Ana içeriğe atla

DEVLET KADAR IRKÇI, HÜKÜMET GİBİ MİLİTARİST




Türk egemen medyası, siyasi iktidarla ilişkisi ne olursa olsun, özellikle Kürt meselesine ilişkin bir olay meydana gelince, ırkçı, militarist, tahrifatçı, kör kimliğini bir refleks olarak hemen gösteriyor.

Uludere katliamı hakkında yazılacak, tartışılacak çok şey var . Bu konuların önemli bir kısmı son 2 gün içinde sosyal medyada (ki giderek ‘yurttaş  medyası’ sıfatını hak etmeye başladı) yer aldı. Bir başka açıdan bakıldığında ise, yazılacak/ deşilecek çok fazla bir şey yok diyebiliyoruz. Çünkü katliamın her boyutu o kadar açık ve net ki…

29 ve 30 Aralık günleri medyanın hâki  ya da yeşil renkli apoletli  organlarını, özellikle de televizyon kanallarını ve internet sitelerini izlediğimizde ortaya çıkan manzaradan bazı tespitler:
·        
     * Genel Kurmay açıklama yapıncaya kadar haberi vermemek, bu medyanın olgular temelinde değil  siyasi hiyerarşi temelinde hareket ettiğini gösteriyor. Apoletli medya, emir-komuta zinciriyle yayın yapıyordu, yapıyor, yaptı.
·        
     * Gazetecilik kafanın, varsa gönlünün ve bilincinin içindekini söze, yazıya, resme dökmek olmadığına göre, olaydan  24 saatten fazla geçmesine rağmen egemen medya, olayı izleyip aktarmak ve takip etmek için hiçbir muhabirlik/istihbarat  faaliyeti göstermediğine göre, baştan bu kara lekeyi unutturmak, mümkünse yok saymak için şimdiden kolları sıvamış durumda.
·        
     * Katliamın çeşitli unsurları ortaya çıktıktan, hatta Hüseyin Çelik’in yarım ağızla da olsa ‘operasyon hatası’nı itiraf ettikten sonra bile, yandaş medyanın ‘Hava kuvvetlerini MİT yanılttı’ ya da ‘Gediktepe sendromu’ gibi yaklaşımları benimsemesi, yani katliamı mazur göstermeye çalışması, Kürt düşmanlığının, iktidar bağımlılığının en bariz örnekleri.
·        
     * Medyanın, askeriyeden özellikle de siyasi iktidarın sözcülerinden demeç-görüş alması gerekirken, tek açıklamayı, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in ne sıfatla ve neden   yaptığını bile sorgulamadı. Üstelik, Çelik, ‘Son sözü idari ve adli soruşturmadan sonra söylemek gerekir’ demesine rağmen, olayın kasdi olmadığını, 33 Kurşun hadisesine benzetilmemesi gerektiğini söyledi. Neden ki?  Hani  adli ve idari soruşturma bitmeden kesin yargıya varılmayacaktı…Ya bu soruşturma sonucunda (çıkmaz ya) olayın  planlı ve kasıtlı olarak organize  edildiği ortaya çıkarsa?
·        
     * Arkaplan bilgi (Background information), bir haberi zaman ve mekan boyutunda konumlandırmak açısından en önemli bilgi demeti. Bizim egemen medyada bu konuda tek satır yok.  Oysa ki mesela CHP Dersim milletvekili Hüseyin Aygün, 90’lı yıllarda bu tür çok sayıda operasyon yapılmış olduğunu hatırlatıp bunların teşhir edilmediğini/deşilmediğini  açıkladı. Arşivler bu konuda yeteri kadar zengin. TSK ilk kez, kendi deyişiyle ‘operasyon hatası’ yapmıyor ki     
·       
     * Türk egemen medyasının şiddet konusunda, eskiden beri, tek yanlı bir şekilde TSK şiddetini överken, sadece  karşı şiddete karşı çıkma iki yüzlülüğü bir kez daha iflas etti.

Her şeyden önemlisi, Uludere katliamının Türk egemen medyası tarafından izlenip aktarılma yöntem/biçim/yaklaşımını, mesela  Bingöl’de 33 askerin vurularak öldürülmesi ya da iki ay önce PKK’nin Çukurca saldırıları ile kıyasladığımızda, bu medyanın açıkça ırkçı ve militarist bir kimlik taşıdığını bir kez daha gördük. 

Öldürülenler Türk askerleri ya da siviller olduğunda, egemen medya Kürt düşmanlığı yaparak olayı en geniş boyutlarıyla işliyor, muhabirler hatta  anchorman’ler olay yerine gönderiliyor, aynı cepheden görüşler alınıyor, onlarca yorum yazısı çıkıyor, onlarca fotograf yayınlanıyor, hükümet ve devlet yetkilileri demeç üstüne demeç veriyor ve konu medyanın neredeyse tek konusu olarak sayfa ve ekranları tıka basa kaplıyor. Propaganda bombardımanı bütün hızı ve gücüyle devreye giriyor.

Öldürülenler sivil Kürtler olduğunda ise, medya, olayı önce sessizlikle geçiştirmeye çalışılıyor, sonra mecburen Genel Kurmay’ın bildirisini yayınlıyor, ardından da olayın gerçek boyutlarını tahrif etmek ve önemini küçümsemek için elinden geleni yapıyor. Bu katliamı kınayan haklı protestolara karşı çıkıyor. Egemen medyanın Uludere katliamına verdiği yer ise neredeyse sıradan bir olaya verilen yer kadar. Çünkü olay devleti, AKP’yi, Kürt karşıtlarını zor sokan bir olay. İşin insani yanına şimdilik hiç girmiyorum.

Egemen medyanın eskiden bir panzehiri vardı: Yabancı medya. Şimdi bir engeli daha var:Sosyal medya. Böylesine büyük ve vahim boyutta bir olayı gizlemek hatta küçümsemek artık mümkün değil.  

Sizin, sanatçıyı akademisyeni, şairi bile terörist olarak gören bir İç  İşleri  bakanınız varsa, (Şimdi neden sustu?), sizin ‘Kürt kardeşlerim’ diye nutuk atan bir Başbakanınız varsa, sizin ‘Genel Kurmay siyasi iradenin emrindedir’ diyen bir Genel Kurmay Başkanınız varsa ve Uludere  katliamı gerçekleştiğinde ağızlarını bıçak açmamışsa, bu suskunluk bile tek başına suçluluğun tezahürü olsa gerek…

Bu arada ‘Yetmez ama Evet’ diyenleri, yandaş medyanın AKP hayranı kalemlerini burada bir kez daha saygı ve sevgiyle analım…

Yorumlar

Adsız dedi ki…
son paragrafa kadar yazinizin tamami icin tesekkurler. ama son paragrafta "yetmez ama evet"cilere niye gecirdiniz anlayamadim. boyle bir yazida ne gerek vardi ki?
Adsız dedi ki…
@adsiz bence 'yetmez ama evet'cilere az bile 'gecirmis' ragip duran. erdogan ve akp'nin bu kadar pervasiz davranmasinin, yargiyi tamamen etkisi altina almis olmasinin sebebi 'yetmez ama evet'cilerdir. onlar da nasil kullanildiklarinin farkindalar ama tukurduklerini yalamamak adina sessizliklerini koruyorlar.
Adsız dedi ki…
@adsiz ...devami yazi ile ilgisi ise basin uzerinde olusturulan bu baskinin nedeni de direkt olarak yarginin artik iktidarin bir kolu olmasidir. sonucta karsilarinda yanlis yapinca sorusturma acacak, denetleyecek bir kurum yok artik. iktidar ve yandaslarina dokunan yargi mensublarinin ise basina gelenler malum.
Adsız dedi ki…
yarginin iktidarin kolu olmasinin sebebi nasil oluyor da yetmez ama evetciler oluyor anlamadim. anayasa degisikliginden once sanki dunyanin en bagimsiz yargisina sahipti de Turkiye, birden bambaska bir devlet oldu. ha bu arada ben Adsiz!
Adsız dedi ki…
Yargı referandum öncesinde de bağımsız değildi, devletin diğer kurumlarının vesayeti altındaydı. Referandumdan sonra da bağımsızlaşamadı dolayısıyla tarafsızlaşamadı, siyasal iktidarın kontolü altına girdi. Yani bir vesayetten diğerine geçti. Yetmez ama evetçilere bunun böyle olacağını açıklanmaya çalışıldı, onlar duymak anlamak istemediler, siyasetin alanının bu şekilde genişleyeceği yanılgısına kapılıp iktidarın gücüne güç katmasına destek oldular, fakat maalesef kendilerini uyaranların söyledikleri gerçekleşti. Ragıp Duran buna işaret diyor.

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd