Ana içeriğe atla

Popüler kültürün vagonu medya

Popüler Kültür, aslında aldatıcı bir deyim. Popüler sözcüğü Latince kökenli, halk anlamına geliyor. Dolayısıyla Popüler Kültür, halk kültürü demek. Oysa ki uygulamaya ve somut örneklerine baktığımızda, pop kültürün, içeriğinin ya da biçiminin halkla, yani yönetilenlerle, çalışanlarla, ezilenlerle, mülksüz ve sessizlerle pek ilgisi yok. Dolayısıyla bu deyimi kullanırken, mutlaka sınıfsal bir anlam yüklemek gerekir, ama bu sınıf egemenler. Popüler kültürün doğru tanımı, popülerleştirilmeye, yaygınlaştırılmaya yani bir şekilde egemenleştirmeye çalışılan kültür… Walter Benjamin ve Theodor Adorno gibi felsefeciler, popüler kültür meselesi üzerine eğilmişler. Bilahare Louis Althusser, Pierre Bourdieu ve Noam Chomsky de bu konuya ilişkin yazılar yazmış. Ancak, galiba biraz daha geriye gidip Antonio Gramsci’nin ‘İdeolojik Egemenlik’ kavramı üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor. İdeolojik egemenlik, egemenlerin ideolojik üstünlüğünü sağlamaya/empoze etmeye yönelik kavramı/mekanizmayı anlatıyor. Dünya çapında olsun, bir ülke düzeyinde olsun hatta daha küçük bir yönetim biriminde olsun, egemenler ile mülksüzler arasındaki ilişkinin ne şekilde düzenleneceğini yine egemenler belirliyor. Yönetmek isteyenler, yani iktidar sahipleri ya da iktidar sahibi olmak isteyenler, kaçınılmaz olarak, biraz da demokratik mecburiyetten iktidarlarını artık silah ve şiddetle, yani zorbalıkla kabul ettirmeyeceklerini Orta Çağ’ın sonundan itibaren büyük ölçüde anladılar. Bu durumda, egemen olmak, iktidar olmak ve iktidarını sürdürebilmek için tüm egemenlerin çoğunluk nezdinde kabul görecek bir uzlaşma ortamı yaratmak durumundalar. Yani kendi iktidarlarını hem yasal hem de, burası önemli, meşru kılmak zorundalar. Bu meşruiyeti yaratmak, geniş halk kitlelerinin bir iktidarı kabul etmesi, onu benimsemesi, hatta desteklemesi ile mümkün olabiliyor. Bu nedenle de geniş kitlelerin sözkonusu iktidara razı olması gerekiyor. Chomsky’nin medyayı tahlil ettiği önemli kitaplarının birinin başlığı ‘Rıza Üretmek’tir. Popüler kültür-medya ilişkisini işte tam da bu nedenle iktidar boyutu çerçevesinde ele almak gerekir. Bir üst yapı kurumu olarak kültür, yöneten/yönetilen ilişkisinde de kendine uygun bir konum bulmalı. Altyapıyı yönetip, üst yapıyı karşı tarafa bırakmak söz konusu olamayacağına göre, kültür, bir iktidar perçinleme aracı olarak da algılanmalı. Zenginsin, güçlüsün, egemensin, iktidardasın ama bunu anlatacak, güçlendirecek, kabul ettirecek hatta daimi kılacak bir kültürün yok. Olmaz böyle şey… Bu nedenle tarihte, egemenler, feodaller, krallar, siyasi ve askeri iktidarlar, bu somut iktidarlarının yanına adeta bir müştemilat olarak mutlaka kendi egemen kültürlerini de inşa ederler, yaratırlar, oluştururlar. Siyasi iktidarla kültür ilişkisi, konuşmakla duymak arasındaki ilişkiye benzer. Bu ilişkide tayin edici olan içeriktir. Yani, popüler kültür medya aracılığıyla ne tür bir içerik üretiyor ve bunu nasıl yaygınlaştırıyor? Popüler kültür deyimini burada ve bundan sonra yaygın kültür/yaygınlaştırılmaya çalışılan kültür anlamında kullanıyorum. Bunun asıl adı egemen kültürdür ama sahneye egemen kültür adıyla çıkarsa çok cazip olmayabilir hatta yaratılması gereken uzlaşma/rızayı bile sorgulanır hale getirir. Bu nedenle bu egemen kültüre, kitlelerin benimsemesi gerektiği düşünülerek popüler kültür adı verilmiştir. Kim tarafından? Yine egemenler tarafından! Yoksa bir sanayi işçisi, mesela, Serdar Ortaç şarkılarına, ‘A bak işte halk kültürünün en güzel örneklerinden biri işte!’ demez. ‘Bu şarkı benim hakiki hayatımın bütün cephelerini yansıtıyor’ filan da demez. Popüler kültür, aslında egemenlerce popüler olması gereken/istenen kültürün adı. Popüler kültür-medya-üçgeninde tayin edici öneme sahip bir boyut da mülkiyet sorunu. Hani kadim Marksizm’de, kabaca, üretim araçlarının mülkiyetinin tayin edici bir yönü vardı ya, burada da popüler kültürü yayan medyanın mülkiyet sahipliğine bakmak gerekir. Özellikle de bu medya mülkiyetinin genel olarak iktidar özel olarak siyasi iktidarla ilişkilerini deşmek gerekir. Popüler kültür sanayinin üretim değerlerini, ölçütlerini belki de zevklerini anlayabilmek için de mülkiyet tayin edici bir öneme sahip. Dağda sürü güden çoban ile kentteki büyük işverenin kültürü kaçınılmaz olarak farklı hatta çatışan kültürler. Bourdieu’nün alt kültür/üst kültür ayırımı bir ölçüde bu farklılığa dayanıyor. Türkiye’den örnek vermek gerekirse, Doğan, Karamehmet, Doğuş, Çalık grubunun sahibi olduğu medya organlarında bu popüler kültür denen iktidar aracının çeşitli tezahürlerine bolca ve sıkça rastlamak çok kolay ve doğal. İzdivaç programlarından bilgi yarışmalarına, Amerikan zihniyeti ile yaratılıp üretilen diğer tür yarışmalardan meşhur dizilere kadar, neredeyse tüm prodüksiyon, hem reyting kaygısıyla ama daha çok da iktidarla ilişkiler nedeniyle popüler kültür kalıplarına uygun olmalı ve zaten de öyle… Bu kalıbın en önemli özelliği, aykırı, farklı, muhalif OLMAMAK, olunursa bile başına gelmediğin kalmayacağı mesajının verilmesidir. Popüler kültür, mümkün olduğunca güldürür, anlamsızca kahkaha bile attırır, ama bir yandan sokaktan yani hakiki gerçekten büyük ölçüde kopuktur, özel olarak da olumlu kahramanlarının neredeyse hepsi, hem siyasi ya da askeri, mali, ekonomik ve kültürel-ideolojik olarak iktidar sahipleridir ya da iktidar sahibi olmak isteyenler, o yolda yürümek isteyenlerdir. Toplumun ezilen, sessiz, mülksüz kesimi popüler kültürün esas öğesi, ana kahramanı olamaz. Es kaza olursa, bu durumlarının ya Allah ya da kendi aptallıkları yüzünden olduğu teması işlenir. Siz herhangi bir egemen medya programında, grevci işçinin başkahraman olduğu bir dizi, bir yarışma programı gördünüz mü? Ya da solcu veya bir Kürt militanın yaşamının olduğu gibi yansıtıldığı herhangi bir program izlediniz mi? Popüler kültür ürünlerinin neredeyse hiçbirinde (şarkı, türkü(?), dizi, film, tiyatro, yarışma vs.) ciddi anlamda bir toplumsal gerçeklik sunulmaz, ekrana çıkmaz, çıkamaz. O alanda her şey yapmaca, her şey sahte yani çakmadır. Tekabül ettiği bir toplumsal karşılık pek yoktur. Eğlence sözcüğünün yabancı dillerdeki sözcük kökeni, ‘mevcut durumdan çıkmak, dışarı gitmek, gerçeklerden bir süre için uzaklaşmak’ anlamlarına gelir.Tıpkı uyku gibi… Uykuda insan somut dünyadan ayrılır, rüya görüyorsa bambaşka bir dünyada yaşadığını sanır. Rüyasız gecelerde de bu dünyadan elimizi eteğimizi çekmişizdir. Dolayısıyla popüler kültür, bizi kendi gerçek hayatımızdan, hiç olmazsa bir süre için uzaklaştırıp, işte zengin, güzel, neşeli, rahat, mutlu dünyalara, ortamlara götürür. Biz de pop kültür kahramanlarıyla kendimizi özdeşleştirip, akşam iş yorgunluğu, evde kanepede, kendimizi zengin, güzel/yakışıklı, neşeli, rahat ve mutlu hissetmeye çalışırız. Ayın 20’sinde biten maaşı, çocuğun masraflarını, ev kirasına gelen zammı filan işlemez popüler kültür. Tesadüfen işlediği olursa da, tüm bu gerçek sorunların esas nedenlerini gizlemek/çarpıtmak ve özellikle de bu olumsuzluğu değiştirme isteğini kırmak için işler. Son dönemlerde, yani adına küreselleşme denen dönemde, esas olarak sermayenin ve müştemilatı pop kültürün küreselleştiği dönemde, medyanın bir yandan mülkiyet sahipliğinde olağanüstü bir konsantrasyon, bir yandan da türlerinde/dallarında müthiş bir çeşitlenme gözlemliyoruz. Egemenler, bizi pop kültürden hiçbir zaman ve hiçbir mekanda yoksun bırakmamak için çok fazla çaba sarfediyor. Sokakta yürürken karşı duvarda gözümüze ilişen reklam panosundan cep telefonuna gelen smslere, TV seyrederken, radyo dinlerken, gazete okurken sık sık önümüze çıkıp yolumuzu kesen reklamlara, internette istek dışı olarak ekranımıza düşen duyurulardan spam tabir edilen korsan metinlere kadar etrafımız pop kültürle kuşatılmış durumda. Özellikle işitsel-görsel medyanın bugün kadar gelişmemiş olduğu dönemlerde, kültür ürünlerinin üretimi ve tüketimi, dolayısıyla insanların kültürel ürünlerle karşılaşmaları bugünkünden gerçek hayata daha yakındı. Pop (ve tabii ki diğer) kültürün en önemli yaygınlaştırıcısı olan medyanın, toplum içine bugünkü kadar kök salmadığı dönemlerde, sokak, yani hakiki hayat farklı esas olarak da daha gerçek(çi) bir kültür üretiyordu. En basitinden bugün 12 saatin belki ortalama 6-7 saati medyaya maruz kalıyorsak, bu süre medyanın daha gelişmiş ve daha az yaygınlaşmış olduğu dönemlerde belki 2-3 saat ile sınırlıydı. Çünkü o zaman televizyon kanalları, internet ve bugünkü kadar yaygın reklam mecraları yoktu. Dolayısıyla bugün kendimize, hayata, gerçeğe ayıracak zamanımız daha az, daha kısıtlı. Oysa ki eskiden, çocukların sokakta büyüyüp yetiştiği, bilgisayar ve televizyonla henüz tanışmadığı ortamlarda, büyükler de, bugün olduğu gibi ekran karşısına geçip adeta gönüllü bir esarete katlanıyor. Oysa ki çocukları sokakta oynayan ebeveynler de, o zamanlar kendi aralarında evlerde yemekli-çaylı ya da sade sohbet toplantıları yaparlardı. Kültür, bugün esas olarak medyadan (onların medyasından) yaygınlaştırılıyor. Halbuki, medyanın sanal iktidarını ilan etmeden önce, kültür dediğimiz bilgi ve algı birikimi, efsaneler, tarih, din, güncel gerçeklik, yaşanmış olaylar gibi, medyaya oranla daha somut, daha gerçek mekanlarda üretiliyordu. Bugün, özel olarak önlem almazsak, popüler kültürün medya vagonuna takılıp zamanımızı, kendimizi, çevremizi kolay bir şekilde boş yere harcayabiliriz. Bilinçli yurttaş olmaktansa, sıradan bir tüketici haline gelebiliriz. Yani onları kazandırırız, kendimiz kaybederiz. Önlemlerin başında eleştirel yaklaşım geliyor. İkinci olarak medyaya karşı uyanıklık ve medyaya maruz kaldığımız süreleri kısaltmak gerekiyor. Üçüncü olarak geleneksel, klasik ve gerçekten halk mamulü kültürel araç ve ürünleri yaşatmak ve zenginleştirmek önemli. Örneğin dengbêj’ler, bugün bölgede bazı belediyeler tarafından desteklenmezse torunlarımız belki de dengbêj’in ne olduğunu bilemeyecek. Mevcut pop kültür ürünlerinin (şarkı, film, dizi, reklam vs.) köklü, anlamlı, derin ve alternatif üretmeye hizmet eden eleştirisi de önemli. Son bir konu: Egemen ve yoz pop kültüre karşı mücadele yasakla yürütülemez. Gerçek anlamda yani hem içerik hem biçim açısından değerli, kalıcı, geniş kitleleri kucaklayıcı, hakiki halk kültürü ürünleri üretip ve bunları egemenlerin denetiminin dışındaki medya organlarında yaygınlaştırmak, pop kültürün sahasını daraltır. Medya da, unutmayalım, pop kültür alanında olsun, siyasi iktidar meselesinde olsun, istese bile hiçbir zaman hiçbir yerde lokomotif olamaz. Olsa olsa ancak vagon olabilir. Lokomotif toplumsal, siyasal gerçeklerdir. (Bu yazı, Almanya'da yayınlanan Özgür Politika gazetesinin 9 Ekim 2011 tarihli sayısının Politikart ekinde yayınlandı)

Yorumlar

Onur ALMIŞLAR dedi ki…
Popüler kültürün kültürünü de yine biz besliyoruz. örnek diziler: Zenginlerin dizisi ancak fakirlerin reytingiyle yaşıyor. Biraz detaylı anlatmaya çalışmıştım önceden (http://www.onuralmislar.com/2010/05/13/zenginin-dizisi-fakirin-reytingi/) Ellerinize, aklınıza sağlık, çok güzel bir yazıydı...

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle