Ana içeriğe atla

KANDİL BOMBARDIMANI: APOLETLİ MEDYA BİS!



Bıçak kemiğe dayanmış ve sabır tükenmişti. Üstelik söz de bitmiş uygulama başlamıştı. Daha önce de terörizme karşı zaten yeni strateji ilan edilmişti. Çıka çıka Kandil bombardımanı çıktı tüm bu sinirli milliyetçi söylemden. Üstelik de 6 günlük operasyon PKK’ye göre başarısız. Ama bizim medyaya inanacak olursak…Durum vahim.


Türk egemen medyası, Silvan olaylarıyla başlayan son süreçte, klasik/geleneksel yani temel gazetecilik ilkelerini ve yaklaşımını bir kez daha açık açık ihlal ederken, propaganda ağırlıklı yayınlarıyla iktidar-medya ilişkilerinde eski dönemin sürdüğünü sergiledi.
Gazeteciliğin temel işlevi, meydana gelen bir olay konusunda, kamu çıkarını gözeterek, mümkün olan en doğru, en ayrıntılı bir şekilde (Ve tabi ki inandırıcı, güvenilir, dengeli ve hızlı bir yöntemle), tüm tarafların görüşlerini vererek, yurttaşları/okurları bilgilendirmek, aydınlatmak.
Ne var ki, Silvan olaylarından Kandil’in 6. gün bombalanmasına kadar geçen süre içinde, Türk egemen medyası, mevcut iktidar yanlısı medyanın ‘Ergenekon dönemi’ olarak adlandırdığı zamanda kullanılan bütün manşet, başlık, spotları bir kez daha kullandı. Adeta hepsi arşivden… Ergenekon karşıtı köşe yazarları da, darbecilik ve askerperverlikle suçladıkları eski köşe yazarlarının tüm klişelerini ve yaklaşımlarını tekrar etmekte beis görmedi. Kürt karşıtlığı, AKP ile Ergenekon dönemi yönetimlerin ortak paydası, ortak zemini. Ha Ali Veli, ha Veli Ali… Bu aralar ‘İslamcı kesimin Emin Çölaşanlarından’ söz edilmesi tesadüf olmasa gerek.
Burada iki mesele var:
Vakti zamanında, utangaç bir uslûpla da olsa Çiller/Güreş döneminin sınırötesi harekatlarına karşı çıkan kalemler, bugün bu harekatları can-ı gönülden destekliyor. ‘Yeni dönem’, ‘Terörizme karşı yeni strateji’ safsataları altında, Kürt meselesine hala salt güvenlikçi gözlükle baktıklarını, milliyetçi söyleme sarıldıklarını üstelik de şiddet övgüsü yaparak kanıtlıyor. Cengiz Aktar’ın AKP ideolojisine uygun bulduğu anlamlı bir etiket var: İslamcı Kemalist! Dolayısıyla bugünkü Kürt karşıtı şiddet kampanyasının eski ya da İslamcı Kemalizm’den kaynaklandığı ortaya çıkıyor. Ulus-devlette iktidara gelen, önce Diyarbakır’a gidip ‘Bu devlet size haksızlık etti’ filan diyor, sonra kafası atınca, ‘Bıçak kemiğe dayandı’, ‘Artık söz bitti, uygulama başladı’ diyor. İktidar konumu (Saygılar Mösyö Foucault!), özellikle de ileri derecede demokrasi yoksunu olunca, Kürtlerin ve barışın perspektifinden baktığınızda herhangi bir yenilik getirmiyor.
Pennslyvania Mescidine yakın yayın organlarında reklamı yapılan bu yeni dönemin nesinin yeni olduğunu henüz kimse açıklayamadı. İhsan Bal’ın açıklamaları sahada uygulanamayacak öneriler. ‘Teröristler artık öldürülmeyecekmiş, adalete teslim edilecekmiş’ (!). Tek gerekçeleri, silahlı güçlerin sivil yönetiminde ve denetiminde olması. Polisin Özel Harekat birlikleri, Süper hatta Ultra Valiler kimsenin yabancısı değil. Şiddet çözümünü savunup uygulayanın sivil ya da asker olması çok mu önemli? PKK’ye yakın kaynaklar, bu ‘yenilikleri’ eleştirmelerine rağmen, aslında personel değişikliği ve komuta mekanizmasının askeri açıdan Kürt silahlı militanlarını daha güçlü hale getireceğini öne sürüyor.
İkinci mesele şu: 1925’den bu yana çözülemeyen Kürt meselesine, binlerce siyasetçiyi hapse tıkmakla, seçilmiş milletvekillerini Meclis’e sokmamakla, Kandil’i bombalamakla ya da yeni tutuklama kampanyalarıyla çözüm bulacağına inanmak, en hafif deyimiyle safdillik. AKP devletinin, ABD’deki üçüncü sınıf üniversitelerde master yaptı diye danışmanlığa getirdiği sivil ‘akademisyenlerle’, hepsi aynı şeyi savunsa da farklı isimlerle ekrana çıkan kıymeti kendinden menkul askeri strateji uzmanları, Atatürk, İnönü, Bayar, Gürsel…vs… dönemlerinde denenip herhangi bir başarı sağlayamadığı gibi sorunu daha da çetrefil hale getiren şiddet çözümünün çıkmaz olduğunu, geçersiz olduğunu bilmiyor mu?
Maksat, asker kayıpları nedeniyle morali bozulan Türk kamuoyunun, amiyane tabirle ‘milliyetçi gazını almak’ ise, bu da amacına pek ulaşmıyor. Çünkü, önce ‘Kandil’i BBG evi gibi gözetliyoruz’ diyen bir askeri yetkili, emekli olunca, ‘Kandil’e üç ordu göndersek de sonuç alınamaz’ mealinde açıklamalar yapmıştı.
Arada bir de, Murat Karayılan’ı belki 5. kez yakalayan mümtaz Türk medyası, bu haber çarpıtmasını haklı göstermek için 2-3 gün boyunca ‘Karayılan muamması’ başlıklarıyla kıvırdı. Şemdin Sakık ve Abdullah Öcalan yakalandı. Halen içeride çok sayıda PKK’li var. Vakti zamanında Şeyh Said ile Seyit Rıza idam edilmişti. İhsan Nuri trafik kazasında öldü. Şimdi bugün Karayılan yakalansa, Kürt meselesi çözülecek mi ki? Azadi ve Hoybun bugün artık sadece tarih sayfalarında. Kürt meselesi yok mu?
PKK kaynaklarına yakın medya organları, Karayılan konusundaki spekülasyonlara son verecek girişimi 23 Ağustos Salı öğlen saatlerine kadar atmadı. Bülent Arınç da bu nedenle hala ombudsmanlık görünümünde kuşku yayabiliyor. İran-Karayılan ilişkisini Suriye perspektifiyle değerlendirmek gerek.
Gerçekten demokratik bir ülkede, böylesine geniş çaplı bir askeri propaganda hatta askeri ajitasyon harekatı yapılsa, yurttaşlık bilinci yüksek kesimler, ‘Sen bizim vergilerimizi böyle anlamsız operasyonlarda nasıl harcarsın?’ diye iktidardan hesap sorar. 6 gündür Kandil bombalanıyor (17-22 Ağustos). Kürt tarafının haberlerine ambargo koyan egemen medya, ANF’nin haberine göre bombalara maruz kalan iki kadın, iki çocuğun ölümünden bile sözetmiyor. Öldürülen 7 sivil konusunda da Türk egemen medyasında çıt yok. HPG’nin 22 Ağustos Pazartesi günü yaptığı açıklamada ‘Bombardımanlarda üç gerillanın’ yaşamını yitirdiği yolundaki bilgiyi de görmezden geliyor Türk egemen medyası. Ama Genelkurmay Başkanlığının ’90-100 ölü, yüzlerce yaralı’ haberi(!) hemen sayfalara, ekranlara taşınıyor. İki zıt kaynak arasında bu kadar büyük fark olabilir mi? 90’a 3 !
Egemen medya en zıvır zıvır işlere muhabir gönderir de böylesine önemli bir konuda kendi görüşünü yansıtamıyor.
Genelkurmay’ın servis ettiği film ve fotografları hiçbir inceleme-eleştiri süzgecinden geçirmeden, olduğu gibi ekranlara, sayfalara taşımaya herhalde gazetecilik denmez. Bu faaliyet aslında Ordu Foto-Film Merkezinin görevi.
Her gazetede, televizyonda en az 2-3 magazin muhabiri var, özel olarak bir futbol takımını izleyen muhabir var, köşe yazarı deseniz kesenize bereket, ama Kürt meselesi gibi hayati bir konuda, gazete ve televizyonların merkezinde sorumlu bir editör/muhabir/uzman yok. ‘Bizim Diyarbakır’daki arkadaşlar bakıyor o meseleye’ derlerse de inanmayın, çünkü Türk egemen medyasında Kürt meselesine aslında ‘Ankara’daki arkadaşlar’ bakıyor.
Gazetecinin yapması gereken, bir dizi temel soruyu sorup, bu sorulara farklı pespektiflerden (Yani hem TSK hem de PKK açısından ama en önemlisi kamu çıkarı açısından) yanıtlar aramak olmalı. Mesela:
- Silvan olaylarıyla ilgili olarak TSK’nın raporları – ki askeriyenin bariz bir şekilde hatalı olduğunu belirtiyor- neden sadece bir gün haber yapıldı? Görevden alınan komutanlarla ilgili olarak neden haber takibi yapılmadı?
- Kandil harekatının amacı, yararı ve olumsuz yanları nelerdir?
- PKK ile BDP arasında, İmralı ile Kandil arasında ne tür ilişkiler vardır?
- TSK’nın yeni komuta kademesi ile siyasi iktidar arasındaki ilişkiler nedir?

Örneğin bu dört soruya, köşe sahibi olduğu için, her gün farklı bir konuda ahkam kesen her kalem sahibi öyle kolay kolay yanıt bulamaz. Bu soruların yanıtları, bazı askeri/teknik bilgiler gerektirdiği gibi, farklı uzmanların görüş ve yorumlarıyla ele alınmalı. Keza farklı, yani çatışan tarafların siyasi tahlilleri de önemli. Gazetecilik esas olarak fikir/kanaat değil, bilgi ve belge okuma/inceleme/tahlil etme mesleği… Gazetecilik ayrıca esas olarak savaş değil barış mesleğidir. Gazetecilik daha çok sayıda insan ölsün diye değil, barış olsun, huzur olsun diye yapılır. Bu, siyasi-ideolojik bir tercih değil. Bu, mesleki bir tercih. Çünkü topların, tankların, avcı bombardıman uçaklarının kol gezdiği bir ortamda bizim mikrofon, kamera ve kalemlerimizin sesi duyulmaz!
Türkiye’de Kürt meselesi gündeme geldiğinde gazetecilik yapılacağına, Vatan Millet Sakarya propagandası görünümünde Kürt düşmanlığı ve şiddet övgüsü yapılıyor bizim egemen medyada. Çünkü bu kolay bir faaliyet. Ayrıca da, medya mülkiyet yapısı ve ideolojik bağımlılık hesaba katıldığında bu yaklaşım, mecburi yaklaşım. Yeni Şafak gazetesi, katil diye BDP’lileri hedef gösteriyorsa, bu yayın, bir sonraki adım için zemin hazırlamak anlamına gelir. Köşe yazarı mı, polis mi, cemaatin ulak oğlanı mı belli değil, biri kalkıp, ‘PKK bir binbaşıyı esir aldı’ diye yazarsa, ve bu askeri-medyatik bombardıman altında kimse bunun hesabını sormazsa, gazetecilik mesleği pek mahzun…
Ekranları, manşetleri hatta tüm sayfaları silah fuarı broşürleri gibi donatmak, resmi şiddeti meşrulaştırmak için binbir takla atan akademik ünvanlı ya da kendisini strateji uzmanı ilan eden (Aşağı yukarı herkes!) kişilerin görüşlerinden medet ummak, Kürt sorununun çözümsüzlüğünü ‘sürdürülebilir’ hale getirmekten başka bir işe daha yarıyor: Kürt düşmanlığını yaygınlaştırmak.
Sadece Silvan sonrası gelişmeler değil, baştan beri, yani 1925’den bu yana Türk egemen medyası (Akademiası da) şu kilit konu ve sorulara eğilmediği için milliyetçiliğin, militarizmin, şiddetin pençesinden kurtulamıyor:
- Kürtler bu devletin gerçekten hakiki/eşit yurttaşları mı? Kendilerini öyle hissetmiyorlarsa neden?
- Kürtler 1925’den bu yana sorunlarını, taleplerini neden ancak dağa çıkarak, şiddete başvurarak açıklayabildiler?
- Kürtler bugün ne istiyor?
- AKP’nin Kürt Açılımı nedir? Neyi amaçlıyor?
- Öcalan’ın Yol haritası nedir? Protokol metinleri neleri içeriyor?
- Öcalan, İmralı’daki görüşmeleri kendi açısından açıklıyor, yorumluyor. Devlet kanadı bu görüşmeleri nasıl değerlendiriyor? Neden sessizlik var?
- Kürt sorunu barışçı bir şekilde çözülmezse, ne gibi sonuçlar ortaya çıkabilir?

Bu soruları sorabilmek, bu konuları açabilmek için medyanın bağımsız ve özgür olabilmesi gerekiyordu. Bu soruları sormak ve yanıt aramak da kaçınılmaz olarak kahve sohbeti değil ciddi uzmanlık gerektiren bir alan. İlginçtir, aslında bu soruları, medya ve akademia’dan önce bizatihi devletin sorması, irdelemesi, yorumlaması gerekirdi. Hatta yanıtlar üretmesi lazımdı. E Devlet Baba bunu şimdiye kadar yapmadıysa medyatik yavrucuğu neden yapsın ki?
Yine de bu kez, geçmişteki sınır ötesi operasyonlara oranla, az da olsa bir-iki olumlu gelişmeye tanık olduk. Mesela Can Ataklı gibi bir yazar, telefonla katıldığı bir TV programında, mealen, ‘Kandil’i bombalayacaksın da ne olacak? Benim için, Silvan saldırısını gerçekleştiren teröristlerin yakalanması çok daha önemli ‘ diyerek, güvenlikçi yaklaşımı savunurken bile, Kandil harekatının anlamsızlığını ifade etmiş oldu. Radikal gazetesinin manşetten verdiği, hayatını kaybeden binbaşının babasının ‘Meseleyi ölüm değil siyaset çözer’ şeklindeki açıklaması da anlamlı.
Kandil operasyonunda TSK’nın beklediği sonucu alamaması konusunda bahane olarak tehlikeli bir haber çarpıtma örneği, Bugün gazetesinde çıktı: Efendim, TSK’nın üst kademesinden Ergenekoncular, PKK’ye harekattan önce istihbarat sızdırmışmış! Kaynağı, bilgisi, belgesi olmayan bu iddia, bir köşe yazısında yayınlandı. TSK’nın darbeci geleneğini biliyorduk, bu yazı ile TSK’nın bir de PKK kanadı hakkında bilgi sahibi olduk! Okurun bu tür asparagaslara inanmasını beklemek, ya alemi cahil sanmakla ya da iktidar gururunun densizliğiyle açıklanabilir ancak.
Olumlu gelişme kategorisinden olmasa da, Flash TV’de ana haber bülteninde, Genelkurmay’ın bombardıman uçaklarının hedefleri vururken çektiği görüntülerin altına Arapça (?) maç anlatım sesi döşeyip, hedefler vurulduğunda Gooool diye bağıran spiker montajı, milliyetçilik vahametinin, Rambo Gazeteciliğin boyutlarını göstermesi açısından ilginç. Flash TV ana haber bülteni sunucusunun, jetlerin hedefleri bombalamasını, milli takımın rakip takıma gol atmasına benzetmesi (Bu benzetmenin telifini dönemin Olağanüstü Hal Bölge Valisi Hayrettin Kozakçıoğlu’na ödemek gerek), en milliyetçi ve en şiddet yanlısı medya olan ayrıca da çok sık militarist söylem kullanan spor medyasına bir saygı selamıydı herhalde. Flash TV’nin bu yayını, egemen medya tarafından bile eleştirildiğine göre, Kandil bombardımanının medyatik versiyonunun ne kadar sulandırıldığına iyi bir örnek.
Egemen medya bu tutumuyla, bu yayınlarıyla, geniş okur kesimi nezdinde sürekli olarak puan kaybediyor. Çünkü güvenirliği ve inandırıcılığı her geçen gün azalıyor. PKK kampları yıllardır bombalanıyor buna karşılık PKK de yıllardır hedef bildiği TSK’ya yönelik operasyonlarını sürdürüyor. Mevcut iktidar yanlısı medya organları olsun, Kürt karşıtı kadim medya organları olsun, Kürt karşıtlığından, savaşperver davranışlarından vazgeçmediği sürece gazetecilik/habercilik yapamaz, yapamıyor da zaten. Medya, şiddetin çözüm olmadığını, milliyetçiliğin ve militarizmin savaş anlamına geldiğini kabul ettiği gün, düzgün habercilik yapmaya başlayabilecek. Barış Gazeteciliği diye giderek gelişen bir ekolden haberdar olan kaç gazeteci, kaç editör, kaç yazı işleri müdürü, köşe yazarı ya da Genel Yayın Yönetmeni var acaba Türkiye’de?
Önümüzdeki yakın dönemde, Kandil Operasyonunun, Blok’tan seçilen milletvekillerini de içeren geniş kapsamlı bir gözaltı kampanyası ile süreceğine dair söylentiler var. İktidar, böyle bir operasyonu göze alma cüretini gösteriyorsa, güney komşumuz Suriye yönetimine özeniyor, anlamına gelir. Hiç tavsiye edilmez! Yurtiçi ve yurtdışı tepkileri bir yana, PKK’yi güçlendirebilecek bu adım karşısında, egemen Türk medyasının yayınlarını şimdiden öngörmek mümkün. KCK operasyonu gibi olumsuz bir örnek de var yakın geçmişimizde.
Aslında, temel faktör, egemen medyanın siyasi iktidardan, siyasi, ideolojik, maddi ve manevi olarak bağımsız ve özgür olmaması. Aksi takdirde, şimdiye kadar muhalif kalemlerin, kenarda köşede bin kez yazıp söylediği şu gerçeği iktidar da çoktan kavrar, kabul eder ve uygulardı:
Türkiye’de askeriyenin vesayetini kırmanın en önemli aracı Kürt meselesini barışçı yoldan çözmektir.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Elınıze saglık. turkıyede bugune kadar bırakın medya elestırmenlıgını, medyayla ılgı bırseyler arastıracak. cesıtlı sureclerde medyanın rolunu ne kadar oynadıgını ırdeleyecek bır tek kısı yok. ama ragıp bey sagolsun turkıyedekı bu onemlı acıgı kapatan tek kısı. yıne cok guzel bır medya analızıç tekrardan ellerınıze saglık. saygılar
Adsız dedi ki…
harika bir yazı ancak bukadar güzel fotoğraflanabilirdi egemen medyanın durumu....biz kürtlerde bi laf vardır ''ha keçel hesen ha hesen keçel''
mehmet dedi ki…
Yazida cok ciddi mantiksal hatalar var. Bir kere sablon olarak kullandiginiz guvenlikci kelimesi cok zorlama bir kavram. Ne demek guvenlikci? 13 asker sehit edildiginde mesela bu hareket PKK nin guvenlikci bir orgut oldugunu gosteriyor mu size? Guvenlikcilik karsiti olmak mesela PKK karsiti olma anlamina da geliyor mu sizce? eger cevabiniz evet ise, yazinizdaki tum degerlendirmeleri cope atabilirsiniz. Cunki; TSK ve AKP degerlendirmesi yaptiginiz ve medya ile bu iki kanat iktidar arasinda iliski kurdugunuz yaziniz, sanki uzayda gerceklesen olaylarmis gibi, bu iki kanatin hangi olaylarla karsilastigi ve yaptiklarinin diyalektik olarak neyin karsili oldugu yonunde hicbir anlam ve aciklama icermiyor. Yani, iktidar sokakta gezerken, durup dururken daga tasa bomba atmaya baslamis gibi bir boslukta analiz yapmissiniz ki bunun en alt seviyedeki ismi, propagandadir. Kesinlikle analiz degil. Eger cevabiniz hayirsa yine cope atin. PKK nin oldurdugu canlarin, askerin attigi ve iddia ettiginiz gibi dagi tasi vuran bombalar kadar, analizinizde yer almamissa, sorun sadece bir analiz eksigi degil bir aydin namusu eksigidir. Bence ozgurlukcu oldugunu iddia eden ve Turk Medyasinin, benimde katildigim, apoletli oldugunu savunan kurt yazarlarin, gercek anlami olan analizler yapabilmesi icin yeterli sart, hep karsiya degil biraz da kendine bakabilecekleri cesarete ve PKK tarafindan hadim edilmislikten kurtulmalaridir. Malesef cok degerli tesbitler olmasina ragmen, genel degerlendirmede, sartlanmislik yapisini asamayan bir yazi.
erdalnurhak dedi ki…
sayın ragıp duran size ankaradan binlerce selam. akp basınına ve devletin kürt politikasına karşı yazdığınız bu yazı egemen medyanın suratına tokat gibi çarpmıştır. emeğinize sağlık
Adsız dedi ki…
son birkaç yıldır ordu-siyaset ilişkilerinde önemli değişimlere tanık oluyoruz. buna bağlı olarak hükümet ve fetullah gülen yanlısı medya ile iktidara ters düşmesin diye hizaya getirilen-gelen holding medyasında çeşitli tutum değişimleri gözlemlemek mümkün. birzamanlar kendisine dair-karşı tek bir haber yapılmayan ordu, artık yayınlanan haberlerin çoğuna konu olmakta. 'apoletli medya' kavramınız orduyu aşan bir zihniyet yapısına işaret ediyor; ancak bir şeylerin değiştiği de aşikar, diyordum. ragıp abi, tam da bu noktada: 'apoletli medya' kavramı değişen bazı dengelere rağmen hala türk egemen medyasını birebir tanımlıyor mu? diye sormak istiyordum. cevabı yazıda mevcut. ağzınıza sağlık.

mehmet bey'e bir not: uzun zaman önce kemal varol'un(öküz dergisi) bir yazısında 'diyarbakır'da en çok sorulan sorular'dan biri de 'ragıp duran kürt müdür?' idi:))
mantıksal hataları bir yana bıraktım; bazıları varoluşsal hatalar yapmakta.
Adsız dedi ki…
Naçizane kanaatim militarizmin otoritarizmin bir türevi, psikolojik ve fizik şiddete dayalı bir yönetim tarzı olduğu yönünde. Bu yönetim tarzının uygulayıcısının asker, gerilla veya sivil olması olgunun niteliğini hiçbir şekilde değiştirmemektedir. Çok yönlü bir perspektifte ve tarihsel gözlemler ışığında değerlendirildiğinde hükümet, bürokrasi, bunlara doğrudan bağlı çıkar grupları ve bunların propaganda araçları ile BDP, PKK, KCK, bunlara bağlı çıkar grupları ve propaganda araçlarının varoluşlarını sürdürmek için birbirini besleyen, birbirine ihtiyaç duyan aynı madalyonun iki yüzü olduğu sonucuna ulaşılabilir. Dolayısıyla çözüm yönündeki bir cephenin eleştirisi kaçınılmaz olarak diğer cephenin eleştirisini de zorunlu kılmaktadır. Bu eleştirel söylem ve eylem sadece mevcut pozisyonları yadsımakla yetinmemeli, her iki cephenin pozisyonlarının şiddeti kategorik olarak red eden, bir başka değişle hiçbirşeyin şiddeti gerekçelendiremeyeceğini savunan -ki bunu son dönemde Ahmet İnsel dışında kimsenin başaramadığını düşünüyorum-, olgu ve olayları konumların değişkenliğini göz ardı ederek basite indirgeyen zalim-mazlum/ezen-ezilen şemalarıyla sunan tavırla, güç istencinden hareketle tahakküm ve egemenlik amacı doğrultusunda strateji, taktik, plan, program, açılım, hesap yapan araçsal reel politik yaklaşımla bağını tümden koparmış uzlaştırmacı barışçıl ve özgürleştirici bir ufka doğru aşılmasını sağlamalıdır. Aksi takdirde isteyerek ya da istemeyerek, dolaylı ya da doğrudan meseleye taraf olan bir cephenin radikal propagandist sığlığında şiddeti ve dolayısıyla otoritarizmi yeniden üreterek sürekli kılan unsurlardan bir diğeri olma konumuna düşülecektir.

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle