Ana içeriğe atla

Medya etiği uzmanının ettiği!



Adını bile anmak istemediğim bir meslekdaşım kalktı, medyadaki yanlış/eksik bilgileri düzeltmek içinmiş gibi, ‘Ahmet’in bu Günlüklerin yayınlanmasında hiçbir dahli yoktur. Her şeyi tek başıma ben yaptım’ mealinde bir yazı yazdı.
Gazeteci Ragıp Duran’ın aşağıdaki yazısı, Express dergisinin gelecek sayısı için kaleme aldığı “desinformation” konulu makalesinden alıntıdır. Makalenin “Darbe Günlükleri ve Alper Görmüş” ile ilgili bölümünü, yazarın onayıyla yayınlıyoruz.



(…) Beni derinden yaralayan bir olay da, bu ‘Darbe Günlükleri’ konusundaki ofsayt. Sanki Ahmet’in Ergenekoncu olmadığını gösteren tek delil, onun ‘Darbe Günlükleri’ni yayınlayan Noktadergisinde çalışmış olması ve sanki Ahmet her yerde bas bas ‘Darbe Günlükleri’ni ben yazdım, ben yayınladım’ demiş gibi, adını bile anmak istemediğim bir meslekdaşım kalktı, medyadaki yanlış/eksik bilgileri düzeltmek içinmiş gibi,‘Ahmet’in bu Günlüklerin yayınlanmasında hiçbir dahli yoktur. Her şeyi tek başıma ben yaptım’ mealinde bir yazı yazdı. Pazarlama lügatinde buna ‘Doğrudan Satış’ mı deniyor?

Yoksa Savcı Öz’e ek bilgi mi veriliyor? Belki de 19. dalgadan yırtmak için bir hatırlatma mı?

Bu yazının üzerine atlayanlar da ‘Ahmet yalan söylemiş’ başlıklarını attılar hemen. Bilen biliyor, bilmeyen de Ahmet’in Ertuğrul’la birlikte yayınladığı iki ciltlik kitaba bakınca anlar. Ahmet’in, Metin Göktepe ödülü kazanan Andıç haberini de Nokta’daki yönetici arkadaş mı yazdı yoksa?

Bence ayıp oluyor. Kimse kimsenin emeğine göz koymuyor. Darbe Günlükleri de, herkes biliyor, öyle müthiş bir ‘İnvestigative Reporting’ sonucu yayınlanmadı. Artık malum bir kaynak, dosyayı gönderdi, Nokta da yayınladı. Kalkıp şimdi ‘Ahmet’in bu yayında dahli yoktur. O da dergi yayınlandığı gün gördü haberi’ demenin kime ne yararı var?
Ahmet’le Nedim, hukuka aykırı olarak, açıklanmayan ya da gizli olduğu söylenen belgelere dayanılarak hapse atılıyor, 2-3 gün herkes protesto ediyor. Bir meslekdaşda ses seda yok. Sonra kalkıp kaleme aldığı ilk yazıda ‘Ahmet’in Darbe Günlükleriyle alakası yoktur’ diyor. Yakışmadı. Hiç yakışmadı.

Rahatsız edici bir başka dürüstlük eksikliği de, kendini savunma hakkı ve olanağı olmayan insanlar, mesela cezevindeki insanlar aleyhine yazı yazmak. Cezaevi tecrübesi olmayanlar, klavyenin başına geçip, oradan buradan gelen bilgileri, doğrulamadan, akıl-mantık süzgecinden geçirmeden, başka kaynaklara başvurmadan, çapraz denetleme yapmadan, neredeyse hiçbir gazetecilik ilkesine riayet etmeden, rahatça atıp tutabiliyor. Ola ki tüm bu gazetecilik ilkeleri uygulansa bile, yine de kendini savunamayacak insan aleyhine yazı yazmamak gerekir bence. Dört duvar arasındaki adam/kadın bunları okuyunca ve yanıt veremeyince neler hisseder tahmin edin artık.

Ergenekon soruşturması, hem kim haktan hukuktan, kim siyasi iktidardan yana, hem de kim hakiki gazeteci kim kurye sorularına pratikte güzel yanıtlar vermeye vesile oldu. (…)
(Haber Vesaire)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle