Ana içeriğe atla

Demokratik Özerkliğin Türkçe Medyası


• DTK’nın Demokratik Özerklik projesi/taslağı tartışmaya açıldı. Ama egemen medyanın kimi yapısal, kimi konjonktürel hastalıkları/olumsuzlukları nedeniyle memlekette doğru dürüst bir tartışma yok. Neden? Ne yapılabilir?


Demokratik Toplum Kongresi (DTK), 19 Aralık tarihinde Diyarbakır’da, Kürt meselesinin çözümü için, tartışılmak üzere bir belge /manifesto taslağı yayınladı. 5 sayfalık bu belgenin tam metnine ben bir tek ANF’nin internet sitesinde rastladım.
O gün bugün özellikle akşamları televizyonlarda bu mesele hakkında tartışma programları yayınlanıyor. Gazetelerde de konuya ilişkin yığınla yazı, görüş, yorum yayınlandı.
Ne var ki, tartışmaya açılan metin, tartışılmıyor. Çünkü
- Bizde demokrat ve özgür bir tartışma kültürü halen gelişemedi.
- Türkiye’de Kürt meselesi konusunda gerçek anlamda bağımsız uzman çok az, onlar da zaten televizyona pek çıkmıyor.
- Tartışmak, bir konuyu tüm yönleriyle ele alıp, bazı kriterlere göre olumlu ve olumsuz yanlarını sergilemek anlamına geliyorsa, televizyondaki tartışma programlarına daha çok ‘kapışma’ demek gerekir.
- Egemen medyanın kanal ve gazetelerinde, Kürt konusunda üç-beş Beyaz Kürt yıldız konuşmacı var, sürekli olarak onlar ağırlanıyor platolarda. Bunlara AKP kürdü ya da Liberal Kürt de diyebiliriz. Türk resmi kesimi ise, her zaman olduğu gibi kadrolu televizyon konuşmacıları emekli paşa ve büyükelçilerle temsil ediliyor. Bu tekaütlere toplam en fazla 10 ‘adet’ strateji uzmanı eklediğinizde tüm konuşmacı kadrosu 20 kişiyle sınırlı. Her tartışmaya en az 4 kişi katıldığını düşünelim, her akşam da en az beş kanalda bu tür programlar yapıldığını farzedelim. Zappping yaparsak her akşam o toplam 20 cemali görmek mümkün. Aynı surat aynı söylem. Kısırlığın çıkmazı.
- Türk resmi kesiminin sözcüleri, 1930 model ulus-devlet söylemini bıkmadan-usanmadan tekrar edip, artık kabak tadı veren, ‘Terörizm’, ‘Bölünme’ temalarında sıkışıp kaldılar. Onlar aslında ekrana görevli olarak çıkıyor. Statükonun muhafazası için görüş oluşturup belirtiyorlar. İstinasız hiç biri Kürt halet-i ruhiyesini bilmiyor, bilse de hesaba katmıyor. Bu konuşmacılardan emekli olmayanların bir başka amacı daha var: Devleti ne kadar iyi savunduklarını kamuoyu önünde kanıtlayıp prim yapmak. Mesela daha önemli bir mevki, iyi bir terfi, cilalı bir atama, büyüklerden bir aferin!
- Kürt cenahında da sorun var. Ümit Fırat, Mehmet Metiner gibi AKP yanlıları demode oldu, Altan Tan’ı sonunda kızdırdılar. Şimdi Kürt aydınları arasında, PKK-BDP çizgisini eleştirecek, Türkçesi, kılık-kiyafeti düzgün birisini arıyorlar. Kürt sözcülerin bir kısmınında da, Haziran 2011 seçimlerine hazırlandığı izlenimi var. Bu arada fiilen ve açıkça Kürt resmi görüşüne uygulanan ambargo halen sürüyor. Tartışmanın bir tarafının ağzı kapalı.
- Kürt sözcülerin bazıları belirtiyor ama üzerinde ısrarla durulması gereken bir nokta var ki çok önemli: Bu Kürt meselesi, öyle 1-2 saatlik televizyon programlarında işin ve konunun ehli olmayan muhataplarla tartışılamaz. Çünkü Kürt sorunu, 87 yıllık Cumhuriyet rejimi ve ulus-devletin vebalı bir tezahürü. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet, ulus-devlet gibi kavramlar gündeme gelmeden, öyle 1. Açılım döneminde AKP’lilerin yaptığı gibi, koyun pazarlığı anlayışı içinde ele alınabilecek bir konu değil Kürt meselesi. Şeyh Said, Azadi, Hoybun, Dersim konuşulmadan bugün Kürt meselesi anlaşılamaz, tartışılamaz.
Yukarıda sıralamaya çalıştığım olumsuzluklara yenilerini eklemek mümkün. Ben bu televizyon tartışmalarına 3 gün dayanabildim, artık izleyemiyorum. Cehalet ve dogmatizm ile empati eksikliği tartışmaları çığrından çıkarıyor.
Tartışma programlarının moderatörleri de genellikle hem konuk seçiminde hem de konuya hazırlanmakta pek başarılı değiller. Kim kimle neyi tartışabilir sorusuna yanıt aramadan, adı sanı bilinen, üstelik şimdiye kadar zaten bin kez ekranlara çıkıp söyleyeceğini söylemiş olanları ya da gazete köşe yazarlarını bir kez daha davet etmek, işin kolayına kaçmak. Ayrıca da güvenli bir yaklaşım. Bilmediği yeni bir adamı/kadını çağıracak olursa, canlı yayında, moderatörü, kanalı, AKP’yi, hükümeti, Türk büyüklerini sıkıntıya sokabilecek bir cümle çıkar konuğun ağzıdan…Felaket!.
Moderatörlerin Kürt konusunda beslendiği kaynak esas olarak günlük gazeteler ve birkaç eş-dost. Büyük çoğunluğu Kürtçe, Arapça ya da İngilizce, Fransızca, Almanca filan bilmediği için, zaten istese de Kürt meselesine ilişkin özgün siyasi ya da akademik literatürü izleyemiyor, okuyamıyor. Tartışma programı daha çok kahve sohbeti edasında hazırlanıyor ve cereyan ediyor.
Oysa ki, yurttaşların memleket meseleleri konusundaki bilgi ve görüşlerini, çok yanlı, bağımsız ve özgür bir şekilde zenginleştirmek gibi asli bir görevi olan medya, Demokratik Özerklik konusunda, resmi tezlerin propagandasını yapmak yerine, meseleyi geniş bir şekilde ele alıp, kamuoyunda,doğru, ayrıntılı bilgileri yaygınlaştırarak, hakiki bir tartışmaya zemin yaratabilir, yaratmalı. Resmi tezin yani itirazların yanı sıra, sessizlere kulak verirken, siyasiler ve uzmanların yanı sıra , sıradan insanlara gitmek, onların bilgi ve fikirlerini yayınlamak gerekli.

Medya, bilgilendirici ve kamuoyu oluşturucu bir araç olarak, bu tartışmada, bir dizi temel siyasi, ahlaki ve etik ilkeye mutlaka sadık kalmalı:
- Şiddet ve ayrımcılık içeren görüşlere yer verilmeyeceği gibi bu görüşler teşhir edilmeli, kınanmalı, eleştirilmeli
- Hiç kimse ya da herhangi bir grup, etnik ya da milli aidiyeti nedeniyle küçük görülmemeli, horlanmamalı, alay konusu yapılmamalı
- Medya, adı üzerinde (Medya, medyum sözcüğünün çoğuludur, Latincede ‘ortada’,‘aracı’, ‘arabulucu’ anlamlarına gelir) bu meselenin Türkler ve Kürtler, İslamcılar ve solcular, ya da liberaller ve muhafazakarlar için, tatmin edici, barışçı, kalıcı bir çözümü hedefleyerek yayın yapmalı. Dolayısıyla rekabetçi ve kışkırtıcı değil, dayanışmacı ve uzlaşmacı bir yayın politikası benimsemeli.
- Her iki kesime eşit uzaklıkta durması gereken medya, egemenlerle mazlumlar arasında ayrım yapmalı, sessizlerin sesi olmasını da bilmeli.

Önem sırası gözetmeksizin medyada yapılabilecekler konusunda birkaç öneri:
- DTK’nın tartışmaya açtığı, taslak olduğunu ısrarla vurguladığı, Demokratik Özerklik belgesi, gazetelerde tam metin olarak yayınlanmalı, kitapçık olarak, ek olarak verilmeli.
- Radikal gazetesinin yaptığı türden, bu konuda düzenli ve sürekli bir tartışma kampanyası sürdürülebilir.
- Televizyon tartışmalarında, belgede belirtilen 8 alanın her biri ayrı ayrı, siyasetçiler, uzmanlar, akademisyenler ve kanaat önderi konumundaki konuşmacılarla birer programda ele alınıp, konu derinlemesine deşilebilir.
- Belgede belirtilen ‘İrlanda, İskoçya, Bask, Katalonya’ modelleri tanıtılabilir, bu örneklerin Türkiye’ye uygulanabilirliği tartışılabilir. Keza belgede söz edilen ‘’1921 Türkiye Anayasası, 1922 10 Şubat Büyük Millet Meclisi oturumunda onaylanan Kürtlere özerklik yasası, Mustafa Kemal'in 1923 İzmir(İzmit?) konuşmaları, BM'nin ilgili sözleşmeleri ‘’ de ayrı ayrı birer yazı ya da program konusu olabilir.
- Kürtlerin yaşadığı diğer ülkeler, yeni İran, Irak ve Suriye’nin yanı sıra Batı Arvupa’daki Kürt diasporasının görüşleri de aktarılabilir.
- Kürt meselesi konusunda mevcut malum görüşleri sergileyen klasik kadrolu vaizler yerine, gerek siyasi partilerde, gerek STK’larda, gerekse üniversitelerde, henüz medya ya da kamuoyunun tanımadığı ama konunun gerçek uzmanlarını ya da farklı görüş sahiplerini ekrana çıkarmakta yarar var.
- Tarihi boyut önemli. Ayrıca yakın tarihten yapraklar da önemli. Mesela 1984’den bu yana hangi hükümet Kürt meselesi konusunda ne dedi, ne yaptı? Ne sonuç aldı? Ya da PKK 1984’den bu yana Ankara’ya karşı ne zaman, nasıl bir politika izledi? Ya da daha güncel bir konu olarak, Başbakan Erdoğan, Istanbul Belediye Başkanı olduğu günden bu yana Kürt meselesi hakkında nerede, ne dedi? Bu tür kıyaslamalı bilançolar, hem bilgi açısından hem de iç tutarlılık, söz/uygulama uyumu açısından öğretici olabilir.
- Türkiye’de şimdiye kadar pek tanınmayan, pek önem verilmeyen yabancı Kürdologların (Bruinessen, Nadirov, Kurdoev,Edmonds, Mahmudov, Chaliand, Blau, Kutschera, Wali, Hassanpour, MacDowell...vd…) kitapları, yaşayanların bizzat kendileri ile ilgilenilebilir, onların görüş ve deneyimlerinden yararlanılabilir.
- Vox Pop tabir edilen sokak röportajları, mevcut çatışmalı ve çelişmeli görüşlerin toplum içindeki yaygınlığı ve anlaşılırlığı açısından yararlı olabilir.
- Medyadaki yani sanal ortamdaki tartışmaların eksikliğini gidermek amacıyla medya organları, STK ve/veya akademilerle birlikte bu konularda çalıştay, konferans ya da seminer düzenleyebilir.
Kuşkusuz tüm bu önerileri gerçekleştirebilecek olan medya kuruluşu, gerek mülkiyet gerekse yayın politikası açısından bağımsız ve özgür olmak zorunda. Yoksa, bir medya kuruluşunun sahibi ya da yöneticileri, bu meselede kendilerini taraf olarak görüyorlarsa – ki şimdiye kadar ki yayınlar böyle olduğunu gösteriyor – o zaman doğru dürüst gazetecilik ya da tartışma yapılamaz. Yapılana propaganda denir. (SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle