alır. Bu bağlamda örnek Leo Ferre’den mealen: Limanı sardalyalar tıkamış/Şişmiş küçücük balıklar/Çünkü hepsinin karnında eroin’.  Marsilya’da bir de unutmayalım, Velodrome stadına giderken biraz garip bir yapı vardır:Le Corbusier binası. Apartman-kent-site karışımı ilginç bir kompleks. Marcel Pagnol Marsilya’nın ve yöresinin kalemi.
Bizim zamanımızda daha çok  inşaat işlerinde çalışan tek tük Laz ve Kürt işçiler vardı. Şimdi Kürtler, Marsilya merkezinde döner piyasasını tutuyor. Tren garının çevresi bazen Diyarbakır’ın Postane karşısındaki Surdibi kahvelerini andırıyor. 
YARIN:AİX’DE SİYASAL BİLGİLER CİMBOM’UN ŞAMPİYONLUĞUNU KUTLUYOR(2)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle